Trade-Off

Tıpkı toplumun her minik aktörünün trade-off mantığıyla yönlenen kararları gibi, makro düzeyde baktığımız ülke ekonomisinde de bu tür seçimlik çelişkiler yaşanabiliyor.

İçinde bulunduğumuz hali iyi özetlediğinden, başlığa olduğu gibi attım. Zira bu ifadeyi “ödünleşim” kelimesi ne kadar iyi ifade eder, bilemiyorum. En basit şekliyle anlatmaya kalksak, “kararların bedelleri” babında bir yazı sizleri bekliyor. Konumuz, ekonomimiz. Konumuz, kur. Konumuz, istikrar.

Öyleyse, trade-off’u daha nasıl ifade edebiliriz ile başlayalım. Şöyle ki; bir işten bir fayda sağlayacaksak, onun karşılığında illaki bir bedel ödüyoruz. Az ya da çok, açıktan veya gizli. Ve aslında her birimiz hayatlarımızda bu konseptin bizzat uygulayıcısıyız. Nitekim verdiğimiz her günlük, saatlik, anlık karar bir başka şeyden vazgeçmek anlamına gelirken, bunu bilinçli ve çokça zaman da bilinçsiz (derken otomatik) olarak tatbik ediyoruz.

İşte tıpkı toplumun her minik aktörünün trade-off mantığıyla yönlenen kararları gibi, makro düzeyde baktığımız ülke ekonomisinde de bu tür seçimlik çelişkiler yaşanabiliyor. Ki bu minvalde şekillenen politikalar da, kritik önemi haiz mahiyetleriyle ciddi sorumluluklar taşıyabiliyor. Yine basitçe ifade edecek olursak, mesela kaş yapayım derken göz çıkarmamak gerekiyor.

DOLARIN REKORU

Tam bir hafta önce bu köşede enflasyonu irdelerken altını çizmiştim. Ayrıca “Zor Zamanlar” deyip, “Sinyal” deyip, başka çeşitli vesileler deyip, mütemadiyen ifade etmeye çalışmıştım: Döviz kuru denen oldukça kritik bir derdin içinden geçmekteyiz. Bu hafta TL’nin başına gelenler malumunuz. Ülkenin öncelikli gündem maddelerinden olduğundan, anlatmaya bile lüzum yok. Sadece bir önemli detayla değinip geçeyim: 2016 son çeyreğinden bu yana fena zedelenen Liramız, kendisini, komşusunun duvar üstünden direkt vurduğu Meksika Pesosu’ndan dahi hırpalanmış bir vaziyette buldu. İşte bu, çanların ne derece güçlü çaldığını gösteren bir resim oldu.

Kurun arka planında ne zamandır tartıştığımız olumsuzlukların üzerine düşen yeni tablonun içini ister siyasi belirsizlik, ister spekülatif atakla doldurun, sonuçta çözüm niteliğinde ciddi hamlelere ihtiyacımız olduğu ortada… Nitekim kurda son dönemde yaşadığımız gelişmeler, hem fiyat istikrarını hem de finansal istikrarı tehdit etme riski taşıyor. Bu bağlamda ise, TCMB’ye müthiş önemde bir görev düşüyor ki, son günlerde bir takım tedbirleri devreye soktuğunu da görüyoruz.

Tabii Merkez Bankası, tek sorumlu mecra değil. Özellikle de yaşanan dönem itibariyle, siyaset cephesinin de bu işte takınması gereken bir tavır var. Bu ise, bir uyum içerisinde net ve itidalli açıklamalar yapmak, ortama dair yumuşatıcı izlenimler vermek ve en temelinde güven ortamı yaratmaktan geçiyor.

KUR MU FAİZ Mİ?

Şimdi buradan trade-off konusuna bağlayalım. Şu mevzubahis seçimler arası çelişki nereden ileri geliyor derseniz, konuya içinde bulunduğumuz düşük büyüme ortamından gireyim. Nitekim sıkılaştırılmış bir para politikası, elbette büyüme arzusunda olan bir ekonomi için kısa vadede müjdeli bir haber olmaz. Bununla birlikte, döviz kurundan gelen baskının, bilhassa enflasyon, döviz yükümlülükleri ve ticaret bağlamında asapları bozduğu mevcut ortamda, bir kısır döngünün içine girme durumumuz var. Dolayısıyla para politikasını gerektiğinde (yeterince) sıkmayarak büyümeye arka çıkmak gibi bir yaklaşım, aslında sayıp durduğum saikler çerçevesinde ekonomik performansa zincirleme bir gölge düşürebilir. Ben burada özellikle de, kur sıçramasından dolayı giderek zedelenen “öngörülebilirlik” mevzuunu çok önemsiyorum.

Bakın mesela açacak olursak, burada anahtar bir soru var: Ekonomide faiz artışı mı daha yavaşlatıcı bir etki yaratır, yoksa kur artışı mı? İşte bu pek ilgili sorunun da iyi cevaplanması gerekiyor. Ve ben size örneğin, şu şiddette yaşadığımız kur etkisinin belli başlı sektörleri ciddi yıpratma riski taşıdığını da üzülerek söyleyeyim. Bu nedenle, iyi ölçümler ve yerinde hamleler yapmak şart. Tabii burada bir diğer kritik mesele de, zamanlamada yatıyor. Hamlelerin zamanlama kaynaklı maliyetlerini iyi hesaplamakta…

KESİŞİM KÜMESİ

İki mesul kümeden bahsettim: TCMB ve siyasi kanat. İkisinin de şu süreçte taşıdığı sorumluluk ayrı ayrı büyük. Ve burada bir de kesişim kümesi var ki, o da TCMB’nin bağımsızlığına ve bunun algısına dair. Nitekim TCMB’nin hangi kararı verirse versin, bunu siyasetten arınmış bir şekilde verdiği mesajını oturtmak gerekiyor. Ki böylelikle herhangi dozda bir hamle, hedeflendiği ölçüde etki yapabilsin ya da yapamıyorsa bunun sebebi kararın özünde tespit edilip doğru reçete yazılabilsin.

İşte bu minvalde düşünüp bu satırları yazmışken, son anda Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelen açıklamayı da eklemeden yazıyı noktalamak istemedim. Zira önemli. Sayın Cumhurbaşkanı’nın, TCMB’nin son gelişmeler karşısında gerekli tedbirleri alacak imkân ve kabiliyetlere sahip olduğunu beyan etmesi, Merkez’in yapması gereken hamlelerin etkinliği açısından anlam içeren bir zemin tamiri.

Şimdi tabii bu noktada, Merkez bir hamle yapacaksa bu da siyasi onayla mı oldu o halde, diye yorumlar da gelebilir. Buradan hareketle söylenecek ise, bu noktadan sonra “cümleten” sakinleşmemiz ve Merkez’in etkili politikalar sergilemesini umup beklememizdir.

Zira unutmamamız gereken şu ki, önümüzde “aylarla” ifade edilebilecek uzun bir süre zarfında, çeşitli riskler dizilmiş bizi bekliyor olacak. O halde herkes bunun farkındalığıyla, kendine düşen ideal duruşu sergilemelidir. Nitekim büyümeye dair algılanan o trade-off, aslında doğru politikalar kurgulandığında orta ve uzun vade penceresinden bir trade-off olarak gözükmeyebilir. Asıl olan, bakış açısıdır, hedefin mesafesidir.

Memleketin hayrı için, uzun menzile odaklanılmalı…

[Yeni Şafak, 13 Ocak 2017]

Etiketler: