Türkiye’nin Güvenlik Politikasında Yeni İmkânları

Türkiye’nin dış politikasında son dönemde izlediği bağımsız çizginin, kendisini Orta Doğu siyasal düzeninin sahibi olarak gören küresel aktörleri rahatsız ettiği biliniyor.

Türkiye’nin dış politikasında son dönemde izlediği bağımsız çizginin, kendisini Orta Doğu siyasal düzeninin sahibi olarak gören küresel aktörleri rahatsız ettiği biliniyor. Bu aktörlerin Ankara’yı yeniden eski yörüngesine döndürme çabalarının ise Türkiye’yi daha çok rahatsız ettiği ve güvenlik politikasında önemli değişiklikler yapmaya ittiği görülüyor.

ABD ve Avrupa ile gerginleşen ilişkileri, Rusya ile artırılan iş birliğini ve Orta Doğu siyasetinde yaşanan dönüşümleri bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Kendi çıkarlarını önceleyen politikaları yüzünden Batı’nın baskılarına maruz kaldıkça dış politikasını çeşitlendirme arayışı içerisinde Türkiye’nin Rusya gibi ülkelere yanaşması Washington ve Avrupa başkentlerinden gelen baskıyı daha da artırdı.

Bu baskı sürecinin önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye yönelik medya merkezli karalama kampanyalarıyla başlayıp, en sonunda 15 Temmuz darbe girişimiyle Türkiye’deki meşru iktidarın FETÖ aracılığıyla devrilmesine yönelik çabaya kadar uzandığı herkesin malumu.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye’nin güvenlik politikasında çok büyük bir dönüşümün miladı olduğunun altını çizmek gerek. Darbeci FETÖ mensuplarının ordu ve emniyet teşkilatından tasfiyesiyle birlikte güvenlik kurumlarının, olması gerektiği gibi, ülkenin seçilmiş hükûmetine itaat eder hâle gelmesi Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarının gerçekleştirilmesini mümkün kıldı.

15 Temmuz’un, Türkiye’nin güvenlik politikaları konusunda önemli bir kurum olan ordu açısından iki önemli sonucu oldu. İlk olarak ordunun darbeci unsurlardan arındırılması hükûmet ile arasındaki ilişkiyi olması gereken düzleme çekti. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri, artık meşruiyetini demokratik seçimlerden alan hükûmetlerin güvenlik politikasına dair kararlarını sorgulama alışkanlığından vazgeçti. İkinci olarak ise, ordunun darbecilerden temizlenmesiyle birlikte ABD’nin Türkiye siyasetine nüfuz etme konusundaki en önemli aracı elinden alınmış oldu.

Yani 15 Temmuz sonrasında yapılan tasfiye ve reformlar Türk ordusunu yerli ve millî karaktere kavuşturdu. Ancak bu konuda sürekli teyakkuz hâlinde olunması ve FETÖ benzeri örgüt veya kliklerin ordu içerisinde örgütlenmelerine ve silahlı kuvvetlerimizi meşru hükûmetin kontrolünden çıkarmaya yönelik girişimlerine karşı kuvvetli savunma mekanizmaları geliştirilmesi gerekiyor.

FETÖ üzerinden gerçekleştirilen 15 Temmuz saldırısı sonrasında ordu ve polisin bu örgüt mensuplarından arındırılması, Türkiye’nin huzur ve güvenliğine kasteden bir başka terör örgütü olan PKK’ya karşı mücadelede önemli başarıları beraberinde getirdi. Zira güvenlik kurumları içerisine sızmış FETÖ mensupları PKK’ya karşı mücadeleyi ciddi şekilde zaafa uğratıyordu.

Ordu ve polis ile hükûmet arasındaki ilişkinin olması gerektiği şekilde kurulması Türkiye’nin içeride olduğu gibi sınırlarının dışında da PKK karşısında etkili adımlar atmasını mümkün kıldı. Ülke içerisinde önce şehirlerde sonra da kırsal bölgelerde ağır bir yenilgiye uğratılan terör örgütünün Suriye ve Irak’ta etki alanını geliştirmesinin önüne geçmek için sınır ötesi operasyonlar yapıldı.

Kuzey Irak’ta PKK’nın sürekli vurulan kampları dışında Sincar bölgesindeki üsleri bombalanarak örgütün burayı ikinci Kandil yapmaya yönelik planları boşa çıkarıldı. Suriye’de ise Irak sınırına yakın Karaçok Dağı’ndaki PKK/YPG hedefleri vurularak, ABD’nin korumasına rağmen bu örgütün bölgedeki varlığına müsaade edilmeyeceği gösterilmiş oldu.

Fırat’ın batısında ise önce Fırat Kalkanı Harekâtı ile PKK/YPG’nin Menbiç’ten Afrin’e bir bağlantı kurması engellenirken, ardından Afrin’den bu örgütün atılmasına yönelik Zeytin Dalı Harekâtı başlatıldı. Her iki harekât, PKK/YPG ile mücadelenin Türkiye’nin Orta Doğu politikasının esasını oluşturduğunu göstermiştir. Bu mücadele çerçevesinde AK Parti hükûmetinin gerek ABD gerekse terör örgütü ile iş birliği eğilimindeki diğer ülkelerle karşı karşıya gelmekten çekinmeyeceği de muhataplarına açık bir şekilde anlatılıyor.

Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini bağımsız dış politika esası üzerinden yeniden dizayn etmesinin getirdiği bir başka imkân ise, terörle mücadele konusunda çok ihtiyaç duyduğu silahları kendisinin üretmesini sağlayacak olan yerli savunma sanayisini geliştirmeye yönelik adımların mümkün olmasıdır. Batılı ülkelerden silah temini konusunda sürekli olarak yaşanan sorunlar hatırlandığında, Türkiye’nin kendi silah kapasitesini geliştirmesinin önemi anlaşılır.

[Türkiye, 7 Mart 2018]

Etiketler: