Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Algılar ve Gerçekler -I-

Türkiye’nin Orta Doğu’daki başka bir bölgesel güçle kuracağı ittifak bütün bölgenin geleceğini belirleyebileceği gibi, Orta Doğu’nun dışına da taşıp küresel etkiler doğurabilecek bir girişim olacaktır.

Türkiye’nin Orta Doğu politikası gerek akademik gerekse siyasi çevrelerde ve medyada ciddi tartışma ve eleştirilere konu oluyor.

Ankara’nın Suriye’ye doğrudan müdahale konusunda geç kaldığını söyleyenler de var, bu müdahalenin hiç yapılmaması gerektiğini ileri sürenler de. Rusya ve İran’la Suriye iç savaşının bitirilmesi konusunda yürütülen Astana sürecinin çok doğru olduğu tespitini yapanlar da var, Türkiye’nin bu konuda Batılı ülkelerle ortak hareket etmesi gerektiğini söyleyip Rusya ile iş birliğini eleştirenler de.

İran’ın “yayılmacı” politikalarına karşı çıkma konusunda yeterince aktif olmadığımız eleştirisini getirenler de var, Türkiye’nin Orta Doğu sorunlarının çözümü konusunda Tahran’la iş birliği yapması gerektiğini söyleyenler de.

Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik politikamızı sürdürüp bağımsızlık ilan etmeye hazırlanan Barzani yönetimine şiddetle karşı çıkmamız gerektiğini söyleyenler de var, IKBY ile kurduğumuz yakın ilişkiyi riske atmayıp Bağdat üzerinde artan İran etkisine odaklanmamız gerektiğini dile getirenler de.

Son yaşanan Katar krizinde Suudi Arabistan ve müttefiklerini fazla karşımıza almamamız gerektiğini savunanlar da var, Katar’a karşı uygulanan ablukanın aslında Türkiye’yi hedef aldığını söyleyip bu yüzden sonuna kadar bu ülkenin yanında durmamız gerektiğini tavsiye edenler de.

Yine bu sorunla bağlantılı olarak, Amerikan yönetiminin terörist örgüt olarak ilan etmeye hazırlandığı iddia edilen İhvan’a sahip çıkmayı artık bırakıp Sisi yönetimiyle ilişkilerimizi geliştirmemizin zamanının geldiğini ileri sürenler de var, baskı politikaları sürerken darbeci Sisi yönetimiyle ilişkilerin normalleştirilmesinin darbelerden kendisi de çok zarar görmüş Türkiye’nin bu belayla mücadelesine zarar vereceğini söyleyenler de.

ABD ve diğer Batılı ülkelerde lobisi çok güçlü olan İsrail ile her türlü gerginlikten kaçınılması gerektiğini tavsiye edenler de var, bu ülkenin Filistinlileri ve diğer Müslümanları hedef alan saldırgan politikalarına karşı çıkmanın Türkiye’nin tarihî misyonunun gereği olduğunu ifade edenler de…

Bütün bu konulardaki çelişkili tavsiyeler, yorumlar ve eleştirilerden hangisi doğru?

Bunun cevabını verebilmek için Türkiye’nin Orta Doğu politikasının temel parametrelerine bakmak gerekir.

Öncelikle, bölgesel bir güç olan Türkiye’nin Orta Doğu ile ilgilenmemesinin, bu bölgede yaşanan gelişmelere gözlerini kapatıp kendi kabuğuna çekilmesinin mümkün olmadığının altını çizmek gerekir. Diğer bölgesel aktörler olan İran, Suudi Arabistan ve İsrail ile küresel aktörler ABD, Rusya ve Avrupalı ülkeler Suriye, Irak, Libya, Yemen ve Katar’daki gelişmelere müdahale ederken, bu ülkelerin geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışırken Türkiye’nin bu gelişmelere seyirci kalması söz konusu olamaz. Eğer Ankara

Suriye’ye seyirci kalsaydı, güneyinde kurulacak PYD/PKK devletinin bütün Arap dünyasıyla bağlantısını kesmesine razı olmuş olacaktı. Türkiye’nin özellikle Suriye ve Irak’taki gelişmelere seyirci kalması, sonunda kendisinin parçalanmasına kadar uzanan bir süreci getirme riski olduğu için bu bölgeyle yakından ilgilenmesi zorunludur.

İkinci olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’daki başka bir bölgesel güçle kuracağı ittifak bütün bölgenin geleceğini belirleyebileceği gibi, Orta Doğu’nun dışına da taşıp küresel etkiler doğurabilecek bir girişim olacaktır. Bu yüzden özellikle küresel güçler böyle bir ittifakın kurulmasını engellemeyi kendi bölgesel ve küresel çıkarları açısından bir zorunluluk olarak görüyorlar.

2010 yılında Türkiye’nin İran’la ilişkilerinin ulaştığı iş birliği düzeyinin “eksen kayması” suçlamalarıyla nasıl boğulduğu ve 2013 yılında Mursi’nin cumhurbaşkanı olduğu Mısır’la kurulan yakın iş birliğinin İsrail ve Batılı destekçilerini nasıl rahatsız ettiğini hatırlayalım. Benzer şekilde Türkiye’nin Katar’la kurduğu yakın ekonomik ve askerî iş birliğinin hem küresel hem de bazı bölgesel aktörleri rahatsız ettiği görülüyor. Katar belki bölgesel güç olarak adlandırılabilecek bir ülke değil, ancak sahip olduğu zengin doğalgaz ve petrol kaynakları açısından bakıldığında Türkiye’nin bu ülkeyle kurmaya çalıştığı ittifakın hem bölgesel hem de bölge sınırlarının ötesine taşacak etkiye sahip bir küresel güç ortaya çıkarması muhtemeldir.

İşte bundan rahatsız olan aktörler, Türkiye ile Katar arasındaki iş birliğinin sıkı bir ittifaka dönüşmesini engellemeye çalışıyor.

Gelecek yazıda buradan devam edelim…

[Türkiye, 21 Haziran 2017]

Etiketler: