Almanya Şansölyesi Angela Merkel

Merkel Sonrası Dönemde Alman Dış Politikası

Yeni hükümetin, ülkenin yapısal bir özelliği olarak liberal dış politika hedeflerine sadık kalacağı ve 'önce ticaret' stratejisi kapsamında dışa dönük adımlar atacağı öngörülüyor.

Almanya’da Merkel hükümetinin görev süresi sona eriyor. 16 yıl boyunca Merkel döneminde dış politikada hareketli bir döneme şahit olan Almanya’nın, yeni dönemde dış politikasının nasıl şekilleneceği ise şimdiden merak konusu. Her ne kadar Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) tarafından oluşturulması beklenen “trafik lambası” koalisyonunda görüşmeler sonuçlanmamış olsa da bu üç partinin yeni hükümeti kurması bekleniyor. Dolayısıyla bu yazıdaki gelecek projeksiyonu, gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel olan SPD-Yeşiller-FDP koalisyon hükümeti senaryosuna dayanıyor.

Konuya dair en sonda söylenmesi gerekeni en başta söylemek gerekirse, Merkel sonrası dönemde Almanya’nın dış politika davranışlarında köklü bir değişim beklenmiyor. Zira ülkede dış politika yapımı uzun yılların verdiği birikim neticesinde, kurumsal bir yapıya büründüğü için iktidara gelen partiler, kolay kolay radikal adımlar atmıyor. Bunun yanı sıra ülkede dış politika yapım süreci, kurumlar arasındaki çoklu grup düşüncesine dayalı olduğu için hükümetlerin, politika değişikliklerine gitmeleri için ülkedeki diğer aktörleri ikna etmeleri gerekiyor.

Ayrıca yeni dönemde hükümeti kurmasına kesin gözüyle bakılan SPD-Yeşiller-FDP koalisyonu, liberal ekonomik temellere sahip olduğu için Almanya’nın geleneksel “ticaret devleti” kimliğine sadık kalacaktır. Aynı şekilde üçlü koalisyon, Almanya’nın kurumsal olarak dış politikada benimsediği “düşük siyasi angajman, yüksek diplomasi ve ticaret” prensibini sürdürecektir.

Buradan hareketle SPD-Yeşiller-FDP üçlüsünün öncelik verdiği konuların başında gelen Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerde statükonun korunması bekleniyor. Ancak önemli bir konu olması bakımından AB içerisindeki tarihi Fransız-Alman rekabeti, özellikle Birliğin ortak dış ve güvenlik politikasına dair ayrışılan noktalar üzerinden devam edecektir. Fakat üçlü koalisyon liberal zemine sahip olduğu için rekabetin dozu yüksek olmayacaktır.

Merkel sonrası dönemde Almanya’nın dış politikadaki öncelikli bir başka konusu ABD ile ilişkilerin seyri olacaktır. Bu çerçevede öncelikle eski Başkan Donald Trump’ın, NATO şemsiyesine sığınarak uluslararası güvenliğini sağlayan Almanya’yı düşük savunma harcamalarından ve Rusya ile enerji alanında kurduğu yakın ilişkiden ötürü sık sık eleştirmesinin, iki ülke arasındaki tansiyonu yükselttiğini hatırlamak gerekiyor. Trump’ın aksine mevcut Başkan Joe Biden ise “Amerika geri döndü” sloganı doğrultusunda aralarında Almanya’nın da bulunduğu ABD’nin geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini onarmaya çalışıyor. Bunun yanı sıra SPD-Yeşiller-FDP üçlüsünün, ABD ile (2019’da) 260 milyar dolara ulaşan ticaret hacmini ve daha da önemlisi geleneksel müttefiklik hukukunu dikkate alarak, transatlantik ilişkileri güçlendirme doğrultusunda sinyaller verdiği görülüyor. Bunlara dayanarak Merkel sonrası dönemde Alman-Amerikan ilişkilerinin, kendi ekonomi-politik dinamiklerine sadık kalarak güçlenmesi bekleniyor.

Öte yandan Merkel döneminde Almanya’nın inişli çıkışlı ilişkilere sahip olduğu aktörlerin başında Rusya geldi. Almanya’ya düzenlenen siber saldırılar, Rus istihbaratının Almanya’daki aşırı sağ gruplara destek verdiği iddiaları ve Rusya’nın insan hakları ihlalleri; Merkel döneminde Alman-Rus ilişkilerini tırmandıran yakın dönemin en önemli gelişmeleri oldu. Buna karşın Merkel yönetimi, ülkenin artan doğalgaz ihtiyacını karşılayabilmek için Rusya ile ilişkilerindeki siyasi tansiyonu olabildiğince korumaya çalıştı. Merkel sonrası dönemde ise Alman-Rus ilişkilerini daha zorlu bir ajanda bekliyor olacak. Zira üçlü koalisyonu kuracak ortakların tamamı, Putin yönetimini hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve insan haklarına zarar vermekle eleştiriyor. Bununla birlikte Yeşiller, ABD gibi geleneksel bir müttefiki rahatsız ettiği gerekçesiyle Rusya ile siyasi ilişkilere mesafe konulması gerektiğine inanıyor. Ancak SPD’li başbakan adayı Olaf Scholz’un her şeye rağmen Moskova ile diyaloğa önem veren bir tavır sergilemesi ve FDP’nin ülkenin enerjiye ve ekonomiye dair çıkarlarının korunması adına Rusya’ya açık kapı bırakması, yeni dönemde dengeli bir ilişkinin tesis edileceğine işaret ediyor. Dolayısıyla Alman-Rus ilişkilerinde söylem bazında bir sertleşme ihtimali bulunsa da uygulamada radikal bir dönüşüm beklenmiyor.

Son olarak, yeni hükümetin Türkiye’ye yönelik tavrı da Merkel döneminden tamamen farklı olmayacaktır. Esasen Merkel muhafazakar politik duruşunun bir sonucu olarak görev süresi boyunca Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığı için Türk vatandaşlarına vizelerin kaldırılması, yeni müzakere fasıllarının açılması ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ile ilgili beklenen olumlu adımları atmadı. Buna ilaveten PKK ve FETÖ’nün Almanya’daki faaliyetleri ikili ilişkilerde tansiyonu sık sık yükseltti. Yeni dönemde ise Türk-Alman ilişkilerinde ilerleme sağlanması, yeni hükümetin öncelikle bu konularda sergileyeceği tavrı bağlı olacak. Bu noktada SPD-Yeşiller-FDP üçlüsünün şu anda Türkiye ile ilişkilerde statükoyu devam ettirme yönünde sinyal vermesi dikkate alınırsa, iki ülke arasındaki eski meselelerin aynen devam etmesi bekleniyor.

Toparlamak gerekirse, ülkede dış politika yapımında kurumsallığın esas olması ve bunun sonucu olarak göreve gelen hükümetlerin statükoyu korumaya yönelik davranış sergilemesi dikkate alınırsa, yeni dönemde Almanya’nın dış politikasında köklü bir değişim beklenmiyor. Bunun yerine yeni hükümetin, ülkenin yapısal bir özelliği olarak liberal dış politika hedeflerine sadık kalacağı ve “önce ticaret” stratejisi kapsamında dışa dönük adımlar atacağı öngörülüyor.

[Sabah, 13 Kasım 2021]

Etiketler: