Wikileaks ve ‘Küresel Panoptikon’un Tescili

Yeni teknolojiler, gözetim potansiyelini sürekli artırmakta ve böylece bir taraftan devletlerin ulusal güvenliklerini etkileyecek boyutta siber operasyonlar söz konusuyken, diğer taraftan da içinde yaşadığımız gözetim toplumunun sınırları genişlemektedir.

WikiLeaks’in son sızıntısı, ‘yeni Soğuk Savaş’ ortamında uluslararası mücadelenin en kritik boyutunun siber alanda yaşandığını göstermesi açısından olduğu kadar; ‘sistematik izle(n)meye maruz kalma’ anlamında ‘Gözetim Toplumu’ olgusunun, günlük yaşantımızda hangi noktaya evrildiğini yansıtması itibarıyla da oldukça önemlidir. Michel Foucault’nun, Bentham’ın ‘Panoptikon hapishanesi’ metaforundan ödünç alarak postmodern bir yorumla ifade ettiği şekilde, modern toplumlarda artık ‘görünürlük’ artmaktadır. Bu ise, tam anlamıyla bir tuzaktır. Ancak günümüzde bu durum; sun’i ve bilinçli bir tuzak olmanın ötesinde, bilgi ve iletişim teknolojilerinin sağladığı vazgeçilmez olanakların sunduğu bir ortamın kaçınılmaz sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

İşte, WikiLeaks’in küresel iktidar ve hegemonya arayışındaki ABD’nin istihbarat topluluğunun demirbaşı CIA’in ‘Küresel Hack Programı’ ve siber casusluk kapasitesine ait yayımladığı son belgeler; Langley’in dünya çapında yürüttüğü örtülü operasyonlarda kullandığı siber araç ve yöntemleri deşifre etmesinin haricinde, insanlığın ‘Küresel Panoptikon’a mahkûm olma yolunda hızla ilerlediğinin bir kanıtıdır.

CIA’İN KARŞI İSTİHBARAT KAPASİTESİ SORGULANIYOR

Peki, 7 Mart 2017 tarihinde WikiLeaks’in sızdırdığı ve henüz sadece %1’lik bir kısımdan müteşekkil 8 bin 761 belge neye dikkat çekiyor?

Bu sızıntı, her şeyden önce WikiLeaks tarafından bugüne kadarki en büyük CIA belge sızıntısı olma özelliğine sahiptir. Mevzubahis belgeler, “Vault-7 (Kasa Dairesi-7)” kod adıyla tanımlanıyor. Sızdırılan %1’lik kısım, Vault-7’nin sadece ‘Year Zero (Sıfır Yılı)’ başlıklı ilk bölümünden ibaret olup; sızıntının kaynağının, CIA’in ana karargâhı Langley’deki merkez olduğu ileri sürülüyor. Buna mukabil WikiLeaks, sızıntıların kaynağına ilişkin herhangi bir açıklama yapmıyor. Diğer taraftan bu sızıntılarla birlikte, CIA’in Frankfurt’taki Amerikan Konsolosluğu’nda üslenmiş bir ‘siber istihbarat karargâhı’nın bulunduğunu öğreniyoruz. Karargâhın açığa çıkması, CIA’in “(Siber) İstihbarata Karşı Koyma (İKK)” ile daha ziyade aktif tedbirleri içeren “Karşı İstihbarat” kapasitesini ciddi biçimde sorgulanır hale getirirken; aynı zamanda güç gösterisi maksadıyla bilinçli bir şekilde sızdırılmış olabileceğine dair alternatif ihtimalleri de gündeme taşıyor. Aslına bakılırsa, CIA sözcüsünün belgelerde yer alan bilgilerin doğruluğuna ilişkin herhangi bir yorum ve teyitte bulunmayacaklarına ilişkin beyanatı; bahse konu iddia ve ihtimalleri destekleyici nitelikte gözükmektedir. Öte yandan, bu belgelerin özü itibarıyla CIA’in ‘yasal yetkilerinin’ sorgulanması amacına yönelik yayımlandığı da dile getiriliyor.

BÖCEKLEŞTİRİLEN CİHAZLAR

WikiLeaks’in sızdırdığı bu belgelerle ifşa edilen neydi?

En başta CIA’in, WhatsApp yazışmalarına ve Android ya da Iphone (Apple) modeli cep telefonlarındaki bilgilere kolaylıkla erişebildiği alenen kanıtlanmış oldu. Belgelere göre, CIA’in hackleme sistemi; Windows, Mac OS ve Linux iletişim sistemlerini kullanan bütün bilgisayarlara erişim sağlayabiliyor. Bunun da ötesinde CIA, bu tür cihaz ve programların yazılım açıklarını yakalamak suretiyle siber araçlarla adeta gizli verici (bug/böcek) haline dönüştürerek ortam dinlemesi yapabiliyor ve hatta kontrolü altına alabiliyor. Öyle ki, Samsung’un belirli yazılımlarını kullanan akıllı televizyonlarını dahi bu amaçla kullanabildiği görülüyor. Söz konusu sızmaları ve kontrolü mümkün kılan ‘siber güvenlik açıkları’, doğal olarak şirketlere bildirilmiyor. En ürkütücü ve dikkat çekeni ise; CIA’in elektronik cihazlarda bulunan kameraların gördüğü her şeyi birebir görebiliyor olması…

Belgelerin ifşa ettiği diğer bir husus ise, program kapsamında CIA’in otomobil ya da benzeri taşıma araçlarındaki dijital ya da elektronik sistemlere sızarak, onları uzaktan kontrol edebilme kabiliyetini arttırmaya çalıştığıdır. Bu sayede tespiti zor suikastlar düzenleme imkânına sahip olunabileceği de ifade edilmekte.

Söz konusu sızıntıdan yaklaşık üç yıl önce, bu kez ABD’nin öncelikle elektronik istihbarattan sorumlu Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA)’na ait belgelerin sızdırılması söz konusu olmuş ve bu, şu ana kadar gündemde olan en büyük sızıntı sayılmıştı. Son WikiLeaks belgeleri ise, olaya farklı bir boyut daha ekleyerek; NSA’in dışında CIA’in de kendi bünyesinde bir siber casusluk ağı oluşturduğu ve faaliyetlerinin NSA’in faaliyetlerini aştığını gösterdi. Öyle ki, CIA’in bu programda, özellikle akıllı televizyonların şifresini kırarak kapalı konumda bile dinleme yapılabilmesi, ses ve görüntü kaydedilebilmesine olanak sağlayan ‘Ağlayan Melek – Weeping Angel’ sistemi konusunda İngiltere’nin elektronik dinleme ve izlemeden sorumlu istihbarat kuruluşu olan GCHQ ile birlikte çalıştığı iddia ediliyor. Hâlbuki bu kuruluşun, görev ve fonksiyonları itibarıyla ABD’deki karşılığı NSA…

GÖZETİM TOPLUMUNUN SINIRLARI GENİŞLİYOR

Sonuçta modern anlamda gözetim, bir taraftan bireylerin iletişim ya da eylemlerinin sistematik olarak araştırılması ya da izlenmesini ifade ederken; diğer taraftan da sürekli bir kayıt sistemini vücuda getirmektedir. Bu gözetim, devlet aygıtlarının sadece idaresi altındaki birey ya da grupları kapsamamakta; diğer devletleri ya da devlet dışı aktörleri de içine alarak, güç mücadelesinin en önemli pratiklerinden birisi haline gelmektedir. Enformasyon teknolojilerinin kaydettiği devasa gelişim sayesinde toplanan kişisel ve kurumsal enformasyonun miktarı sürekli artmış; büyük kitleleri, geniş mekanları ve kurumları görünmeksizin ya da fark edilmeksizin izlenebilir hale getirmiştir. Enformasyon teknolojilerinin bilgiyi depolanabilir kılması, WikiLeaks sızıntılarında olduğu gibi, enformasyon sızmalarının günümüzde aşırı boyutlara ulaşmasına neden olmuş ve bilgi güvenliği sorununu ortaya çıkarmıştır. Yeni iletişim teknolojileri, araçsal olarak sundukları gözetim imkânlarıyla bir taraftan Bentham’ın Panoptikon tasavvurunu hatırlatırken; diğer taraftan da bu teknolojilerin kullanım alanlarının ve şekillerinin sınır tanımazlığı, dünyayı ‘küresel bir panoptikon’a dönüştürmektedir. Zira yeni teknolojiler, gözetim potansiyelini sürekli artırmakta ve böylelikle bir taraftan devletlerin ulusal güvenliklerini etkileyecek boyutta siber operasyonlar söz konusu olurken, diğer taraftan da birey olarak içinde yaşadığımız gözetim toplumunun sınırları genişlemektedir. Ancak bununla birlikte özel hayatın dokunulmazlık sınırları da aynı ölçüde daralmaktadır. WikiLeaks sızıntıları sonrası oluşan gündem; özel hayatın dokunulmazlığı, iletişim özgürlüğü ve benzeri konuların yanı sıra, siber silahların denetimi ve demokratik kontrolü konusunun artık sadece yerel ya da ulusal boyutta kalmayacağını, uluslararası düzeyde de gittikçe artan biçimde tartışılacağını göstermektedir.

[Yeni Şafak, 20 Mart 2017]

Etiketler: