Putin, Guterres ve Sürüklendiğimiz “Kaos Çağı”

|
Son üç günde gerçekleşen bir röportaj ve bir konuşma dünya siyasetinin nereye gittiği hususunda alarm …
  • 15 Mayıs 1948'de devlet olarak kurulan ve bu tarihten itibaren diğer devletler tarafından "tanınma"; dolayısıyla diplomatik ilişki kurmayı önceleyen İsrail'i zaman içerisinde birçok ülke tanıma kararı almıştı. İsrail'i kurulduğu andan itibaren dönemin büyük güçleri Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tanımış ve diplomatik ilişkiler tesis edilmişti. Arap ülkeleri ise İsrail'in Filistin topraklarını işgal etmesine karşı çıkmış ve İsrail'i tanımama kararını benimsemişti. Fakat 1978'daki Camp David zirvesi ile Mısır, 1994'te ise Ürdün İsrail'i tanıdı ve Arapların İsrail'e yönelik diplomatik boykotu sona erdi. Bu kararın arkasında büyük oranda 1948, 1967 ve 1973 savaşlarında Arap devletlerinin askeri olarak İsrail'e karşı zafer elde edememeleri büyük rol oynadı. Dolayısıyla askeri olarak savaşları kaybeden ve tarihsel olarak İsrail ile savaşan en önemli aktörler olan Mısır ve Ürdün, İsrail'i tanımak zorunda kaldı. Bu süreç büyük oranda ABD'nin girişimleri ve arabuluculuğunda hayata geçirildi.
  • Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Çin ziyareti sırasında ve sonrasında yaptığı açıklamalar çok büyük tartışmalara yol açtı.
  • HDP kurulduğundan bu yana Türk solunun irili ufaklı çok sayıda örgütüyle birlikte hareket ediyor. Hatta partileşmeden önce kurulan Halkların Demokratik Kongresi adlı çatı örgütü, PKK ve bağlı kuruluşlarının yanı sıra bu sol partilerden ve STK’lardan oluşuyordu.

Bu Konuda Daha Fazla :

  • Toplantının 5 üyesinden 3'nün Türk soylu olması, bunlardan 3'ü (Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan) Türk Devletleri Teşkilatı'na üye, birisinin (Türkmenistan) ise gözlemci üye olduğu ve Tacikistan'da da ciddi sayıda Türk nüfusu bulunduğu hususları göz önüne alındığında Türk Dünyası Teşkilatı'nın da örgütsel olarak bu oluşumda aktif katılım sağlamasının faydalı olacağını belirtmek gerekir.

  • Türk Devletleri Teşkilatının önemli bir üyesi olan Özbekistan'ın üniter yapısının, milli bütünlüğünün ve istikrarının bozulması bölgede domino etkisi oluşturarak bölgenin istikrarsızlığına yol açacaktır. Türk Devletleri Teşkilatının ivedilikle Özbekistan ile yakın işbirliği ve diyalog içine girmesi bölgenin istikrarı açısından önem arz etmektedir.

  • Türk Devletleri Teşkilatına üye ülkelerin ikili ilişkilerinin artması, Teşkilatı daha güçlü hale getirecektir. Türkiye ile Özbekistan arasında yüksek düzeyde devam eden bu ilişkiler halkasına Azerbaycan'ın da katılmış olması bölge güç dengesi açısında da önemli sonuçlar doğuracaktır.

  • Ukrayna'nın Rusya karşısında yalnız bırakılması, tarihin sayfalarına büyük bir yanılgı olarak geçer. Erdoğan bunu Batılı liderlerin yüzüne her zamanki sahiciliğiyle söylüyor. Rusya'nın Ukrayna saldırısı, Türkiye'nin stratejik önemini ve Erdoğan'ın liderliğinin anlamını Batı başkentlerine yeniden gösterdi. Ankara'ya daha sık kulak vermekte fayda var.

  • Birinci Dünya Savaşı öncesi, Avrupalı devletler kısır bir döngü içinde kaynaklarını ve enerjilerini güvenlik ikilemine feda ederlerken ABD'nin Avrupa içi mücadelelerden uzak duran izolasyoncu politikası ile kendi içinde kaynak ve güç maksimizasyonu, onu savaş sonrasında dünyanın başat gücü konumuna yerleştirmiştir. Benzer bir senaryo, önümüzdeki on yıllar içerisinde bu defa Çin için çalışabilir. Eğer şahitlik ettiğimiz süreç gerçekten böyle bir süreçse, Çin'in zaten herhangi bir özeleştiri içerisinde olmasına gerek yok demektir.