AFP PHOTO / dpa / Kay Nietfeld

‘Şansölye Devleti’ Almanya

Angela Merkel 12 yıllık Almanya Şansölyeliği nam-ı diğer Başbakanlığı ile ülke siyasetine şimdiden damgasını vurmuş durumda. Gençlik yıllarını Doğu Almanya’da yaşamış ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasının etkilerini derinden hisseden Merkel, 2017’de önemli sınamalarla karşı karşıya.

2017 yılı Almanya siyaseti için önemli bir “seçimler yılı” olacaktır. 12 Şubat tarihinde Federal Kongre (Bundesversammlung) tarafından seçilecek olan yeni cumhurbaşkanının yanısıra, ki bu seçimde mevcut Cumhurbaşkanı Joachim Gauck yeniden aday olmayacaktır, başta Kuzey-Ren Vestfalya olmak üzere üç eyalette de eyalet parlamento seçimleri gerçekleştirilecektir. Sonuçları şimdiden merakla beklenen ve hem Almanya siyasetini hem de AB’nin geleceğini etkileyebilecek olan bir diğer seçim 2017 sonbaharındaki Bundestag (Alman Parlamentosunun alt kanadı olan Alman Federal Meclisi) seçimleridir. Bu bağlamda dördüncü kez Almanya Şansölyeliği nam-ı diğer Almanya Başbakanlığı için adaylığını koyan Angela Merkel ve partisi Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) için uzun bir yıl olacağı yorumları yapılmaktadır.

UZUN DÖNEMLİ BAŞBAKANLIK GELENEĞİ

Almanya’nın ilk kadın başbakanı olan Angela Merkel’in 2005 yılından bu yana bu görevini sürdürmesi ve 2017 seçimleri için yeniden aday olması kuşkusuz Almanya siyasî tarihi ve güncel Almanya siyaseti açısından önemli bir husustur. Yaklaşık 12 yıldır 3 ayrı seçim sonrası hükûmeti kurarak başbakanlık görevini sürdürmekte olan Merkel, Almanya’da uzun yıllar başbakanlık görevini sürdürme trendini de devam ettirmiş bulunmaktadır. Her ne kadar zaman zaman Türkiye’de uzun yıllar başbakanlık görevini sürdürme başarısı göstermiş olan bazı istisnaî siyasetçiler ve bu toplumsal eğilim Alman kamuoyu ve akademik çevreleri tarafından eleştiri konusu yapılmışsa da, Almanya siyasetinde de benzer süreçler yaşanmıştır. Buna göre Almanya’nın ilk başbakanı CDU’lu Konrad Adenauer’in 1949-1963 arası 14 yıllık, CDU’lu Helmut Kohl’un 1982-1998 arası 16 yıllık ve şimdilik 2005’den bu yana görevde olan CDU’lu Angela Merkel’in yaklaşık 12 yıllık başbakanlık süreçleri öne çıkmaktadır.

Uzun yıllar güçlü bir ekonomi olarak varlığını dünyada hissettiren ancak siyaseten pasif bir eğilim içerisinde olan Almanya’nın son yıllarda küresel ve Avrupa kıtası merkezli bölgesel krizleri fırsata çevirme gayreti içerisinde olduğu gözlemlenmektedir. Bu bağlamda her ne kadar Almanya’daki sol ve liberal çevrelerden eleştirilerin hedefi olsa da, Almanya’nın askerî olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde teröre karşı mücadelede aktif rol alması gerektiği görüşleri de daha cüretkâr bir şekilde dillendirilmeye başlanmıştır. Geçmişteki pasif tutumuna kıyasla çeşitli dış politika alanlarında daha aktif olmaya çalışıldığı dikkatlerden kaçmadığı gibi, bunun netiesinde Almanya’nın dünya siyasetinde yeniden öne çıkması da zaman zaman bazı çevrelerde Merkel’in başbakanlığı ve bizatihi kendi şahsiyeti ekseninde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Buna göre Almanya başbakanının küresel çaptaki kamuoyu ve medya nezdinde dünyanın en güçlü kadını (“the world’s most powerful woman”) olarak ilân edilmiş, bunun yanı sıra aşırı sağcı siyasî parti ve siyasetçilerin Batı ülkelerindeki yükselişi karşısında “Batı değerlerinin son lideri, son adası Merkel” gibi ilginç değerlendirmelere de konu olmuştur, olmaktadır. Hatta bir adım daha ileri gidilerek “Merkelizm” kavramının da akademik ve medya çevrelerinde ele alınması Merkel şahsiyetinin de daha detaylı incelenmesi gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir. Her ne kadar Türkiye siyasetinde Merkel daha çok AB bağlamında gündeme geliyor ve mülteci anlaşması gibi konularda bilhassa öne çıkıyor olsa da, siyasî geçmişine ilişkin detaylar pek fazla bilinmemektedir. Ancak Merkel’in Almanya iç siyasetindeki ve zaman zaman kendi partisinden ve tabanından da ayrışan güncel siyasî pozisyonlarını –bilhassa AB ülkelerinin katı mülteci karşıtı tutumuna kıyasla Almanya’nın yaklaşık 1 milyon mültecinin ülkeye kabulünü– “Merkel siyaseti”nin genel çerçevesine konumlandırabilmek için geçmişteki siyasî serüvenine ve hayat hikâyesine bakmakta fayda bulunmaktadır.

FRAUKE PETRY’NİN YÜKSELİŞİ

2005’den bu yana 3. Merkel kabinesi olarak bilinen mevcut koalisyon hükûmetinin 2017 sonbaharında gerçekleşecek olan genel seçimlerde aşırı sağ popülistlere karşı zorlanacağı da ihtimâller dâhilindedir. Bununla birlikte son aylarda öne çıkan bir diğer kadın siyasetçi olan popülist sağcı AfD partisinin genel başkanı Frauke Petry’nin de Almanya siyasetinde öne çıkması, Avrupa devletlerindeki yükselen aşırı sağcı eğilimler ile birlikte değerlendirilmektedir. Merkel’in geçmişte Türkiye’nin AB üyeliği ihtimaline konuyu yalnızca “imtiyazlı ortaklık” ekseninde ele alarak karşı çıkması bilinmektedir. Ancak son yıllardaki Türkiye ile ilişkiler bağlamındaki yaklaşımı ve belli politika konularındaki pozisyonu da bilindiği üzere partisindeki muhafazakâr ve sağcı siyasetçinin neredeyse Türkiye karşıtlğı olarak özetlenebilecek sert tutuma kıyasla ayrışmaktadır. Bu çerçevede bilhassa 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Alman siyasetçilerinin ve hükûmet üyelerinin Türkiye’ye yönelik tutarsız eleştirilerine karşın Şansölye Merkel’in görece daha ılımlı ve ilişkilerin devamlılığını hedefleyen bir yaklaşımı benimsemiş olması dikkat çekmiştir. Diğer taraftan ise Merkel’in bu tutumunu pragmatik hamleler olarak değerlendirenler de olmuş, ve bunu uzun vadeli Almanya çıkarlarını önceleyen tavrın taktiksel bir yansıması olarak değerlendirmişlerdir. Bu vesileyle Almanya siyaseti ve medyasının 15 Temmuz darbe girişimine yönelik tutumunu detaylı bir şekilde ele alan “Almanya’da Türkiye ve 15 Temmuz Darbe Girişimi” isimli kapsamlı çalışmanın önümüzdeki günlerde SETA tarafından yayımlanacağını hatırlatmak gerekmektedir.

ALMANYA SİYASETİNDE MERKEL’İN KONUMU

Merkel’in kısaca siyasî geçmişine baktığımızda ise bazı ilginç detaylara rastlanmaktadır. Her ne kadar Luteryen bir papazın kızı olarak 1954’de Batı Almanya’nın önemli liman kentlerinden biri olan Hamburg’da dünyaya gelmişse de, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (Doğu Almanya) hayatını sürdürmüştür. Eğitim hayatını fizik alanında gerçekleştirdiği bir doktora çalışması ile bitirmesine karşın uzun yıllar kimya alanında araştırmacı olarak çalışır. Siyasete ilk girişi ise 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ile başlar ve Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi ile Almanya siyasetinin en önemli muhafazakâr partisi olan CDU’ya geçmesiyle birlikte de gerçek anlamda şekillenir. Merkel’in CDU’ya geçmesi bazı arkadaşları ve yakınları tarafından şaşkınlıkla karşılandığı da ileri sürülmektedir zira Merkel’in 1970’ler ve 1980’lerdeki dünya görüşünün daha çok Yeşiller Partisi’ne yakınlık teşkil ettiğni tahmin etmekteydiler.

Almanya’nın birleşmesinden sonra gerçekleşen ilk seçimlerde Bundestag milletvekilliğine seçilen Merkel, hızlı bir siyasî yükseliş dönemine girmiştir. Böylelikle 1991 ilâ 1998 arası partisinde başkan yardımcılığı yanı sıra şansölye Helmut Kohl kabinelerinde de iki dönem görece kısıtlı yetkilere sahip bakanlıklarda bakanlık yapmıştır. 1998’da CDU’nun genel sekreterliğine seçilen Merkel, 2000 yılında ise partisinin federal düzeydeki genel başkanlığına seçilerek ilk kadın genel başkanı oldu. Son olarak 6 Aralık 2016’da gerçekleşen CDU parti kongresinde delegelerin %89’5’inin oyunu alarak yeniden genel başkanlığa seçilen Merkel böylelikle yaklaşık 17 yıldır CDU’nun genel başkanlık görevini sürdürmektedir. 2002’deki genel seçimlerde partisi tarafından yeterince popüler görülmemesi sebebiyle Edmund Stoiber başbakanlığa aday gösterilmiş, ancak bu seçimlerde de SPD’li şansölye Gerhard Schröder yeniden seçimlerden galip çıkarak SPD-Yeşiller koalisyon hükûmetini kurmuştur. Schröder hükûmetinin 2005 yılında erken seçim kararı almasını müteakip yapılan Bundestag seçimlerinde ise CDU çoğunluğu kazanmış ve Merkel’in üç yıllık ana-muhalefet liderliği sonrasında kurulan Büyük Koalisyon hükûmeti ile Merkel Almanya’nın en genç ve ilk kadın başbakanı seçilmiştir. 2009 seçimlerinden de partisinin lider olarak çıkması neticesinde bu defa Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyon kuran Merkel, FDP’nin 2013 seçimlerinde %5 barajının altında kalması ve Bundestag’a girememesi sebebiyle yeniden sosyal demokrat SPD ile bir Büyük Koalisyon hükûmeti kurmak üzere uzun müzâkereler sonunda anlaşabilmiştir.

2017 Bundestag seçimleri sonrasında Almanya’yı nasıl bir geleceğin beklediği önem arz eden bir sorudur. Bu çerçevede AB’deki çeşitli krizlerin ve Almanya’nın lokal sorunları yanı sıra mülteci krizi karşısındaki tutumunun nasıl sürdürüleceği, ve Türkiye-Almanya ilişkilerinin de hangi aşamaya evrileceği soruları bilhassa öne çıkmaktadır. Zira aşırı sağcı, solcu ve popülist partilerin ve bilhassa AfD partisinin kuvvetle muhtemel 2013 seçimlerine kıyasla seçim barajını geçerek Bundestag’a girecek olması, geleneksel olarak hükûmetleri oluşturan başta CDU ve SPD gibi merkez partilerin nasıl bir yol izleyecekleri sorusunu daha da anlamlı kılmaktadır.

[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 18 Ocak 2017]

Etiketler: