Mescid-İ Aksa: Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Filistin ve özelde Kudüs bütün Müslümanların üzerinde hassasiyetle titrediği bir meselesiydi, sonra Arapların meselesi haline döndü, sonra Filistin yönetiminin bir sorunu haline geldi.

İsrail kırk sekiz yıl sonra Mescid’i Aksa’yı Cuma namazı ibadetine kapatarak yapabileceği en provokatif işlerden birine imza attı. Bu cüretkar tavır Filistin yönetimine ya da Hamas’a karşı değil, bütün müslümanlara karşı gösterilmiştir.

Müslümanların etrafında kenetlendiği ve hassasiyetlerini çekinmeden aşikar ettikleri pek az konu vardır. Bunların başında da Kudüs ve Mescid-i Aksa gelmektedir. Peki buna rağmen İsrail böylesi cüretkar bir tavrı göstermekten neden imtina etmez? Müslümanları karşısına almaktan neden çekinmez? Çünkü bu tavırların kendine bir maliyet üretmeyeceğini iyi biliyor.

Çünkü Kudüs’ün kundaklanarak ateşe verilmesine bir tepki olarak kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (önceki ismi İslam Konferansı Örgütü) kırk sekiz yıldır kayda değer hiçbir tavır göstermediğini ve bundan sonra da göstermeyeceğini biliyor.

Çünkü İslam dünyasının birbirine düştüğünü gayet iyi görüyor.

Çünkü Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da birbiri ile savaşan müslümanların kendisi ile uğraşmaya mecali kalmadığını iyi biliyor.

Çünkü petrol ve doğalgaz gelirlerinin teknolojiye ve eğitime değil, Amerikan ve Avrupa borsalarına aktığını iyi biliyor.

Çünkü Birleşmiş Milletler’in hiçbir kararını tanımıyor. Tanımadığı için de hiçbir yaptırımla karşı karşıya kalmayacağını iyi biliyor.

Tam da bu yüzden miladi takvimin yirmi birinci yüzyılında modern bir devlet gibi değil; şımarık bir kabadayı gibi davranıyor.

1948 yılında kurulduğundan beri İsrail-Filistin diye bir meseleden söz ediyoruz. Bu sorun o kadar merkezi bir konuma sahip ki, halledilmeden bölgedeki bir başka sorunu çözmenin imkanı yok gibi. Aslında normal şartlarda çözülmemesi için bir sebep de yok. Bugüne kadar onlarca uluslararası sorun bir şekilde çözüldü. Özellikle 1967 savaşından sonra İsrail’e düşman birçok ülke İsrail’i bir devlet olarak tanımış ve masaya oturmuş. Dolayısıyla müzakere ve arabuluculukla bir çözüme ulaşmak imkansız değil. Her Amerikan başkanının bu meseleyi çözerek tarihe geçme hevesini hesaba kattığımızda çözümün daha da kolaylaşması beklenir.

Ama yetmiş yıldır sorun çözülmüyor.

İsrail kontrol ettiği toprakları bir yandan silahlı işgal ile öte yandan yerleşim faaliyetleri ile sürekli genişletiyor. Filistinlileri sürekli tehcire zorluyor. Kendi mahallelerini yaşanılmaz hale getiriyor.

Peki sonuç? Her saldırıdan, her işgalden her katliamdan sonra İsrail kaldığı yerden devam ediyor. BM ve sair uluslararası kuruluşların kınamaları, ağır suçlamalarla bezenmiş kaleme aldıkları raporlar hiçbir somut çıktıya dönüşmüyor. Kısacası İsrail işlediği hiçbir suçun, yaptığı hiçbir katliamın bedelini ödemiyor, çünkü yaptırım uygulayabilecek bir mekanizma yok.

Kuruluşundan beri sahip olduğu istisnailik şartları üzerinde söylem kurmakla kalmıyor, bütün güvenlik politikalarını bu istisnailik üzerine inşa ediyor. Bu başarıyı, ABD’nin hamilik politikaları başta olmak üzere birçok şeye borçlu.

Ancak bütün hikayeyi ABD desteği ve Siyonizm’e bağlamak doğru değil.

İsrail’i normalleştirmek ve yaptırıma tabi tutmak tabi ki mümkün. Bunu Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırı sonrasında Türkiye’nin takındığı tavırla aldığı sonuçta gözlemledik.

Gelgelelim Türkiye dışında bu rasyonaliteye ve gerektiğinde bu tavra sahip olabilecek bir başka bölge ülkesi yok. Son krizle bunu bir kez daha gördük. İsrail’in yalnızca Mescid-i Aksa’da ibadeti engellemesini değil, aynı zamanda Mescid’e girişleri detektörlere tabi tutmasını sorunsallaştıran ve çaba sarf eden bir başka aktör olmadı.

Bu durum aslında Filistin hassasiyetinin sahiplenildiği ölçeğin giderek daraldığı tarihsel süreci de gayet iyi özetliyor. Filistin ve özelde Kudüs bütün Müslümanların üzerinde hassasiyetle titrediği bir meselesiydi, sonra Arapların meselesi haline döndü, sonra Filistin yönetiminin bir sorunu haline geldi.

Şimdi yazının başında özetlediğim duruma bakarak İslam dünyasının İsrail’e sunduğu rahatlığı, işgal ortamını bir daha düşünelim.

[Fikriyat, 21 Temmuz 2017]

Etiketler: