Ortadoğu’yu Varşova’dan Dizayn Etmek

Soçi'de üçlü zirvenin gerçekleştiği gün ABD'nin öncülüğünde Varşova'da bir başka toplantı gerçekleşti. ABD'yi temsilen Başkan yardımcısı Pence ve Dışişleri Bakanı Pompeo katıldı.

Soçi’de üçlü zirvenin gerçekleştiği gün ABD’nin öncülüğünde Varşova’da bir başka toplantı gerçekleşti. ABD’yi temsilen Başkan yardımcısı Pence ve Dışişleri Bakanı Pompeo katıldı.

Yaklaşık altmış ülkenin temsil edildiği toplantıda Arap ülkelerinin önemli bir kısmı varlık gösterdi. Türkiye ise büyükelçilik düzeyinde katıldı.

İsrail başbakanı Netanyahu da toplantıda boy gösterirken, Filistinli bir temsilciye ise yer verilmemiş.

Toplantı basına kapalı ve “Chatham House” kuralları çerçevesinde gerçekleşmesi planlanmasına rağmen kamuoyu toplantıda neler konuşulduğundan Netanyahu sayesinde haberdar oldu. İsrail başbakanı belirlenen kuralları hiçe sayarak toplantının yirmi beş dakikalık kaydını gazetecilere izletmiş. Ardından da bu video paylaşım sitelerine düşmüş. Netanyahu’nun bu tavrı hem İsrail’in kazanımlarını gözler önüne serme çabası olarak yorumlandı. Ancak amacı ne olursa olsun Netanyahu müstekbir ve müstehzi bir tavırla konuşmacıları aşağılamış oldu.

Esasında katılımcıların profilleri toplantının mahiyetine dair bir çok şey söylüyor. Söz konusu video kaydı tahminlerimizi sadece doğrulamış oldu.

Körfez ülkelerinden Dışişleri Bakanlığı düzeyinde katılan temsilcilerin iştahlı konuşmalar yapmış olması sürpriz değil. Hatta bu anlamda birbirleriyle yarıştıklarını söylemek abartı olmayacaktır.

Toplantının başlığı “Ortadoğu’da Barış ve Güvenliğin Teşviki” olarak ilan edilse de, İran karşıtı cephenin derinleştirilmesi ve Arap-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ön plana çıktı.

Özellikle Suud ve Bahreyn’li temsilciler bu iki konuyu birbirleriyle ilişkilendirerek yaptıkları konuşmalar, Ortadoğu’da hali hazırda devam eden kamplaşmanın ilerde de devam edeceğine işaret ediyor.

Ortaya çıkan tablo şu: Körfez ülkelerinin önemli bir kısmı Filistin meselesinin çözümlenmemesinden İran ve İran’la işbirliği yapan aktörleri sorumlu tutuyor.

Bu yaklaşım zımnen İsrail’in haklı olduğunu savını da barındırmakta.

Dahası bu tavır Filistin meselesinin çözümünü normalleşme için ön şart olarak gören politikanın tersine döndüğü anlamına da geliyor.

Bu yaklaşımın en önemli sonucu İsrail’in Filistin konusunda istediği çözümü dayatacak olması ve bunun için atmış olduğu ve atamaya devam edeceği haksız ve hukuksuz uygulamalarda elinin rahatlayacak olması.

Aynı aktörler ABD ve İsrail’in İran’ı sıkıştırmak için atacakları her adımı desteklemeye hazırlar. Fakat anlamadıkları şey şu: ABD’nin İran’la anlaşma senaryosu bir tarafa, bütün üst perdeden söylemlerine ve Netanyahu’nun İran’a karşı savaş tamtamlığına rağmen, İran’a karşı atılacak her adımın faturasını bu ülkeler karşılayacak.

Ekonomik ambargo da uygulansa sert güç kullanılacak da olsa ABD İran’ın sıkıştırılması politikasını bu ülkeler üzerinden yürütecek. Bölgede esen sert rüzgarlar İran ile Suud’un daha çok gerildiği bir kamplaşma ortaya çıkaracak. Esasında bu durum bir bölgesel düzen de ihdas etmeyecek. Aksine anlamsız bir karmaşanın, vekalet savaşları formatında bir çatışmanın daha da şiddetleneceği bir düzlem ortaya çıkaracak.

Sahicilikten uzak da olsa, Suudi Arabistan ile İran birbirine daha fazla “düşman” oldukça ABD daha çok silah satacak ve İsrail yayılmacılığı daha mümkün hale gelecek.

Ve sonuçta İsrail’le normalleşmiş fakat bundan bir kazanç sağlamayan bir Arap dünyası ortaya çıkacak.

Muhtemel acı tablo ise bugün Yemen’deki manzaranın bir çok ülkede ortaya çıkmasıdır.

[Fikriyat, 18 Şubat 2019]

Etiketler: