Pompeo’nun Kitabı

Pompeo’nun yayınladığı hatırat, Trump dönemi icraatlarını savunmanın yanı sıra Amerikan siyasetinde adet olduğu üzere başkanlık seçimleri öncesinde tartışmaları şekillendirmek ve belki de başkan adayı olmak amacına matuf görünüyor.

Trump yönetiminde önce CIA Direktörü sonra da Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Mike Pompeo’nun ‘Asla Taviz Verme’ adlı kitabında kendi perspektifinden Türkiye’yle ilgili anlattıkları, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan güven bunalımının kaynaklarına ilişkin önemli veriler sunuyor. Pompeo’nun yayınladığı hatırat, Trump dönemi icraatlarını savunmanın yanı sıra Amerikan siyasetinde adet olduğu üzere başkanlık seçimleri öncesinde tartışmaları şekillendirmek ve belki de başkan adayı olmak amacına matuf görünüyor. Trump tarafından dört yıl boyunca kovulmayan tek bakan olmakla övünen Pompeo’nun Ortadoğu ve Türkiye’yle ilgili görüşlerinin stratejik bir bakıştan ziyade ideolojik sabitelerinden kaynaklandığını söylemek mümkün.

Trump’ın kendisine, “Mike’ım, bana Ortadoğu’daki problemlerden bahsettiğinde mesele senin için neden hep İran?” diye sorduğunu nakleden Pompeo’nun ne kadar anti-İran ve İsrail yanlısı bir siyasetçi olduğu herkesin malumu. Kasım Süleymani’ye suikast planını Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’yla birlikte Başkan Trump’ın önüne koyanlardan biri olduğunu gururla anlatan Pompeo, Trump dönemindeki İran’a maksimum baskı ve nükleer anlaşmadan çıkma politikalarının da en güçlü savunucusuydu. Pompeo’nun İran karşıtlığının kökleri asker geçmişi olan birçok Amerikan siyasetçisinde olduğu gibi 40 yıl öncesine dayanıyor. Hizbullah’ın 1983’te Beyrut’taki Amerikan kışlasına saldırısında 241 Amerikan personelinin hayatını kaybetmesinin Pompeo’nun Ortadoğu’ya bakışını şekillendirdiği açık.

Dış politikada İran’la birlikte Rusya, Çin ve Kuzey Kore meselelerine geniş yer ayıran Pompeo’nun hedefinde Ortadoğu’daki bir numaralı sorunun İran olduğunu anlamayan Obama yönetimi yetkilileriyle birlikte Trump yönetiminde görev alan bazı nahif siyasetçiler de var. Kendi başarısını Trump’ın patron olduğunu kabul ederek ‘Önce Amerika’ ideolojisini benimsemek olarak sunan Pompeo, Mattis, Tillerson, McMaster, Haley gibi siyasetçileri Trump’ın ajandasına karşı çalışarak kendi bildiklerini okumakla suçluyor. ‘Trump ve Ben’ tonunda yazılmış kitapta Pompeo risk almanın önemi, güçlü durarak barışı sağlamak, dünyanın kötü adamlarına karşı alttan almanın yanlışlığı, inancını yitirmemek ve zor doğruları söylemek gibi temaları nasıl şiar edindiğine örnekler vermeye çalışıyor.

Kitabın Türkiye’yle ilgili abartılı ve magazinsel sahneler de içeren bölümlerine bakıldığında, Pompeo’nun aslında Türkiye’yle ilgili konulara pek de hâkim olmadığı görülüyor. Örneğin Pompeo Türk tarafının defalarca SDG’nin PKK’dan farkı olmadığının altını çizdiklerini ve Türkiye’yle ilişkilerin bu yüzden kopabileceğini söylediklerini aktarırken ne buna karşı ne söylediğini belirtiyor ne de karşı tez öne sürüyor. Dahası bunun sadece Türk tarafının bir argümanı değil kamuoyuna açıklanan Amerikan istihbarat raporlarında yer alan ve Pompeo’nun büyük övgüyle bahsettiği bazı bürokratlarının da kabul ettiği bir gerçek olduğundan bahsetmiyor. Pompeo SDG’yle çalışma planını Trump’a sunduklarını ve Başkan’ın kabul ettiğini söylüyor ancak Trump’ın Suriye’den çıkmak istediğini ve kendisine bu hedefe uygun bir plan sunmadıklarını itiraf etmekten imtina ediyor.

‘Kürtleri’ destekledikleri için DAEŞ’in Irak ve Suriye’de yenildiğini ve dolayısıyla YPG’yle çalışmanın başarılı bir politika olduğunu savunan Pompeo, bunu devlet yönetmede ‘yeni fikirleri deneme’ prensibine bir örnek olarak gösteriyor. Pompeo, bu fikrin yeni bir fikir denemeye örnek olamayacağını aksine Obama döneminin politikası olduğunu pas geçiyor. Trump’ın en başından Suriye’den çıkmak istediğini ancak Pentagon’un ısrarıyla devam ettiğini de yansıtmıyor. Pompeo karmaşık süreçlerin ve uzun müzakerelerin yürütüldüğü çetrefilli bir konuyu ‘DAEŞ’i yenmek için tek opsiyon SDG’ydi’ basitliğine indirgiyor. Pompeo, Trump’ın Suriye’den çıkmak istemesi sebebiyle Türkiye’yle zoraki müzakereler yapmak zorunda kalmasını da farklı bir prensiple açıklıyor: ‘sınırlarını bilmek.’ Yani YPG’nin belkemiğini oluşturduğu SDG’yle çalışmak yeni bir fikri denemek presibinin örneği olsa da Trump’ın istediği doğrultuda Türkiye’yle müzakere etmek ‘sınırlarını bilmek’ bir erdem Pompeo’ya göre.

Türkiye’nin Suriye politikasına hâkim olmadığı açık olan Pompeo’nun Türk tarafını rahatsız ettiğini düşündüğü için gururla anlattığı Yunanistan ve Fener Rum Patrikhanesi ziyaretleri anekdotlarından Türkiye’ye önemli bir NATO müttefiki olduğu ciddiyetiyle yaklaşmadığı anlaşılıyor. Ortadoğu’nun bütün sorunlarının temelinde İran’ı gören, DAEŞ’i Irak’ın işgalinin sonuçlarından bahsetmeden ‘radikal İslami terör’ olarak tanımlamakla yetinen, ABD’nin İsrail’le ilişkisini İngiltere’yle ilişkisinden bile üstün tutan ideolojik bir yaklaşımı var Pompeo’nun. Bu ideolojik yaklaşımının Türk-Amerikan ilişkilerindeki zorlu meseleleri müttefikliğe yaraşır biçimde çözmeye değil uzun zamandır devam eden karşılıklı güven krizini derinleştirmeye yaradığı anlaşılıyor.

[Yeni Şafak, 28 Ocak 2023]

Etiketler: