Trump Güvenlik Doktrini Nasıl Şekillenecek?

Önümüzdeki günlerde açıklanması beklenen Güvenlik Stratejisi ise Trump yönetiminin dış politikada nasıl bir yol izleyeceği konusunda bir yol haritası niteliğinde olacak.

İktidara geldiği günden beri Trump’ın imza attığı her icraat tartışma konusu oldu. İçerde sıkıştıkça krizi dışarıya taşıma yoluna gitti. Çoğu zaman hangi kararın dış politika stratejisi, hangi kararın iç siyasetten kaynaklandığı konusunda bir çok tartışma yaşandı. En son dünyanın gözü önünde imza attığı Kudüs kararı dahi iç siyaset çerçevesinde değerlendirildi.

Öte yandan kimi zaman Çin, Kuzey Kore, Suriye ya da Rusya’ya yönelik sert açıklamaları da söz konusu oluyor fakat bu tehditlere karşı nasıl hareket edeceğine dair bir ip ucu yoktu. Attığı bir adımın ya arkası gelmiyor ya da ifadeleri ABD’nin bir başka kurumu tarafından düzeltiliyor ya da yalanlanıyordu.

Önümüzdeki günlerde açıklanması beklenen Güvenlik Stratejisi ise Trump yönetiminin dış politikada nasıl bir yol izleyeceği konusunda bir yol haritası niteliğinde olacak. Güvenlik stratejisi belgeleri Amerikan yönetiminin güvenlik anlayışını, tehdit algılarını ve bu tehditlere karşı hangi araçlarla karşı koyulacağı genel hatlarıyla ortaya koyuyor.

McMaster’ın geçen hafta yaptığı bir konuşma ABD basınında ayrıntılı bir şekilde yer aldı. Türkiye kamuoyunun gündemine “Katar ve Türkiye’nin radikalizmin yeni finansörleri” olarak suçlandığı konuşmadan bahsediyorum. Bu konuşmada McMaster Suudi Arabistan’ın da geçmişte bu yapılardan bazılarına yardım ettiği fakat günümüzde Türkiye ve Katar’ın bu yardımları sürdürdüğünü açıkladı. Bu yaftalamaların Türkiye için kabul edilmesi mümkün değil. Nitekim Dış İşleri Bakanlığı bu konuşmaya gerekli tepkiyi de gösterdi. Her ne kadar daha sonra yaptığı açıklamada başka türlü konuştuysa da niyetini ifşa etmiş oldu.

Aslında bahsi geçen konuşma daha geniş bir içeriğe sahipti ve Trump’ın ilan etmesi beklenen güvenlik stratejisine dair önemli ipuçları taşımaktaydı.

McMaster ABD’nin korunması gereken dört temel çıkarından bahsetmekteydi. Amerika’nın korunması, Amerikan refahının artırılması, barışı güç yoluyla korumak ve Amerikan etkisini devam ettirmek. Buna karşın üç önemli tehditle karşı karşıya olduklarını ifade etmiş. Birincisi, Amerika’nın müttefiklerini taciz eden, revizyonist bir strateji izleyerek uluslararası düzeni de bozmaya çalıştıkları için Rusya ve Çin. İkinci tehdit teröre destek veren ve kitle imha silahlarına sahip olmaya İran ve Kuzey Kore ise haydut devletler kategorisinde. Üçüncü tehdit ise radikal İslamcı yapılardan geliyor.

McMaster İhvan’ın bütün şubelerinin aynı yapıya sahip olmadığını vurgularken, yeniden bir “Mursi modeli”ne izin vermeyeceklerini açıkladı. Ve tam da bu noktada AK Parti’yi sivil topluma nüfuz eden, güç konsolidasyonuna giden ve Batı’dan kopan bir siyasi yapı olarak tanımladı. Başka bir deyişle iktidara gelmesine izin vermeyecekleri bir modelle eşitledi.

McMaster’ın açıklamalarının geneline bakıldığında Türkiye ve Katar’la ilgili kısım hariç sürpriz bir şey yok. Çin ve Rusya ABD’nin küresel siyaset düzeyindeki başlıca rakipleri. Hatta ABD’ye karşı birbirleri ile ittifak içinde olabilecek iki önemli güç olarak ön plana çıkıyor. İran 1979’dan beri ABD’nin hedefinde ve Bush da “haydut devlet” olarak tanımlamıştı. Kuzey Kore için de benzer bir tavra sahip. Ancak şimdiye kadar ideolojileri ön plana çıkarılarak ötekileştirilen bu iki ülke şimdi nükleer güce sahip ya da üretme kapasitesine erişmek üzere ve dolayısıyla artık ABD için daha fazla dikkate alınmaları gereken birer tehdit.

Eğer McMaster’ın Türkiye değerlendirmesi güvenlik belgesine yansırsa ABD ile bir dönem daha karşı karşıya kalacağız demektir. Yansımaması ise, krizlerden etkilenmeyeceğimiz anlamına gelmez.

Çünkü mesele aslında ABD’nin bu tehditlerin hangisini önceleyeceği ve hangi yöntemleri kullanacağı meselesidir.

Dahası ABD bir süre daha bu savruk siyasetine devam ederse, oluşacak boşlukları daha sonra doldurması zor olacaktır. Uzun vadede ise yine Rusya ve Çin ile doğrudan karşı karşıya kalmayı tercih etmeyecektir.

Türkiye ABD’ye ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın doğrudan hedef olmasa bile bu yöntemler dolayısıyla bir maliyetle karşı karşıya kalabilir. Tıpkı Suriye krizinde olduğu gibi. 2011’de ABD ile birlikte hareket eden Türkiye, 2013’ten itibaren bu krizin en fazla maliyet ürettiği ülkelerden biri oldu. Dolayısıyla ABD’ye yaklaşmak ya da işbirliği yapmak tek başına anlamlı değil. Türkiye hesabını buna göre yapmalı.

[Fikriyat, 18 Aralık 2017]

 

Etiketler: