SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran: Düşünce Kuruluşları Türkiye’nin Önünü Açar

Batıda, özellikle de Amerika’da sektör denilebilecek düzeyde yaygın olan düşünce kuruluşları, Türkiye’de çok fazla bilinmiyor. Bunlardan en kapsamlı olan SETA, birçok alanda çalışmalarının yanı sıra geçen haftalarda Toplum ve Medya biriminin hazırladığı “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı raporuyla gündeme geldi. Raporda, yabancı medyada çalışan gazetecilerin isimlerine de yer verildiği için, “SETA fişleme mi yapıyor” algısına yol açtı.

Batıda, özellikle de Amerika’da sektör denilebilecek düzeyde yaygın olan düşünce kuruluşları, Türkiye’de çok fazla bilinmiyor. Bunlardan en kapsamlı olan SETA, birçok alanda çalışmalarının yanı sıra geçen haftalarda Toplum ve Medya biriminin hazırladığı “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı raporuyla gündeme geldi. Raporda, yabancı medyada çalışan gazetecilerin isimlerine de yer verildiği için, “SETA fişleme mi yapıyor” algısına yol açtı.

SETA Genel Koordiantörü Burhanettin Duran’a bu raporu hazırlama sebeplerini sorarken, düşünce kuruluşlarının ne iş yaptığını da masaya yatırdık. “Düşünce kuruluşları ne kadar çeşitli ve etkin olursa, karar alıcı aktörlerin önü o derece açılır” diyen Duran, Cumhurbaşkanlığı sistemine paralel olarak Türkiye’de düşünce kuruluşlarının artması ve daha da genişlemesi gerektiği görüşünde.

Geçenlerde SETA’nın hazırladığı “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” raporu çok konuşuldu. Aslında yabancı medyanın Türkiye’de hangi hız ve saiklerle arttığı önemli bir konu. Fakat isim isim orada çalışan gazetecileri vermek “SETA fişleme mi yapıyor” söylemine yol açtı. Rapor ve eleştiriler hakkında ne söylemek istersiniz?

Bu rapor, uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye’deki temsilcilerinin tek sesli mi yoksa çok sesli mi oldukları meselesini masaya yatırıyor. Bu konu son birkaç yıldır çok konuşuluyor. Çünkü Türkiye’deki medya düzeninin nereye gittiğine dair yapılan eleştirilerle paralel bir dönemde, uluslararası kuruluşların Türkiye’ye olan ilgisi arttı. Bu kuruluşların nasıl bir yayın politikalarının olduğu, tabii ki bir çalışma alanı olarak SETA’nın “Toplum ve Medya” biriminin ilgi alanına giriyor.

Raporda herhangi bir şekilde muhalif örgütlenmeyle ya da suçla ilişkilendirme söz konusu değildir. Orada “ağ”lama yönteminin kullanılması ve insanların isimlerinden bahsedilmesi, onların muhalif siyasi kimlikte olup olmadıklarını etiketleme ile kesinlikle ilgili değildir. Bu, sadece resmin farklı renklerini ortaya koymak içindir. Çünkü raporda da gösterildiği gibi bu medya kuruluşlarında çalışanların arasında muhalif olanlar da var, olmayanlar da var.

Akademik olarak bu değerlendirilebilir, eleştirilebilir. Ama ne yazık ki bu raporun söylemeye çalıştığı şey göz ardı edildi. Bu rapor çok net bir şekilde “Uluslararası medya kuruluşlarının bazılarının Türkiye’deki varlıkları ağırlıklı olarak tek yanlı, Türkiye’nin kendi içerisindeki siyasi rekabetine taraf olarak tek sesli bir yapılanma içerisindedir” diyor. Türkiye’de bu kuruluşların basın ilkelerine uygun olarak tarafsız haber vermeleri lazım. Aksi takdirde bağlı oldukları ülkelerin nüfuz araçları hâline gelirler. Biz aslında bu anlamda yeni gelişen bir sektörün ne durumda olduğunu ortaya koyduk.

İsim vermeden yapılamaz mıydı?

İsim vermeden yapmak da bir yöntem, bu da düşünülebilir. Biz zaten yapılan akademik eleştirileri de değerlendiriyoruz. Ama raporda eleştirildiği şekilde bir suç isnat edecek veya bir pozisyonu bir suçla ilişkilendirecek herhangi bir değerlendirme yok. Bu kişilerin herkese açık olan kendi biyografilerinden ortaya koyulan ve sosyal medyada kolaylıkla ulaşılabilecek bilgilerden yapılan küçük derlemeler var. Biz ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz. Aslında raporun içeriği çok önemli ve bu anlamda karşılığının olduğunu düşünüyorum. Ancak buna karşı gösterilen tepkinin ise çok haksız ve maksatlı olduğu kanaatindeyim.

PKK VE FETÖ DE ÇALIŞMA ALANIMIZDA

Düşünce kuruluşları ülkemizde çok yaygın olmayan kuruluşlar. SETA hangi alanlarda çalışıyor ve çalışma usulünü nasıl özetlersiniz?

SETA 2006’da kuruldu. Ankara merkez olmak üzere İstanbul, Washington, Berlin ve Brüksel’de beş ofisimiz var. Çalışma alanları içerisinde eğitim ve sosyal politikalar, hukuk ve insan hakları, dış politika, iç siyaset, güvenlik, strateji, Avrupa, toplum ve medya, ekonomi ve enerji bulunuyor. Bu yönüyle baktığımızda SETA çok geniş alanlarda çalışan bir düşünce kuruluşu. Sadece analiz, rapor ve kitaplarımızın sayısı 530’u aştı. Ayrıca üç ayda bir yayımlanan İngilizce Insight Turkey ve Arapça Rouya Turkiyyah | رؤية تركية’nin yanında aylık popüler siyasi dergi Kriter’le birlikte 3 dergimiz var.

Bizim çalışmalarımızın büyük bir kısmı güncel ve yakın vadede olana odaklanıyor. Uzun vadeli çalışmalar akademisyenlerin alanı olduğu için ona çok fazla girmemeye çalışıyoruz. Gündemle ilgili meseleler, eğitimden dış politikaya her türlü reform çalışması, partiler, PKK, DEAŞ ve FETÖ gibi terör örgütleri de bizim çalışma alanımız içerisinde.

NE YAPILMALI’ SORUSUNUN CEVABINI ARAR

Düşünce kuruluşu deyince ortalama bir okur ne anlamalı, üniversiteden farkı nedir?

Düşünce kuruluşu”ndan güncel ve yakın vadede Türkiye’yi ve dünyayı ilgilendiren konularda sadece fotoğraf çekmeyen aynı zamanda politika önerileri de geliştiren bir kuruluş anlamamız gerekir. Üniversitelerde akademisyenler genellikle “ne yapılmalı” sorusuna çok girmezler. Düşünce kuruluşlarının farkı burada ortaya çıkar. Medya çok hızlı çalışır, akademi ise yavaş. Düşünce kuruluşları medyaya daha yakındır. Bu ABD’de çok yaygın bir sektör. Sektör diyorum çünkü binlerce var. Orada çalışanların gündemleri sürekli bu konular üzerine analiz ve raporlama yapmaktır. Mesela şu an ABD’deki bazı “think tank”ler önümüzdeki dönem için başkana iç siyaset konulardan yeni Ortadoğu politikasına kadar birçok alanda politika önerileri hazırlamakta.

Düşünce kuruluşlarının bir diğer meselesi de kamu politika alanlarındaki teknik veya stratejik konularda kamuoyunu bilgilendirmek. Bu anlamda baktığınızda düşünce kuruluşları çok hareketlidir; kimi zaman medya, kimi zaman akademi, kimi zaman da siyaset kurumlarıyla kesişen alanları vardır. İlla mevcut bir sorun olması da gerekmiyor, bir sorun alanının ya da bir gelişme alanının tespit edilmesi de o konuyu çalışmayı gerektirir. Son raporlarımız arasında üniversite ve radikalleşme de var, güvenli bölge de var, pençe harekatı da var, islamofobi de var, öğretmen kalitesini geliştirmek de var, yeni tarım politikası önerileri de var.

Bu raporları hazırlayanlar akademisyenler mi yoksa gazeteciler mi? Kimlerle çalışıyorsunuz?

Ağırlıklı olarak akademisyenlerle çalışıyoruz ama gazetecilerle yakın iş birliği içerisinde olan, kimi zaman onlardan destek alan, kimi zaman akademik formatın biraz ötesine geçip gazetecilik rolüne bürünen arkadaşlarımız da oluyor. “Ne yapmalı?” sorusunun cevabını bulabilmeniz için akademik çalışma yeterli değil. Bir yönüyle medya çalışması hatta bugünlerde sosyal medya çalışması da gerektirir, diğer yönüyle ise literatürü bilmek, alanın uzmanlarıyla görüşmek ve saha çalışmaları yapmayı da gerektirir. Bunun yanında diğer düşünce kuruluşları gibi çeşitli konularda karar alıcılara politika önerileri hazırlıyoruz. Seçmen eğilimleri üzerine doğrudan muhataplarına raporladığımız çalışmalarımız var.

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI YAYGINLAŞMALI

Türkiye’deki düşünce kuruluşlarının azlığını insan kaynağı, düşünce fakirliği ve maddi nedenlerden hangisine ya da hangilerine bağlarsınız?

Türkiye’de bilgiye ve veriye dayalı olarak iş yapma, politikaları buna göre oluşturma kültürü henüz istenilen seviyede değil, daha da gelişmesi gerekiyor. Üniversiteler bunun önemli bir altlığını oluşturuyor. Ancak çok sayıda üniversitemizin yeni açıldığını ve henüz kurumsallaşmasını tamamlamadığını düşünürsek aslında sektörel olarak düşünce kuruluşlarının da içinde bulunduğu bu bilgi üretimi meselesinin gelişmekte olduğunu ama henüz tam istenilen düzeye ulaşmadığını belirtmem gerekir.

Türkiye’deki düşünce kuruluşlarının yaygınlaşması 90’larla başlıyor. Bazıları kurumsal süreklilik sorunu yaşadı. Bir diğer sorun da düşünce kuruluşlarının politika önerme meselesinde ne kadar dikkate alınıp alınmadığı konusu. Bir başka problem de finansal süreklilik ve kurumsallaşma.

Türkiye’de düşünce kuruluşu kategorisine sokulabilecek yapıların bazıları vakıf statüsünde, bazıları kamu kurumlarının alt birimleri olarak, bazıları da üniversitelerin bünyelerinde yer alıyorlar. Ama yeterli değil ve gelişmesi gerekiyor. Düşünce kuruluşları ne kadar çeşitli ve etkin olursa, karar alıcı aktörlerin önü o derece açılır. Farklı vizyonların, politika önerilerinin rekabeti oluşur. Muhalefetin etrafındaki düşünce kuruluşu onu iktidara hazırlar. Cumhurbaşkanlığı sistemine paralel olarak Türkiye’de düşünce kuruluşlarının artmasını ve daha da genişlemesini bekliyorum.

Genelde iktidarların etrafında mı çalışma yapar düşünce kuruluşları?

ABD’de düşünce kuruluşlarının partilerle veya adaylarla olan ilişkileri daha net ve deklare edilmiş şekildedir. Almanya’da partilerin düşünce kuruluşları vardır. Türkiye’deki düşünce kuruluşları herhangi bir partiye bağlı değildir. Ama çeşitli şekillerde siyasi partilerin kendi ihtiyaçları olan alanlarda düşünce kuruluşlarına rapor hazırlattıklarını söyleyebilirim. Bu bazen araştırma şirketleri üzerinden de yapılabiliyor. SETA olarak ABD’deki belli kritik, stratejik konulara odaklanan düşünce kuruluşlarına benzer bir pozisyonumuz var. Hem Türkiye’nin şartlarına özgü, hem de dünyadaki örneklere benzer ikili yapılanmayı sürdürüyoruz.

SETA RESMİ BİR KURUM DEĞİL

Bizim düşünce kuruluşlarımız ile Osmanlı’da zirveye ulaşan vakıf medeniyeti arasında bir bağ var mı, varsa nasıl bir bağ var?

Türkiye’deki düşünce kuruluşlarının bir kısmı resmi kuruluşlardır, üniversitelerin veya kamunun bünyesinde çalışırlar. Ya da vakıf olarak yer alırlar. Biz bir vakıfız. Herhangi bir devlet kurumu ya da siyasi partiye bağlı değiliz. Bir vakıf geleneği olarak eğitimler veriyor, insan yetiştiriyoruz. Bu vakfın gelirleri bağışçılar yoluyla ve kamu ve özel kesime yaptığımız projelerle sağlanıyor. SETA’nın genel yaygınlığı ve bazı çalışanlarımızın üniversitelerde yer alması sebebiyle zaman zaman devlet kuruluşu algısı oluşabiliyor. Belli konularda ürettiğimiz politika önerilerinin durduğu bir yer var. Bazen bu karıştırılıyor. Kamuyla tek bağlantımız zaman zaman kamu kurumlarına projeler öneririz. Kabul edilirse o projeleri yaparız.

Vakıf geleneği aslında bizim toplumumuzda çok yaygın. Ama biz “vakıf” deyince daha ziyade cami, han, hamam, medrese gibi şeyleri akla getiriyoruz. Halbuki bir toplumun geleceğini belirleyecek olan şey, bilgi ve veriye dayalı olarak üretilen birikimdir. Bu anlamda ben henüz bizim vakıf geleneğimizin düşünce kuruluşlarına yeteri kadar aksettiği kanaatinde değilim.

Günümüzde Batı’daki düşünce kuruluşlarına karşı Müslümanların durumu nedir, nasıl bir fotoğrafla karşı karşıyayız?

İslam dünyasının birçok meselesi var, bunlardan bir tanesi de demokratik ve güçlü devlet yapılarının kurulamaması. Diğeri de Batı’yla olan hesaplaşmasında (ister siyasi, ister entelektüel, ister felsefi) birtakım krizleri var. Dolayısıyla bu alanın İslam dünyasında çok genişlediğini söyleyemem. Belli başarılı örnekleri olmakla beraber daha başka ara formları da var. Yarı misyoner, yarı aktivist, öbür taraftan düşünce üreten kurumlar da var. Toplumun dertleriyle ilgilenen, vakıf ve dernekler etrafında örgütlenen başka yapılar da var. Ama bunların tam düşünce kuruluşu olduğunu söyleyemem.

YATIRIM YAPILMASI GEREKEN BİR SEKTÖR

Batı’da özellikle ABD’de bazı küçük devletlerin bütçelerine denk gelebilecek düşünce kuruluşlarından söz ediliyor. Bu ne kadar doğru ve bu finans nasıl sağlanıyor?

ABD’deki düşünce kuruluşlarının bazıları devletin. Arkasında büyük sermayenin olduğu ve kendi fonlarıyla ayakta kalabilen güçlü kuruluşlar da var. Üniversite olarak Harvard’ın çok yüksek bir geliri mevcut. ABD’de bu kurumların hem kalıcılığını hem de bağımsızlığını sağlamak açısından çok güçlü finansal yapıları var. Böyle olunca ona göre farklı pozisyonlarda bilgi üretmek daha kolay oluyor.

Türkiye’deki iş adamlarının ABD’dekilere kıyasla bu alana daha az kaynak aktardıklarını düşünüyorum. Bu sadece devletin yapabileceği bir şey değildir, toplumun bütün kesimleriyle birlikte yapılması gereken bir çabadır, toptan bir kalkınma hamlesidir. Daha müreffeh, daha özgür, daha demokratik bir Türkiye için yatırım yapılması gereken alanların başında geliyor bu sektör.

Bu düşünce kuruluşları parayı verenlerin iktisadî, siyasî, dinî ve askerî amaçlarına hizmet için mi var?

Düşünce kuruluşunun yapılanmasına ve fonuna göre değişir. Batı’da partilerin bizatihi deklare edilmiş düşünce kuruluşları var. ABD’de Demokratların, Cumhuriyetçilerin finanse ettiği bilinen ve ona yakın görüşler üreten think tankler var. Bazıları bir parti, bazıları iki parti, bazıları hiçbir partiyle pozisyon almayabiliyor. O yüzden bence düşünce kuruluşlarının alanının genişlemesi önemli, siyasi pozisyonların olmasını da doğal karşılamalıyız.

Eğer partilerin bir veya iki düşünce kuruluşları olsa ve onları ayakta tutabilecek ortamları bulunsa, bu o partilerin daha nitelikli politika önerileri geliştirmesine katkı sağlar ya da iktidara gelmek istediklerinde kendilerini buna önceden hazırlar. Bu anlamda Türkiye’de muhalefetin büyük bir sıkıntı içerisinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü zaman zaman pozisyonlarını ortaya koyarken uzun süredir iktidardan uzak kalmanın getirmiş olduğu bir kapasite sorunuyla karşılaştıklarını görüyorum.

BUTİK DÜŞÜNCE KURULUŞLARINA İHTİYAÇ VAR

Düşünce kuruluşu denilince genellikle dış politika ve enerji gibi konular akla geliyor. Dinî, ilmî, ziraat, çevre, beslenme, sağlık, medya, iletişim gibi alanlarda münhasır düşünce kuruluşları neden pek çıkmıyor?

Bu, Türkiye’nin bilgiyi üretmeyle ilgili daha alacak çok yolu olduğunu gösteriyor. Birçok konuyu çalışan düşünce kuruluşları da var, daha konu odaklı olanlar da var. Türkiye’de butik diyebileceğimiz konu odaklı düşünce kuruluşlarının sayısının artması lazım. Yani aslında eğitim, çevre ya da sağlık alanlarında çalışan onlarca düşünce kuruluşunun olması elzem.

Dernekleşmeden oraya doğru mu geçmek lazım bir şekilde?

Tabii ki, çok doğru bir tespit. Türkiye’deki derneklerin aktivist yanını alıp bilgiyle buluşturmak gerekiyor. O bilgiyi üretecek derneklerin de bu çerçevede kendilerini örgütlemesi gerekiyor. Bazı kamu kurumları kendi içlerinde think tankler kuruyor. Derneklerde de buna yönelik bir eğilim olduğunu görüyorum. Ama bunun uzun soluklu olması için finansal sürekliliğin ve kurumsallaşmanın baştan planlanması lazım.

Düşünce kuruluşlarının çeşitlenmesi bizim de önümüzü açar. Keşke çeşitli alanlarda daha çok düşünce kuruluşu olsa, Türkiye’nin ihtiyacı olan her alanda rekabet halinde politika önerileri hazırlansa. Bu bir toplumun zenginliğidir. Bu açıdan baktığımızda bilgiye ve veriye dayalı karar alma ve politika üretme konusunda tüm toplum olarak hala olması gereken yerde değiliz.

[Gerçek Hayat, 29 Temmuz 2019, Röportaj: Sevda Dursun]

Etiketler: