Sözde İbrahim Anlaşması ve Türkiye’nin Tavrı

Sırtını İsrail lobisi ve dolayısıyla ABD’ye dayaması Abu Dabi yönetimini Libya’dan Somali ve Yemen’e, Mısır’dan Suriye ve Katar’a uzanan coğrafyada önemli bir aktör hâline getiriyor.

Amerikan Başkanı Trump, perşembe günü İsrail ile Birleşik Arap Emîrliklerinin ilişkilerini normalleştirme konusunda anlaşmaya vardıklarını duyurdu ve bu gelişmeyi “İbrahim Anlaşması” (Abraham Accord) olarak niteledi.

Trump’ın bu duyurusu sonrasında İsrail Başbakanı Netanyahu, Batı Şeria topraklarına yönelik ilhak planında bir değişiklik olmadığını, sadece Trump’ın ricası üzerine bazı bölgelerin ilhakını geçici olarak askıya almayı kabul ettiğini açıkladı.

Bu anlaşmayla birlikte BAE’nin Mısır ve Ürdün’ün ardından İsrail’i tanıyan üçüncü Arap ülkesi olma yolunda önemli bir adım attığı görülüyor. Diğer ülkelerin İsrail ile barış anlaşması imzalayarak bu ülkeyi tanıdıkları dönem ile karşılaştırıldığında şu soruları sormak gerekiyor:

Mısır, İsrail tarafından işgal edilmiş topraklarını geri almak için Filistin davasına desteğini kesti ve İsrail’i tanıdı. Ürdün ise Filistin ile İsrail arasında kapsamlı bir barışı içeren Oslo Çerçeve Anlaşması’nın olumlu atmosferinde barışı teşvik etmek için İsrail’i tanıyıp Tel Aviv ile barış anlaşması imzaladı. Peki, BAE’nin İsrail’i tanımasının gerekçesi nedir? Abu Dabi yönetimi böyle bir adım karşılığında ne elde etmeyi amaçlıyor?

Netanyahu hükûmetinin kalan Filistin topraklarını da ilhak etmeye hazırlandığı bir dönemde İsrail’i tanıyarak bu politikaya destek veren Abu Dabi yönetimine diğer Arap ülkeleri nasıl bir tepki gösterecek? İsrail’i tanıdığı zaman Mısır’ı Arap Birliği üyeliğinden attıkları gibi BAE’yi de üyelikten çıkarırlar mı?

Cevaplara ilk sorudan başlarsak, aslında Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in İsrail ve dünyadaki bütün Siyonistleri çok memnun eden bu adımın karşılığını çoktan almış olduğunun altını çizelim. BAE gibi yerli Arap nüfusu ancak bir milyon kadar olan bir ülkenin Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Afrika Boynuzu’nda oynadığı role bakıldığında, bu ölçekte bir ülkenin bu kadar etkin ve agresif bir politika izlemesinin normal olmadığı görülür.

Ancak sırtını İsrail lobisi ve dolayısıyla ABD’ye dayaması Abu Dabi yönetimini Libya’dan Somali ve Yemen’e, Mısır’dan Suriye ve Katar’a uzanan coğrafyada önemli bir aktör hâline getiriyor. Bunun BAE halkının mı yoksa İsrail ve ABD’nin mi çıkarlarına hizmet ettiği ise ayrı bir mesele. Zira Abu Dabi yönetiminin söz konusu ülkelerde bağımsız bir aktörden çok, ABD ve İsrail’in vekili gibi davrandığı, Arap halklarının BAE’ye karşı öfkesine sebep olduğu ve Arap dünyasını böldüğüne dair eleştiriler gün geçtikçe artıyor.

İsrail’i tanıdığı için Mısır’a gösterilen tepkinin BAE’ye de gösterilip gösterilmeyeceği sorusunun cevabı ise açıktır. Müslüman Arap halkları, Batı Şeria ve Kudüs’ün kalan kısımlarını tamamen Filistinlilerden koparma hazırlıkları yapan İsrail’i tanıma yönünde adım atarak onu ödüllendiren Abu Dabi yönetimini affetmeyecekler. Fakat Arap Birliği’ni iyice kontrolü altına alan Suudi Arabistan, bu örgütten Muhammed bin Zayed’i (MbZ) üzecek bir karar çıkmasına müsaade etmeyecektir. Hatta Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin benzer adımları atmak için uygun koşulları beklediğini de eklemek gerekir.

Türkiye’nin de İsrail’i tanıdığını, bu durumda BAE’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme adımı atmasının eleştirilmemesi gerektiğini söyleyenler var. İsrail yayılmacılığı ve hukuk tanımazlığının zirve yaptığı bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hukuksuzluğa gösterdiği tepki yüzünden Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulduğunu, buna karşılık BAE-İsrail ilişkilerinin MbZ’nin aynı hukuksuzluğa destek vermesinden dolayı geliştiğini unutmamak gerekir.

Daha önceki dönemde atılan birtakım doğru ve yanlış adımlar bir tarafa bırakılırsa, AK Parti döneminde Türkiye’nin İsrail politikası körü körüne bir İsrail karşıtlığı ya da taraftarlığına dayanmamaktadır.

Filistin’in haklı davasına destek olan Türkiye, İsrail tarafında barış yönünde bir eğilim gördüğünde barış çabalarına destek olmak için Tel Aviv yönetimiyle ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiş, aksi durumda ise İsrail’i en fazla eleştiren ülkelerin başında gelmiştir.

Türk-İsrail ilişkilerinde yaşanan en önemli kırılma anlarından biri olan Davos Krizi’nin, İsrail’in 2008/2009’da Gazze’ye yönelik üç haftalık saldırısında 1.200’den fazla masum insanın hayatını kaybetmesinden hemen sonra olduğunu hatırlamak gerekir.

Türkiye, BAE’nin tam tersi bir şekilde, İsrail’in en saldırgan olduğu dönemlerde bu ülkenin karşısına dikilmiştir. İsrail lobisinin oyuncağı olmayı reddetmiş ve bu tercihinden dolayı, başta Abu Dabi olmak üzere bu lobinin tetikçilerinden gelen her türlü saldırıya karşı direnmektedir.

[Türkiye, 15 Ağustos 2020]

Etiketler: