Küresel Siyasetin Suriye Çıkmazı

Suudi Arabistan ve İsrail, başta Suriye olmak üzere ABD’nin Ortadoğu ajandasının ilk sıralarına İran meselesini yerleştirmenin peşinde. Öte yandan bu iki aktörün İran merkezli olarak Suriye meselesinde daha fazla inisiyatif alma ve çok daha müdahil bir politika yürütmeye başladıkları açıkça görülüyor. Suudi Arabistan, Trump yönetiminin maliyetlerin karşılanması talebine yeşil ışık yakarken sahada da olma tutumuna eviriliyor.

Suriye iç savaşı yedi yılı aşkın bir süredir küresel siyasetin merkezinde ve tüm yaşanan acılara rağmen henüz siyasi çözüm ufukta görünmüyor. Farklı hesaplar ve stratejik hedefler doğrultusunda çıkarlarını gerçekleştirmek isteyen aktörler mücadele alanı olarak Suriye’yi seçmiş durumda. Gerek küresel gerekse de bölgesel aktörler kapasitelerinin yettiği düzeyde meseleye dahil olarak çatışma sonrası siyasi düzenden en fazla şekilde yararlanmayı planlıyor. Her yeni günde farklı ittifak oluşumlarının ve alternatif senaryoların ortaya çıkması mücadelenin ne denli karmaşık ve çetrefil olduğunu gösteri-yor. Karşımızda sadece bir ulus devletin iç savaş sorunu değil, küresel siyasetin Suriye sahasına aksettirdiği içinden çıkılmaz bir hesaplaşma var.

Suni hedefler ve gerçekler

Geçtiğimiz hafta içerisinde gerçekleşen Fransa Başkanı Macron’un ABD ziyareti Suriye meselesi içinde oldukça önemliydi. ABD öncülüğünde Fransa ve İngiltere’nin dahil olduğu Esad rejimine yönelik saldırının ardından bir araya gelen liderlerin daha bütüncül bir plan ortaya koymaları ihtimali vardı. Gerçekleştirilen saldırı kimyasal silah depolarına yönelik sınırlı bir eylemdi ve rejimi caydıracak hiçbir özelliği bünyesinde barındırmıyordu. Rusya’nın sert bir cevapla mukabelede bulunmasının önüne geçecek bir saldırı olduğu netti. Kaldı ki Rus tarafı da doğrudan cevap vermeyecek şekilde kendisini konumlandırdı ve askeri pozisyonunu buna göre ayarladı. Her iki taraf da çok hassas ve titiz davranarak gerilimi kontrollü bir şekilde azaltmayı denedi. Nitekim saldırı sonrası Suriye’de saha dinamikleri kaldığı yerden devam etti. Trump-Macron görüşmesi sonrasında aslında Ortadoğu konusunda tarafların birbirlerinden oldukça uzak ajandalara sahip oldukları ortaya çıktı. Uluslararası zirvelerde kabalıklarıyla ön plana çıkan Trump’ın, Fransa Başkanı Macron’a ‘toz konmasına’ bile müsaade etmeyen diplomatik teveccühü ve ziyaret boyunca gösterdiği ilginin, bakış açılarına yansıdığı pek söylenemez. Trump, Kıta Avrupasında lider devlet arayışında ve bunu Macron’un omuzlarına yıkma hevesinde olduğu oldukça net. Aslen bu lider arayışının kökenleri ABD’nin küresel çapta yüklendiği güvenlik maliyetlerinden kurtulmak istemesi politikasında yatıyor. Böyle bir maliyeti yüklenmek ve Rusya ile doğrudan karşılaşmak istemeyen Almanya ile ABD arasında gerginliğin her geçen gün arttığı ortada. Macron’a gösterilen üst düzey misafirperverliğin bir bakıma Almanya’yı rahatsız edecek kadar aşırı olması, bizzat hedeflenmiş gibi görünüyor.

Trump, nükleer anlaşmanın iptal edilmesi gibi radikal ve İran’ın Akdeniz’e ulaşmasının engellenmesi gibi suni hedefler ortaya koyarken, Macron yeni bir anlaşma ve İran’ın sınırlandırılmasına yönelik adımları sıraladı. Buradan anlaşılmaktadır ki Trump yönetimi İran meselesi konusunda daha sert politikalar üretmenin ve kendisiyle birlikte hareket etmek isteyen aktörleri buna zorlamanın peşinde. Kuzey-Güney Kore arasında gerçekleşen tarihi buluşmanın ve yumuşamanın ardından ABD’nin dikkatini daha fazla Ortadoğu’ya kaydırması kuvvetle muhtemel. Böylesi bir tabloda İran meselesin daha alevleneceği söylemek mümkün. Ancak burada ABD ve Kıta Avrupası arasında farklı pozisyonların olduğu ortaya çıkıyor. Zira Fransa gibi aktörler İran’la varılan nükleer anlaşmanın yeniden değerlendirilmesini ancak ortadan kaldırılmamasını istiyor. Dolayısıyla İran’ın sistem içinde, ancak sınırları çizilmiş ve bölgesel hırsları törpülenmiş bir devlet olarak kalmasını sağlamanın peşinde. Aslında Kıta Avrupası devletlerinin, İran’ın sistem içine çekilmesini benimseyen Obama’nın stratejik vizyonu ile bölgede İran’ı sınırlandıracak müdahalelerde bulunacak Trump’ın taktik-sel adımlarından mezcedilmiş bir ABD dış politikasını en ideal çözüm yolu olarak gördüğü söylenebilir.

Küresel düzlemde bu gelişmeler yaşanırken bölgesel ölçekte İran’ın sınırlandırılması meselesi daha dinamik bir konu olarak gündemde. Özellikle Suudi Arabistan ve İsrail, ABD yönetimini etkilemenin ve başta Suriye olmak üzere ABD’nin Ortadoğu ajandasının ilk sıralarına İran meselesini yerleştirmenin peşinde. Öte yandan bu iki aktörün İran merkezli olarak Suriye meselesinde daha fazla inisiyatif alma ve çok daha müdahil bir politika yürütmeye başladıkları açıkça görülüyor. Suudi Arabistan, Trump yönetiminin maliyetlerin karşılanması talebine yeşil ışık yakarken sahada da olma tutumuna eviriliyor. Arap ülkelerinden müteşekkil bir güç oluşturarak Suriye sahasına girmenin hesaplarının yapıldığı basına yansımış durumda.

Şahinlerin beklentileri

Bununla birlikte son dönemde en fazla dikkat çeken durum İsrail’in askeri angajmanını artırmış olması. İran İHA’sının düşürülmesi, noktasal operasyonlarla İranlı üst düzey komutanların öldürülmesi ve stratejik önemi haiz tesislerin vurulması gibi olaylar arka arkaya ve çok kısa aralıklarla gerçekleşti. Yedi yıldır süren Suriye iç savaşında daha önce görülmemiş düzeyde İsrail’in hem söylemini hem de askeri eylemlerini artırdığına şahid olmaktayız. İran’ın ve vekil güçlerinin Suriye’nin güneyinde artan etkisinden çekinen İsrail, sahadaki İran varlığının temizlenmesi için ABD’nin daha sert bir tavır takınmasından şüphesiz mutlu olacaktır. Zira gerek Hizbullah gerekse de İran’ın kendi mevcudiyeti ve diğer vekilleri aracılığıyla Suriye’de kalıcı bir güç olarak yerleşmesinin önüne geçmek, İsrail açısından son derece önemlidir. Bu açıdan İran’ı doğrudan hedef alan saldırıların caydırıcı olması beklenirken, küresel aktörlerin de sahadaki İran gerçekliğine uyanmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.

Bununla birlikte Suudi Arabistan ve İsrail arasında dolaylı yollardan bir yakınlaşma olduğu gerçeği mevcut. Bunun üç sebebi var. Birincisi, ortak tehdit olarak İran’ın görülmesi ve bölgede artan İran tehdidinin sınırlandırılması yönündeki müşterek görüş. İkincisi, ABD’nin Obama döneminden farklı olarak İran’a yönelik olumsuz bakış açısı. Üçüncüsü, ABD’nin peşine takılarak ulusal güvenlik çıkarlarını korumaya alışan bu iki aktörün Trump’ı bulunmaz bir fırsat olarak görmesi… Dolayısıyla Riyad ve Tel Aviv, hem ulusal hem de bölgesel anlamda İran tehdidine yönelik önleyici müdahalelerde bulunmak ve ABD’nin Suriye’den çekilmesinin önüne geçmek için daha aktif bir politika takip ediyor.

Hesaplar arasında Suriye

Tüm bu hesaplar yapılırken Suriye’de her geçen gün daha fazla sivil can kaybı olması elbette kimsenin umrunda değil. Suriye mücadele alanı olarak belirdi ve yakın vadede kesin kazanan bir taraf olmadan Bosna tarzı bir çözüm ile yarım yamalak bir siyasi geçişe mahkum edilecek bir Suriye ile karşılaşacağız. Zira taraflar hala askeri yatırımlarına devam ediyor. Artan Batı, Suudi ve İsrail baskısını göğüslemesi için Rusya S-300 hava savunma füzelerini rejime vereceğini açıkladı. Bu, kendi hakimiyetinde kalmasını istediği Suriye sahasında müdahil olmaya çalışan aktörlere karşı önemli bir hamle. Diğer taraftan ABD, Rusya ve İran’ın etkisini kırmak açısından Suriye’de belirli bir düzen sağlanması gerektiğinin farkında ancak sahada bunu gerçekleştirecek herhangi bir müttefiki bulunmuyor. YPG terör örgütünün sınırlarını en iyi kendisi biliyor.  Kıta Avrupası ülkelerinin nükleer anlaşmayı iptal etmek istememeleri Suriye sahasında ABD ile farklı noktalara savrulma ihtimalini doğurmaktadır. Bu açıdan Trump’ın 12 Mayıs’ta vereceği karar ABD ve müttefikleri açısından kritik bir eşik olacaktır. Bölgedeki şahinlerin beklentileri ise ABD’nin bir başka açmazı olarak karşımızda durmaktadır. Zira Suriye’ye müdahil olmaları halinde ABD’yi sahaya sürükleme fırsatını da yakalayacaklardır. Maliyetlerden kurtulmak isteyen ABD için bu istenilenin tam tersi bir sonuç çıkarabilir.

Özetle Avrupalılar nükleer anlaşmanın devam ettirilmesini ve bu sayede İran ile ticaretin sürmesini, İran’ın da Suud ve İsrail tarafından dengelenmesini tercih etmektedir. Riyad ve Tel Aviv yönetimleri ise İran’ın dengelenmesinin bizzat ABD öncülüğünde bir oluşumla yapılmasını arzulamaktadır. ABD ise hem Avrupa hem de bölgesel müttefikleri arasından maliyetleri üstlenecek lider devletler aramakta ve İran’ın bu aktörler tarafından dengelenmesini istemektedir. Bu dengelemenin kim tarafından ve nasıl yapılacağı henüz muammma olarak karşımızda durmaktadır. Rusya ise Suriye’nin hamisi olarak nüfuzuna halel getirmemek için çabalamaktadır.

[Star Açık Görüş, 28 Nisan 2018]

Etiketler: