Saldırgan İsrail mazlum Gazze

İsrail'in tam da ilişkileri düzeltmekten bahsettiği günlerde Gazze'ye bir saldırı gerçekleştirmesi, aslında İsrail Devleti'nin iki alışkanlığına işaret etmekte.

Netanyahu Türk basınına konuşur: “Türkiye ile ilişkilerimizi düzeltmek istiyoruz.” Bunun reçetesi hazırdır: Mavi Marmara’da katlettikleri insanların ailelerine tazminat vermeleri ve senelerdir devam ettirdikleri gayri hukuki ve gayri insani Gazze ablukasını kaldırmaları gerekiyor. Netanyahu’nun sesinin ekosu devam ederken İsrail, abluka altında tuttuğu Gazze’ye saldırır ve yine can alır.

Tanıdık geldi değil mi İsrail’in bu tavrı? Yani bir taraftan mavi boncuk dağıtırken diğer taraftan 66 senelik tarihinde en iyi yaptığı icraatı yapması, Filistinlilere ölüm yağdırması. O zamanlar İsrail başbakanı Ehud Olmert’ti. Başbakan Erdoğan Suriye ve İsrail arasında arabuluculuk yapıyor ve iki ülke arasındaki 40 senelik savaş halinin bitmesi için uğraşıyordu. Rivayet odur ki Olmert-Erdoğan arasında direkt hat kurulmuştu. Görüşmelerin sürdüğü bir zamanda İsrail yine Gazze’yi vurmuş ve 1500’e yakın Filistinli’nin canına kıymıştı.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin kopma serüveni tam da o gün başlamamış mıydı? 2008 Gazze saldırısı ile Başbakan Erdoğan, “ikiyüzlü İsrail” temasını sistematik bir şekilde işlemeye başlamış, Davos çıkışından ve alçak koltuk krizinden en son Mavi Marmara’ya varan süreç o gün başlamıştı.

HESAP VERMEME LÜKSÜ

İsrail’in tam da ilişkileri düzeltmekten bahsettiği günlerde Gazze’ye bir saldırı gerçekleştirmesi, aslında İsrail Devleti’nin iki alışkanlığına işaret etmekte. Birincisi, barış konuşurken savaşa hazırlık yapması. Bu İsrail’in bölgedeki güvenlik paranoyasından kaynaklanmakta. 66 senedir İsrail, en iyi savunma saldırıdır şiarından hareket etmekte ve kendisine uluslararası toplum, özellikle ABD tarafından verilen “öldürme lisansı” sebebiyle gerekli gördüğü yerleri, bir gün hesap vereceğini hesap etmeden vurma yolu seçmekte. Düşünün elini kolunu sallaya sallaya Macaristan’dan Dubai’ye, Arjantin’den Uganda’ya kadar geniş bir coğrafyada operasyon çekmekte ve başka ülkelerin egemenlik haklarını çiğnemekte bir beis görmemektedir.

İkinci alışkanlık ise özellikle son yıllarda Gazze ile olan ilişkisini özetler nitelikte. Gazze’ye yaptığı saldırıların kronolojisine bakarsanız hep benzer bir trend çıkar karşınıza. İsrail önce Gazze’ye yönelik bir saldırı düzenler. Bu genelde bir suikast amacını güder. Gazze’deki muhtelif fraksiyonların liderleri hedef alınır. Buna karşılık olarak Gazze’den İsrail’in güneyindeki şehirlere, özellikle Sderot ve Aşkelon’a tahrip gücü düşük roketler atılır. Bu roketlerin en büyük özelliği fiziki zarar vermekten çok sinir bozmasıdır. Bu roketlerin atılmasıyla İsrail bir açıklama yapar ve “İsrail’in kendisini savunma hakkı var” diyerek Gazze’ye ölüm yağdırır.

EN İYİ SAVUNMA SALDIRIDIR

Oysa İsrail saldırgandır ve ateşkesi bozan taraftır; kendini savunmak zorunda kalan ise kısıtlı imkanlarıyla hayatta kalma mücadelesi veren Gazzelilerdir. İşin ilginci açıp Batılı kaynaklarda herhangi bir saldırının kronolojisine baksanız bile az önce anlattığım sıralama karşınıza çıkar. Fakat kronolojinin Batı için bir önemi yoktur. Onlar sadece İsrail’in kendisini savunmasına saygı duyar, hani o “en iyi savunma saldırıdır” anlayışındaki savunma hakkına. Gazzelilere de hırsızın çalma hakkına saygı duymak düşer.

Bu analoji o kadar doğrudur ki… İsrail bir toprak gaspçısıdır, yani nitelikli hırsızdır. Bu da yetmezmiş gibi tecrit duvarından yerleşimlere, ablukadan suikastlara kadar bir dizi metotla Filistinlilerle sahip oldukları toprak arasındaki bağlantıyı koparmaya çalışmaktadır.

Gel gör ki Batı ve bizdeki İsrail sever çevreler ve paraleller, hırsızın çalma hakkına prim verirler. Hırsızı baş tacı, ev sahibini “terörist” ilan ederler. Çünkü hırsız yavuzdur, ev sahibi garibandır. Daha önce de yazmıştım, tekrar ediyorum: “Mazlumun ahından sakının, zira mazlumun ahıyla Allah arasında hiçbir perde yoktur.”

[Akşam, 16 Mart 2014]

Etiketler: