Musul Operasyonu Öncesi Bağdat’ın Tehlikeli Oyunu

Irak Temsilciler Meclisi'nin Başika kararı semboliktir. Irak’ın bu konuda yaptırım uygulayabilecek bir gücü mevcut değildir.

Irak denilince bu günlerde akla elbette ki Musul’un DAİŞ unsurlarından temizlenmesi geliyor. İki seneyi aşkın bir süredir kent DAİŞ’in elinde. Burayı ciddi çatışmalarla da ele geçirdiği aslında söylenemez. Nitekim hatırlatmak gerekirse, Irak eski Başbakanı Maliki yönetimindeki ordu, adeta şehri teröristlere teslim etmişti. Irak ordusuna bağlı çoğu askeri unsurlar Anbar eyaletinde faaliyet gösterdikleri için, Musul’da zaten sınırlı sayıda birlik ve askeri personel bulunuyordu. Bunun üzerine şehri müdafaa etmek yerine silahlarını bırakıp kaçanları da unutmamak gerekir. Nihayetinde Musul, Haziran 2014’ten bu yana DAİŞ işgali altında. Burayı kurtarmak ve örgütten temizlemek adına şimdiye kadar farklı adım ve hamleler atılsa da, pek sonuç verdiği sayılamaz.

Türkiye ise, DAİŞ’in ortaya çıktığı ilk günden beri oluşumunda etkili olan farklı şartları değerlendirmekte. Yanlış politikaların, özellikle Maliki otoriterliği ve İran etkisi altındaki Şii yayılmacı politikaların sonucu olarak ortaya çıkan Sünni radikalizm ise DAİŞ oluşumunda rol alan faktörlerden sadece bazıları. Irak’ta DAİŞ’e sunulan zeminin örgütün genişlemesine yol açtığı da gizli bir bilgi değil. Ülkedeki siyasi görüş ayrılıkları, siyasi ve silahlı çatışmalar ve üçüncü aktörlerin nüfuzu burada da etkinliğini gösterdi. DAİŞ gittikçe marjinalleştirilmiş, ancak bu örgütün hem Irak’ta, hem Suriye’de yayılmasına da sebep olmuştur. Irak’taki siyasi dinamizm hareketli bir şekilde sürekli değişimler sergiledi. Eski Başbakan Maliki gücün merkezine sadece kendini getirmek isteyişi, Sünnilerin karar alma mekanizmalarından uzaklaştırılmasına sebep oldu.

MALİKİ OTORİTERLİĞİNİN ETKİLERİ

Üçüncü aktör olarak İran da Irak’ı elbette kendi jeopolitik amaçlarına faydalı görerek, gerek fiziki, gerekse siyasi müdahalelerden uzak durmadı. Haşd-i Şaabi adındaki Şii milisler her zaman Irak’ın bütünlüğünü savunduklarını söyleseler de, aslında kimin güdümünde oldukları herkes tarafından biliniyor. Mevcut Başbakan Haydar Abadi ise, tamamen siyasi bir çıkmazın önünde. Temsilciler Meclisi tamamen ülkenin bölünmüşlüğün yansımasını sergiliyor. Sünnilerin kurmuş oldukları blok kendi aralarında anlaşmazlıklar içerisinde siyaset yapmaya çalışırken, Kürtlerin arasındaki anlaşmazlıklar da biliniyor. Şii blokun içerisinde yine farklı ayrışmalar olsa da, en güçlü bloku kendileri oluşturuyor. Zaten Irak merkezi hükümetinin politikaların eleştirmek adına meclisin oturumlarını sık sık boykot eden gruplaşmalar da mevcut. Reform Cephesi olarak adlandırılan ve genelde Dava Partisi mensuplarından oluşan yapılanma ise, etkinliğini sürdürüyor. Savunma Bakanı Ubeydi’nin 25 Ağustos’ta görevden el çektirilmesinin ardından en son 21 Eylül’de de Kürt Hoşyar Zebari Maliye Bakanlığı görevinden uzaklaştırıldı. Maliki’nin gölge partisi haline gelen Reform Cephesi’nin bir sonraki hedefinde Dışişleri Bakanı Caferi ve Sünni olan Elektrik Bakanı Kasım el-Fehdavi’nin olduğu biliniyor. Nitekim mecliste 6 Ekim 2016 günü Caferi hakkında güvenoyu tartışması başladı. Ve süreç şunu gösteriyor ki, Caferi de koltuğundan olacak. Maliki bundan sonraki süreçte Abadi yönetimini iyice zayıflatıp, sonunda kendisini de görevden ayrılması için zemin hazırlamaya devam edecektir. Abadi ise burada Kürtlerin kendisine destek çıkmasını sağlamak için, özellikle ekonomik alanda ve muhtemel Musul operasyonu öncesinde, tüm engellere rağmen bu yönde adım atmaya çalışacaktır.

TÜRKİYE’NİN MUSUL OPERASYONU YAKLAŞIMI

Musul’u DAİŞ’ten kurtarma operasyonu hakkında sesler yükselmeye devam ediyor. Türkiye bir tarafta Suriye’de Fırat Kalkanı Harekâtı ile oyun değiştiren bir hamle yaparken, ABD’ye Rakka ve Musul hakkında da işbirliği çağrısında bulundu. Geçtiğimiz yıl Başika kampına sevkiyat yapılmasıyla kriz yaşanmıştı. Bunun arkasında aslında DAİŞ’in Irak’taki birlik ve toprak bütünlüğüne oluşturduğu güvenlik tehdidinden dolayı oluşan zemine karşı bir hamle vardı. Türkiye daima Irak ile ilişkilerini farklı şekillerde sürdürmeye çalışıyor. Abadi yönetimi ile diyalog içerisinde aslında bu gibi konulara açıklık getirilmesi gerekirdi. Ancak İran’ın ve Şii yayılmacı politikaların etkileri, Abadi’yi nasıl engellediği de yukarıda aktarıldı.

Başika askeri kampının tarihine bakıldığında ise, varlığı sorun oluşturmaktan ziyade, sorun çözücü bir karaktere sahiptir. 1990’lı yıllarda Barzani ve Talabani arasında yaşanan sorunlarda Türkiye arabuluculuk yapmıştır. Terörle mücadele için bu arabuluculuk, Türkiye’nin elini de güçlendirerek, Başika’ya ilk kez 1997 yılında askeri konuşlandırmalar başlamasına vesile olmuştur. Bu kampın dışında Bamerni başta olmak üzere, üç ayrı kamp daha bulunmaktadır. Kampların temel hedefleri de belli: yerel unsurların, Sünni grupların ve peşmergelerin DAİŞ’le etkin mücadele için eğitilmesi. Bunun dışında bölgedeki polislerin de burada eğitildiği biliniyor. Yukarıda bahsi geçen tüm şartlar göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin Irak’ta yerel güçleri eğitmesi bir nimet. Türkiye’nin niyeti belli: bölgesel istikrarın tesisi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği röportaja da bakıldığında, Türkiye dışındaki aktörlerin emellerine aykırı bir siyaset güdülüyor. Erdoğan “Musul Musulluların, Telafer Telaferlilerindir. Hiç kimsenin buralara gelip girmeye hakkı yok. Musul’un DAİŞ’ten kurtarılmasından sonra da burada sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalıdır” ifadelerini kullanarak, Suriye’nin bazı bölgelerinde, başta PYD’lilerin de öncülüğünde güdülen demografik mühendisliğine Irak’ta müsaade edilmemesine işaret etmiştir. Şii milis örgütü Haşd-i Şaabi ise, 5 Ekim 2016 tarihinde bir açıklama yaparak, Erdoğan’ı ırkçılık, mezhepçilik ve dışlayıcılık ile suçlamış. Ayrıca Türk askerleri çekilmezse, saldırabileceklerini ifade etmişler. “Ne Şii, ne Sünni, İslami-İslami” diye dünya Müslümanlarına seslenen Erdoğan’ı bu şekilde ağır ithamlar altında tutmaları, art niyetlerini gösteriyor.

ANKARA-BAĞDAT HATTI

Türkiye, Başika’da eğitilen yerel unsurların muhtemel operasyona katılması taraftarı. Aynı zamanda endişeleri de var: Şii milislerin Telafer’i ele geçirerek Suriye-Irak-İran üzerinde bir Şii hattı oluşturma isteği, Musul’daki operasyondan dolayı DAİŞ’lilerin Suriye’ye kayması ve Fırat Kalkanı Harekâtı’nı bir şekilde etkilemesi. Bunun dışında zaten Milli Savunma Bakanı Işık, operasyonun planlanmasındaki hataların neler olabileceği yönünde gereken açıklamalarda bulundu. Diğer yandan IKBY’den yapılan açıklamalara bakıldığında, Ankara-Bağdat hattındaki görüşmeler sonucu kampların oluşturulduğu ve devam etmesi gerektiği anlaşılıyor. Bu noktada 2016 yılının ilk başlarında Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığını bir “egemenlik ihlali ve işgal” olarak nitelendiren eski Savunma Bakanı Ubeydi’yi tekrar hatırlatmakta fayda var. Zira en son iddialara göre Ubeydi Başika kampını farklı zamanlarda ziyaret etmiş. Burada akla gelen soru ise, Ubeydi’nin görevden alınmasının Başika temaslarıyla alakası olup olmamasıdır.

Sonuç olarak Irak Temsilciler Meclisi’nin Başika kararı semboliktir. Irak’ın bu konuda yaptırım uygulayabilecek bir gücü mevcut değildir. Şu durumda ne bir avunma bakanı, ne de bir içişleri bakanı bulunan Irak’ın kendi başına DAİŞ ile mücadele edemeyeceği belli. Başika’nın yine bir kriz haline getirilmesinin perde arkasında ise Türkiye’yi Irak ve Suriye sorunsallarına yaklaşımı nedeniyle etkisizleştirme hedefi bulunuyor. Daha önce uluslararası kamuoyunda Türkiye’ye yöneltilen “DAİŞ ile yeterli mücadele edilmemesi” ithamının Fırat Kalkanı Harekâtı ile bertaraf edilen ortam tekrar oluşturulmaya çalışılıyor. Gerek Suriye’nin, gerekse Irak’ın güvenliği ve bölgedeki istikrarın yeninden temini, Türkiye için oldukça önemlidir. Velhasıl, Türkiye bölgenin vazgeçilmez, niyetleri açık ve net şekilde ortada olan bir aktörü olarak Musul’un kurtarılmasında büyük bir rol üstlenmelidir.

[Yeni Şafak, 7 Ekim 2016]

Etiketler: