Popülizm literatürüne katkılarıyla bilinen Jan-Werner Müller 8 Mayıs günü New York Times’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesi üzerine “Popülistler seçim kaybetmez” başlıklı eleştirel bir yazı kaleme aldı. (1) AK Parti’yi “otoriter popülist” bir parti olarak tanımlayan Müller, yazısında bu özelliğe sahip partilerin seçim kaybetmeyi kabullenemediği tezini işlemektedir. Müller’e göre AK Parti’nin hukuku ve demokrasiyi ayaklar altına alarak İstanbul seçimlerini yenilemesi hiç de şaşırtıcı değildir. Buna gerekçe olarak popülist partilerin milletin tek ve sahici temsilcisi olduklarını düşünmeleri ve bu düşüncenin de milletin kendilerini seçmeme seçeneğini ihtimal dışı bırakmasını göstermektedir. Bunun sonucunda popülist partiler seçim kaybettiklerinde ya seçmeni suçlama yoluna başvurmakta ya da daha yüksek bir ihtimalle seçime hile karıştırıldığı iddiasını gündeme getirmektedirler. Müller’e göre popülist parti ve liderler kendilerine oy vermeyen seçmenleri “gerçek millet” ya da “milletin bir parçası olamamak”la itham ederek dışlarlarken, kaybedilen seçimleri gayrı-meşrulaştırmak için her türlü yola başvurmaktan çekinmezler. Bunları yaparken ülkede bürokratik ya da ekonomik elitleri suçlarlar. Popülist partiler muhalefetteyken elitlerin kendilerine iktidar yolunu antidemokratik yollarla kapadıklarını, iktidara geldiklerinde ise yönetimlerini türlü yollarla sabote ettiklerini, yani kısaca millet iradesini gasp ettiklerini ısrarla vurgularlar. Elit-karşıtlığı yerli elitlerle sınırlı olmayıp uluslararası elitlere kadar ulaşmaktadır. Bu durum özellikle popülist hareketlerin iktidarı ele geçirmelerinden sonra nüksetmektedir. Popülizmin anti-elitist doğası gereği “popülist iktidar” bir çelişkidir. Popülist partiler iktidarlarını kısıtlayan ve elitlerin iktidar araçları olarak gördükleri kurumsal yapılardan da pek hazzetmezler. Kurumsal yapıları kasıtlı olarak zayıflatıp kişiselleşmiş bir yönetimin yapı taşlarını döşerler.
Popülizm demokrasiye karşı mı?
Müller’in bu tespitleri Türk siyasetine dair kısıtlı bir bilgiye sahip olduğunu ortaya koyduğu gibi, popülizme yönelik indirgemeci bir yaklaşıma sahip olduğunu da göstermektedir. Birinci soruna odaklanacak olursak, seçimlerin yenilenmesi meselesinde en azından akademik etik gereği yazarın diğer tarafın iddialarına da göz atması beklenirdi. AK Parti anayasanın kendisine verdiği hakları kullanarak seçimlere itiraz etmiş ve Yüksek Seçim Kurulu da bu itirazları yerinde bulup seçimlerin yenilenmesine karar vermiştir. Seçimlerin yenilenmesine karar veren AK Parti değil ülkenin bağımsız bir kurumudur. Kurumların ne ölçüde bağımsız olduklarını aldıkları kararlara göre ve işimize geldiği gibi değerlendirirsek otomatik olarak kurumsal yapıları sorgulamaya açmış oluruz. Alınan kararların demokratik ya da antidemokratik oldukları da sonuçlarından bağımsız olarak değerlendirilmelidir. Tüm bunların sonucunda kurumsal yapıların otorite kaybına uğraması ve zayıflaması kaçınılmazdır. Müller popülist hareketlerin en belirgin özelliklerinden birisinin kurumsal yapıları zayıflatmak olduğunu ileri sürmektedir. Bu olayda AK Parti kendi iktidarının öncesinde tesis edilmiş bir kurumun kararlarını saygıyla karşılarken, muhalefetin kararı demokratik siyasetin sınırlarını aşacak şekilde reddettiği ve karar alıcıları açıkça Meclis kürsüsünden tehdit ettiği görülmektedir. Bu durumda kurumsal yapıları zayıflatan kimdir?
Demokrasi nasıl güçlendi?
Müller aynı zamanda popülizm ile demokrasi arasında bir karşıtlık ilişkisi de kurmaktadır. Bu karşıtlığın Türkiye siyasetinde de geçerli olduğu ön kabulüne sahiptir. Müller Türkiye siyasetine dair kalem oynatmadan önce kulağına üflenen bilgilere itibar etmeyip konu üzerine biraz okuma yapmış olsaydı Türkiye’de demokrasinin popülist hareketler eliyle güçlendiği sonucuna kolayca ulaşabilirdi. Türkiye’de monarşiden cumhuriyete geçiş başlangıçta popülist, yani halkçı bir hareket olan Kemalizm sayesinde olmuştur. Kemalizm popülizmin şehadeti hüviyetindeki “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini yüksek sesle dile getirmiştir. Ancak Kemalizm’in zamanla popülizmi terk edip bürokratik elitist bir iktidara evrilmesi siyasette bir boşluk oluşturmuş ve böylece bir başka popülist hareket doğmuştur.
[Star, 12 Mayıs 2019]
Etiketler:
- Siyaset
- Yorum
- 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi
- 28 Şubat 1997 Post-Modern Darbesi
- 28 Şubat Süreci
- Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)
- AK Parti-MHP İttifakı
- Amerikan Medyası | ABD Basını
- Anavatan Partisi (ANAP)
- Atatürkçülük
- Batı
- Batı Basını
- CHP-HDP-İYİ Parti-SP-DP-DEVA-GP İttifakı
- Cumhur İttifakı
- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
- Demokrat Parti (DP)
- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)
- Halk Oylaması | Referandum
- Halkların Demokratik Partisi (HDP)
- İBB
- İktidar
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
- Kemalizm
- Koalisyon
- Millet İttifakı
- Milli İrade
- Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
- Muhafazakar Topluluk
- Muhalefet
- New York
- New York Times (NYT)
- Parlamenter Sistem
- Popülist Siyaset
- Popülizm
- Sağ Popülizm
- Savaş
- Seçim İttifakı
- Sekülerizm
- Siyasi İttifak
- Soğuk Savaş
- Sol Popülizm
- Star Gazetesi