Obama’nın pragmatizmi, değişim vaadini törpülüyor

ABD’nin yeni başkanı Barack Obama, 20 Ocak 2009’da yönetimi devralacak. “Değişim” mesajıyla Amerikan siyasetine yeni bir soluk getiren, tarzı, üslubu, yenilikçi taban örgütleme kabiliyetiyle Obama, ABD Başkanı’ndan beklentileri de oldukça yükseltmiş oldu. Şimdi ise Obama’nın bu vaatlerini nasıl yerine getireceği, yarattığı ivmeyi koruyarak nasıl bir çizgi izleyeceği en önemli tartışma konularından.

ABD’nin yeni başkanı Barack Obama, 20 Ocak 2009’da yönetimi devralacak. “Değişim” mesajıyla Amerikan siyasetine yeni bir soluk getiren, tarzı, üslubu, yenilikçi taban örgütleme kabiliyetiyle Obama, ABD Başkanı’ndan beklentileri de oldukça yükseltmiş oldu. Şimdi ise Obama’nın bu vaatlerini nasıl yerine getireceği, yarattığı ivmeyi koruyarak nasıl bir çizgi izleyeceği en önemli tartışma konularından.

Obama’nın yaşadığı en büyük çelişki ise değişim mesajını nasıl gerçekleştireceğinde düğümleniyor. Tecrübesiz ve yeni isimlerle yoluna devam ederse Kongre’ye de Beyaz Saray’a da söz geçiremeyip devasa Amerikan devlet aygıtının karşısında tam bir hezimet mi yaşayacak, yoksa eski isimlerden yeni bir takım kurup kendi mesajını kabul ettirterek reformist bir siyaset izleyip, verdiği sözleri makul bir çerçevede yerine getirmeyi mi deneyecek?

Bu açıdan gerek dünyada gerekse de Türkiye’de abartılı bir beklenti yaratıldı. Netice itibariyle her yeni başkan devlete söz geçirebildiği, bürokrasiye iş yaptırabildiği ölçüde başkandır. Aksi halde devletin tıkanması, hiç bir şey yapılamaması gibi bir durum ortaya çıkar. Obama bu açıdan aslında reformist ve pragmatist bir çizgi izleyeceğinin, eski takımla anlaşarak devleti fazla zorlamadan ortanın solunda bir çizgi izleyeceğinin işaretlerini vermişti. Şu anda kurduğu gölge kabine de bunu açık bir şekilde yansıtıyor. Obama’dan bir Malcolm X ya da Martin Luther King umanlar elbette yanıldılar ve yanılmaya da devam edecekler. Ancak bu Obama’nın ülkeyi, tamamen ortada kalıp ABD’nin merkezine dokunmadan yöneteceği anlamına da gelmiyor. Zira bir siyah olarak Obama’nın derin devletin adaylarını yerle bir ederek başkan olması bile yeterince güçlü bir değişim ve Amerikan haleti ruhiyesinde travmaya yol açan bir gelişme.

Siyasi kariyerine ilk olarak gençliğindeki öğrenci eylemleriyle başlayan Obama, gençlik dönemindeki bağımsız-ilerici sol örgütlenme çalışmalarıyla siyasi faaliyetlerini sürdürdü. Ve senatörlük dönemindeki pragmatizmiyle kendisini gösterdi. Hedef eksenli bir kıvraklıkla, hedefe dönük açılımları yapmaktan çekinmeyen Obama, son derece hızlı öğrenebilen ve öğrendiklerini hızla pratiğe geçirebilen, asla naif olmayan bir isim. Yeni dönem çizgisi de bununla uyumlu olacak. Yani şahsi çizgisi hala Demokrat Parti’nin sol kanadında yer alsa da siyaseti merkez sol bir çizgide sürdürecek. Güçlü kişiliği ve risk alabilme cesaretiyle de yaptıklarını meşru kabul ettirebilecek.

Yeni Başkan’ın Görev Listesi Kabarık Obama’nın iç siyasetteki ilk hedefi, Ronald Reagan ile başlayıp Bill Clinton döneminde nispeten devam eden ve George W. Bush döneminde ağırlığını artıran neoliberal hegemonyayı, daha liberal ve sosyal bir çerçeveye oturtmak olacaktır. Hazine Bakanlığına, mevcut finansal krizin sorumlusu olan yatırım bankası kökenli isimler yerine, bürokrasi kökenli daha mütevazı ve genç bir ismi, Timothy Geithner’i getirmesi bunun ilk delili. Amerikan Merkez Bankası FED’in New York Şubesi Başkanı olan Geithner, ekonomide regülasyonu, kurtarma operasyonlarını ve ekonomik istikrarı öne çıkaracak; 850 milyar dolarlık kurtarma paketinin dağıtımı başta olmak üzere birçok iktisadi meselede tabiri caizse savunma rolünü oynayacaktır. Öte yandan Obama’nın Ululsal Ekonomi Konseyi’nin başına, Clinton’ın eski hazine bakanı Lawrence Summers gibi deregülasyondan yanlısı bir kişiyi getirmesi ise, yeni yatırım alanlarının oluşturulması ve işsizlik sorununun çözülmesi için neoliberalizmin açtığı alanı değerlendireceğini, teşvikler ve düşük vergilerle ilerleyeceğini gösteriyor. Summers’ın görevi de tam anlamıyla hücum yapmak ve reel ekonominin çalışmasını sağlamak.

Sağlık konusu da Obama’nın önem verdiği alanlar arasında yer alıyor. Sağlık bakanlığına, mevcut sağlık politikası üzerine bir kitap yazmış olan ve bu alanda lobicilik tecrübesine sahip olan eski senatör Tom Daschle’ı getirmesi, Obama’nın sağlık konusunda vaatlerinin arkasında duracağının, Bush döneminde krize giren sosyal konularının gündeme alınacağının işareti. Arizona Valisi Janet Napolitano’nun iç güvenlik bakanlığına atanması ise Hispaniklerin artık bir iç güvenlik sorunu olarak değil sosyal bir sorun olarak ele alınacağının, ABD-Meksika sınırına duvar örülmesine karşı, asayişin nispeten ikinci planda kalacağı bir nisbi rahatlamayı getireceğinin işareti.

Clinton döneminin eski adalet bakanı yardımcısı olan, ıslahhaneler ve cezaevlerine önem veren Eric Holder’ın adalet bakanlığına getirilmesi de, öncelikle Guantanamo’nun kapatılması ve erozyona uğrayan adalet nosyonunun hukuk devleti ve demokratikleşme lehinde gelişeceği, adaletin cezadan çok tedbire yöneleceği anlamına geliyor. Aynı şekilde Hispanik kökenli eski Enerji Bakanı Bill Richardson’ın Ticaret Bakanlığına atanması da ABD’nin Meksika ile ilişkilerinde daha dikkatli ve açık olacağını; Venezuela, Brezilya, Bolivya, ve Nikaragua gibi Latin Amerika ülkelerinde kaybettiği prestijini Richardson’ın yardımıyla ticaret üzerinden tamire yöneleceğini gösteriyor.

Sorunun bizi ilgilendiren kısmı ise dışişleri ve savunma bakanlıkları ile ulusal güvenlik danışmanlığı koltuklarına oturacak isimler. Her üç kurum için gündeme gelen tercihler Obama’nın artık bir aktivist ya da sıradan bir senatör değil, ABD gibi bir devlet aygıtının başkanı olacağının işaretlerini veriyor. Zira her üç ismin işaret ettiği ortak noktaların bize verdiği çerçeve şöyle özetlenebilir: Obama dış politikada uluslararası kurumların ağırlığının artmasını savunan, sorunların çözümünde diyalog yolunu açan realist bir diplomatik çizgi izleyecek. Dışişleri Bakanlığına Hillary Clinton’ın getirilmesi Obama’nın rakiplerinden korkmayan, risk almaktan çekinmeyen, büyük isimlere söz geçirebilecek güçlü bir başkan olmaya çalışacağını ortaya koyuyor. ABD yeni dönemde daha uyumlu ancak gerektiğinde askeri müdahale seçeneğini de masadan kaldırmayan, sıkı pazarlıkçı bir dış siyaset izleyecek gibi görünüyor.

Obama’nın Pentagon için mevcut bakan Robert Gates’in görevde kalmasını istemesi de, kendi çizgisini kabul ettiği sürece siyasi bağlantıyı ikinci plana attığını, güvenlik sorununu ciddiye aldığını, ordu ile uzlaşmaya dayalı bir çizgi izleyeceğini gösteriyor. Ulusal güvenlik danışmanlığı görevine de Clinton döneminin NATO Komutanı Emekli General James Jones’un atanması, Obama’nın bu konuda askeri rahatlatmaya çalıştığının, diplomatik yetenekleri öne çıkan askerlere alan açacağının ve asla naif olmayacağının göstergesi. Yani Obama bir çiçek çocuk olmayacak ama bir Bush da olmayacak. Tam ikisinin ortasında pragmatik ve realist, ancak güçlü bir başkan portresi çizecek.

Obama, finansal kriz sayesinde çok taraflılığın kurumsal temellerini Amerikalı şahinlere kabul ettirmekte zorlanmayacak; ABD düşen petrol fiyatları sayesinde İran, Rusya ve Venezuela ile daha rahat ve güçlü bir pazarlığa girebilecek. Şu anda yaşanan kriz, Obama’yı başkanlığa taşıdığı gibi, başkanlığının şeklini belirleyecek alanları da açtı. Son derece şanslı bir şekilde göreve başlayacak olan Obama ya çok başarılı ya da çok başarısız bir başkan olacak, ancak ortalama olmayacak. Ancak pragmatizmi ideolojik duruşa, tecrübeyi dostluğa, profesyonelliği ahbaplığa tercih eden Obama, devleti saf bir ahlakçılık ya da evrensel bir moralizmle değil, akılcı bir pragmatizmle yöneteceğini de açık etti. Bu ise dünyada doğrudan şiddetin azalıp, yerine çok taraflı bir dengenin gerginliğinin hakim olmasına yol açabilir.  

Etiketler: