Bilgin S. Şaşmaz - Anadolu Ajansı

Trump Döneminde Avrupa Güvenliği ve Türkiye Avrupa İlişkilerine Etkileri

Genişleme perspektifini kaybeden bir AB, mevcut sınırları ve bütünlüğünü koruma konusunda da zorlanacaktır.

AB projesi, Türkiye gibi dünyanın önemli çatışma bölgelerine komşu olan ve ekonomisinde kalıcı istikrar ve refah sağlama konusunda uzun yıllar sıkıntılar yaşayan bir ülke açısından yakın zamana kadar imrenilecek bir başarı hikayesi olarak algılanmaktaydı. Türk halkı AB yolunda yaşamış olduğu düş kırıklıklarına rağmen bu hayalin kapısında on yıllardır beklemeyi göze aldı. Türkiye açısından AB’ye tam üyelik hayalinin sürmesi aynı zamanda alternatif seçeneklerin göz ardı edilmesi anlamına gelmekteydi. Türkiye’nin alternatif arayışlar içine girmesini istemeyen AB liderleri yüzeysel de olsa Türkiye’nin birliğe tam üyelik hayalini canlı tutmaya çabaladılar. Soğuk Savaş’ın bitiminden sonraki belirsizlik dönemini bir fırsata çevirerek istikrar ve işbirliği alanını genişleten AB ise, yeni bir dönemin eşiğinde. Genişleme perspektifini kaybeden bir AB, mevcut sınırları ve bütünlüğünü koruma konusunda da zorlanacaktır. Türkiye gibi birliğe üyeliğe aday bir ülkeyi dışarıda tutmanın maliyeti, üyeliğin ortaya çıkaracağı maliyetten daha fazla olabilir. Türkiye’yi bünyesine dahil edemeyen bir AB’nin içe çökme ihtimali oldukça fazladır.

İç dinamikleri açısından yükselen popülist milliyetçiliklerin etkisini artırmakta olduğu AB, küresel siyasette Atlantik ötesi müttefiki ABD ile ilişkilerini yeniden belirlemek durumunda. Donald Trump başkanlığındaki ABD’nin, Avrupa ile çıkar öncelikli bir ilişki yürütmesi beklenmekte. Rusya ise AB üzerindeki baskısını artırarak özellikle bir kısmı AB üyesi olan eski Sovyet bloku müttefikleri ile ilişkilerini derinleştirme çabası içerisinde. Dış ortamda meydana gelen bu yeni gelişmeler ve Avrupa içerisindeki siyasi dönüşümün seyri, iç bütünlüğü yıpranan ve güvenlik kaygıları  artan yeni bir Avrupa’ya işaret etmekte. Bu Avrupa tablosu ABD ile eskisine göre daha mesafeli bir ilişkiye sahip olacaktır. AB açısından asıl soru Trump yönetiminin AB ve Rusya ile ilişkiler konusunda nasıl bir denge tutturacağıdır. AB’nin güvenliğe dair ve askeri konularda Rusya’yı tek başına dengeleme kapasitesi mevcut değildir. Öte yandan Trump döneminde Rusya’yı dengelemek için sıkılaştırılacak NATO ittifakı, AB üyesi ülkeleri kendi önderliğini yapmış oldukları değerlerle karşı karşıya getirecektir. Bu dengenin nasıl şekilleneceği Türkiye AB ilişkileri açısından da oldukça önemlidir.

Kendini Rusya’nın baskısı altında hisseden ve ABD’den beklediği desteği göremeyen Brexit sonrasının Avrupası, Türkiye ile ilişkilerini daha olumlu bir yönde revize etmek mecburiyetinde kalabilir. Popülist dalgaya kapılan liderler bu tabloyu görmek istemese de küresel siyasi trendler Avrupa aleyhine gelişmekte. Obama başkanlığında ABD ile sıkıntılı bir dönem geçiren Türkiye açısından ise Trump dönemi hem fırsatlarla hem de risklerle dolu. Trump’ın Rusya ile ilişkilerini fazlaca geliştirmesinin Türkiye açısından olumsuz sonuçları olabilir. Böylesi bir senaryo Türkiye ile AB’yi birbirine yakınlaştıracaktır. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye aleyhine almış olduğu karar ve Türkiye’yi tehdit eden terör örgütlerine vermiş olduğu aleni destek, AB’nin muhtemel siyasi ortamı iyi okuyamadığının göstergesidir. Türkiye AB ilişkilerini yeniden rasyonel bir zemine oturtma konusundaki öncelikli sorumluluk Avrupa liderlerindedir.

Bazı AB üyesi ülkelerin Rusya ile ilişkilerini geliştirme çabaları AB içerisindeki çatlakları derinleştirecektir. Rusya önümüzdeki dönemde bilinçli olarak bu ayrımı derinleştirmeye oynayacaktır. AB’nin hem ABD ile hem Rusya ile hem de Türkiye ile eşzamanlı olarak belirsiz bir döneme girmesi, yönetilmesi oldukça zor olan bir risktir. Türkiye’nin de kendi istikrarı açısından AB, ABD ve Rusya üçlüsünden en az ikisi ile olumlu ilişkilerini sürdürmesi gerekmekte. Böylesi bir ortamda bu dengeyi muhafaza edebilmek Türkiye açısından da oldukça zorlu bir mücadele olacaktır. Bu tablo, Türkiye ile AB’nin ilişkilerini olumlu yönde derinleştirmelerini zorunlu kılmakta ancak Avrupa’da bu tabloyu ideolojik takıntılardan soyutlanmış bir şekilde okuyabilecek bir liderlik iradesi mevcut değil. Türkiye ise 15 Temmuz sonrası FETÖ ile mücadelesinin ve PKK ile mevcut mücadelesini Avrupa kamuoylarını yeterince anlatamamaktadır. Bu da AB içerisindeki Türkiye karşıtlarının eline kozlar vermektedir.

TRUMP PRAGMATİZMİ

Yüzyıllarını savaş ve çatışmalarla tüketmiş yaşlı kıta açısından İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem görece barış, istikrar ve refah dönemi olarak nitelendirilebilir. Bu dönemin oluşmasında Avrupa Birliği’nin önemli bir rolü olduğu gerçeği inkar edilemez, ancak bu başarı hikayesinin bütününü AB odaklı bir şekilde açıklamak son derece yanıltıcı olacaktır. Avrupa tarihi açısından mevcut barış ve istikrar döneminin kalıcı mı yoksa Avrupa tarihi içerisinde istisnai bir dönem mi olduğuna dair net bir çıkarım yapmak için ise henüz oldukça erkendir. Bu dönemin oluşumunda Avrupa’nın siyasetini, ekonomisini ve toplumsal hayatını şekillendiren liberal değerler önemli rol oynamıştır. Bu liberal değerler ve bu değerleri pratik hayata taşıyan kurumlar Avrupa Birliği’nin de alameti farikası olmuştur. Avrupa Birliği projesi de bu değerler etrafında inkişaf etmiştir.

AB ülkeleri son dönemde kendi önderliklerini ettikleri, kurumsallaştırdıkları ve aday ülkelere adaptasyon konusunda zorunlu tuttukları liberal değerlerle sınanmaya başladılar. Avrupa açısından bir gelecek projeksiyonu yapıldığında bu değerlerin daha da kökleşeceğine dair çıkarımda bulunmak oldukça zor. Avrupa halkları ortak değerleri ile farklılaşan yerel çıkarları arasında seçim yapmak zorunda kaldıklarında kendi ülkelerinin münferit çıkarlarını ön plana çıkaran sağ ve sol popülist liderleri tercih ettiklerini göstermektedirler. Bu trendin yakın gelecekte de devam etmesi muhtemeldir. Bu açıdan bu başarı hikayesinin değer boyutu sarsıntı yaşamaktadır. Eğer yönetilemezse bu sarsıntılar daha büyük krizlere öncülük edebilir.

Obama döneminde Avrupa ile ortak liberal değerler üzerinden söylemsel bir birliktelik kuran ABD’de ise durum değişmektedir. Avrupa’daki ekonomik ve siyasi iniş çıkışlara rağmen George W. Bush döneminin gerilimli AB-ABD ilişkisi Obama döneminde daha istikrarlı bir seyirde ilerledi. Siyasi söylemlerinde değerleri ikinci plana iten ve pragmatist bir siyasi dili benimseyen Donald Trump döneminde, ABD-AB ilişkileri önemli bir türbülansa gebedir. Trump açısından sağlıklı ve sürdürülebilir bir ilişkinin temelini ortak soyut değerler değil, karşılıklı ve sürdürülebilir maddi çıkarlar oluşturacaktır. Bu yönü ile değer bazlı şekillenmiş AB bloğu ile muhatap olmaktansa tek tek ülkelerle çıkarlar üzerinden ilişkilerin sürdürülmesi daha tercih edilir bir seçenek olacaktır. Trump dönemi Avrupa açısından yeni bir meydan okuma dönemi olacaktır.

AVRUPA’NIN GÜVENLİĞİ SORUNU

Avrupa mucizesi hikayesini yalnızca liberal değerler ve kurumlar ekseninde açıklamak eksik olacaktır. Bu hikayenin gelişmesinin en az iki temel sacayağı daha vardı. İlki Avrupa’nın liberal değerler etrafında gelişmesini ve kalkınmasını destekleyen ve teşvik eden Atlantik ötesi büyük ortak ABD’dir. ABD, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrası iktisadi ve siyasi açıdan toparlanmasında öncü rol oynamıştır. NATO ile Avrupa güvenliğinde garantörlük rolü oynamaya başlayan ABD, Avrupa’nın varoluşsal güvenlik kaygılarını büyük ölçüde gidermiş ve Avrupa’nın güvenlik maliyetlerini de azaltmıştır. Öğrencilik yıllarımızda ikinci dünya savaşı sonrasının Avrupa’sını tarif etmek için kullandığımız en popüler tabirlerden biri “iktisadi dev, askeri cüce” ifadesi idi. Avrupa’nın ekonomik kalkınması ve kurumsallaşması ABD’nin garantörlüğündeki bir ortak güvenlik ortamında şekillendirmişti. ABD’nin NATO üzerinden sağladığı güvenlik kalkanı olmasaydı, Avrupa iktisadi bir dev haline dönüşemezdi. ABD ile AB arasındaki bu dayanışma uzun yıllar iki tarafın da ortak çıkarlarına hizmet etti.

Batı Avrupa’nın dayanışmasının bir diğer ayağını ise şüphesiz Avrupa’yı tehdit eden Sovyet tehdidi oluşturmaktaydı. Avrupa’nın doğu kısmındaki ülkelerin Soğuk Savaş boyunca büyük ölçüde Sovyet kontrolünde olduğu bir ortam dayanışma ruhunu daha diri tutmaktaydı. Batı Avrupa’nın Atlantik ötesi müttefiki, ABD’nin teşvik hatta, teşvikin de ötesindeki girişimleri Batı Avrupa’nın Sovyet tehdidi karşısında daha dirençli bir duruş sergilemesini sağlamıştı. Avrupa’nın popülist milliyetçi ve yabancı düşmanı liderleri bugün ise kendi içinde yeni tehditler üretmektedirler. Bu yeni tehditler mevcut şekli ile yönetilmeye çalışılırsa Avrupa içerisindeki sınırları yeniden tahkim edecektir ve Avrupa’yı kendi içerisinde bölecektir. Bu AB mantığı ile çelişen bir trenddir.

ABD-RUSYA İLİŞKİLERİ

Trump, Avrupa’nın güvenlik maliyetini üslenmek istemediğine dair mesajlarını kampanyası esnasında doğrudan ifade etti. Bu mesaj ABD’nin NATO ittifakını zayıflayacağı anlamına gelmez, ancak Avrupalı müttefiklerin güvenlik ve caydırıcılık kapasitesine daha fazla katkı sağlamalarını zorunlu kılabilir. Trump yönetimi, Avrupalı müttefiklerinin, özellikle Ortadoğu ve Pasifik bölgelerinde ABD’nin güvenlik yükünü ve maliyetini paylaşmasını isteyecektir. Trump, ABD’yi daha izolasyonist bir noktaya çekmeyebilir ancak Avrupa üzerinde müttefiklik bağlamında daha fazla baskı olacaktır. Azalan genç nüfusun askere alınması, zorunlu askerlik uygulamalarının tekrar hayata geçirilmesi ve Avrupa’da yeni askeri projelerin önünü açacaktır. Trump’ın vurguladığı diğer bir husus ise, dünyadaki liberal ticaret rejiminin ABD’nin çıkarlarının zıddına çalıştığı ve ABD’nin bu serbest ticaretin geliştirilmesi konusunda da daha az istekli olacağı anlamına gelir. TTIP (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) gibi liberal işbirliğini geliştirmeyi hedefleyen anlaşmaların da önümüzdeki dönemde desteklenmeyeceğini ortaya koydu. AB ülkeleri, Trump döneminde güvenlik alanının yanı sıra ekonomik alanda da daha dar bir işbirliği çerçevesine razı olmak zorunda kalabilir. Bütün bu tablo birlikte okunduğunda AB ile Türkiye’nin güvenlik ve ekonomi alanlarında işbirliğini derinleştirmeleri, alternatif senaryolara göre iki tarafın da daha fazla çıkarına olacaktır. AB üyesi ülkeler, Trump yönetimindeki ABD ve Rusya ile ilişkilerini yeni bir zemine oturtma konusunda şanslarını deneyeceklerdir ancak mevcut tablo çok umut vadetmemektedir. Trump dönemi AB açısından risklerle doludur ve AB’nin bu riskleri yönetme konusunda kaçınması gereken ilk şey Türkiye gibi aktörleri küstürmemek olmalıdır. Türkiye açısından en önemli meydan okumalardan biri ABD, AB ve Rusya arasında denge kurmak olacaktır.

[Star Açık Görüş, 11 Aralık 2016]

Etiketler: