Türkiye’de cumhurbaşkanlığı makamının demokratikleşmesi iki adımda gerçekleşti. İlk adım 2007 yılında muhafazakâr-dindar Abdullah Gül’ün Türkiye’nin 11. cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte “ideolojik uyum” şartının ortadan kalkmasıyla atıldı. İkinci adım ise, 12. cumhurbaşkanının direkt halk tarafından seçilmesiyle atılacak.
Vesayet döneminde cumhurbaşkanının seçiminde “ideolojik uyum” şartı aranıyordu. Buna göre, sadece seküler-milliyetçi kimliğe sahip siyasi aktörler cumhurbaşkanı seçilebiliyordu. Cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesinde ise, halk devre dışı kalıyor ve cumhurbaşkanı meclis ile vesayet güçlerinin müzakereleri sonucunda belirleniyordu. Bu müzakerelerde vesayet güçleri, özellikle de ordu belirleyici taraftı.
Bu süreçlerden sonra, cumhurbaşkanlığı makamına oturan siyasi aktörler ister istemez vesayetin siyasi amaçlarına uygun bir şekilde davranıyorlardı. Bu siyasi amaçların en önde geleni, devletin halktan korunmasıydı. 12. cumhurbaşkanının göreve başlamasıyla birlikte bu makama seçilecek siyasi aktöre kimlik dayatılmadığı ve doğrudan halk tarafından seçileceği için, siyasi fonksiyonu da önemli ölçüde değişecek. Böylece, cumhurbaşkanı devleti halktan koruyan bir makam olmaktan çıkıp, devlet ile halk buluşmasının gerçekleştiği demokratik bir makam haline gelecek. Gerçekten de, 12. cumhurbaşkanlığına aday olan siyasi aktörlere baktığımızda, cumhurbaşkanlığı makamının değişen anlamını ve demokratikleşmesini görebiliyoruz. Adaylar toplumun içerisinden, daha önce Kemalist devletin ötekisi olan muhafazakâr-dindar veya Kürt kimliklerine sahipler.
Etiketler:
- Analiz
- Siyaset
- Abdullah Gül
- Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)
- Atatürkçülük
- Bölgesel Aktörler | Küresel Aktörler
- Cumhurbaşkanlığı
- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
- Kemalizm
- Kürt Topluluğu
- Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
- Muhafazakar Topluluk
- Recep Tayyip Erdoğan
- SETA
- SETA Analiz
- SETA Çalışmaları
- SETA PDF
- Siyasi Aktörler
- Vesayet
- Vesayet Düzeni