Körfez’in ‘İran Korkusu’

Pek çokları tarafından mezhep çatışmasına indirgenen ‘İran tehlikesi' esasında Körfez ülkelerinin siyasi ve fiziki varlıklarını etkileyen bir güvenlik sorunu olarak değerlendirilmelidir.

Suriye krizi beşinci yılına girerken bölge ülkeleri ve uluslararası aktörler krize çözüm bulamadıkları gibi bölgedeki krizlerden nemalanarak büyüyen IŞİD tehlikesine karşı da ortak bir politika belirleyemediler. Bölgenin en etkili ülkeleri Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve İran’ı, Arap isyanlarının başından bu yana geride kalan süreçte çözüm için aynı masada görmekse mümkün olmadı. Bu ortamda, geçtiğimiz hafta Türkiye ve Suudi Arabistan arasında beliren yakınlaşma ihtimali, analistler tarafından Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın normalleşmesine katkı sağlayarak İran yayılmacılığını dengelemek adına Sünni bloğu güçlendirme adımı olarak okundu. Bunun yanı sıra Yemen’de Husi darbesiyle iyice belirginleşen İran etkisi de, Suudi Arabistan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’nin etkisiyle Müslüman Kardeşlere karşı şahinleşen tavrını eleştirilerin odağına oturttu. İran’la nükleer müzakereler kapsamında Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Riyad ziyareti, Suud-İran denkleminde uluslararası gücün işbaşında olduğunu gösterirken, Suudi Arabistan iç ve dış siyasetinin şekillenmesinde İran’ın nasıl etki ettiğine dair soru işaretleri de gündeme geldi.

Suudi Arabistan’ın son dönemdeki diplomatik aktivizminin İran’ın bölgede artan etkisine karşı bir Sünni bloğu oluşturma çabaları olarak görülmesinden hareketle sorulması gereken soru Körfez’in İran’dan korktuğuna dair iddianın temelinde neyin yattığıdır. Pek çokları tarafından mezhep çatışmasına indirgenen ‘İran tehlikesi’ esasında Körfez ülkelerinin siyasi ve fiziki varlıklarını etkileyen bir güvenlik sorunu olarak değerlendirilmelidir. Aksi bir değerlendirme bölgenin dinmek bilmeyen yaralarını daha fazla derinleştirmekten başka bir amaca hizmet etmemektedir.

KÖRFEZ’İN GÜVENLİK SORUNU

Bilindiği üzere Körfez ülkeleri güvenlik konusunda büyük oranda Amerika Birleşik Devletleri’ne bağımlı durumdadır. Bu garantörlük herhangi bir tehlike durumunda ABD’nin Körfez ülkeleri adına savaşacağı anlamına gelmemekle birlikte, ABD’nin bölgedeki varlığının caydırıcılığına işaret etmektedir. Ancak bölge siyasetçileri de analistler de Körfez’de kalıcı güvenliğin sağlanması için ABD’ye bel bağlanılmaması gerektiği konusunda hemfikirdir. Nitekim Körfez ülkeleri de bu doğrultuda Körfez İşbirliği Konseyi’ni kurmuş ve askeri-güvenlik yatırımlarına ciddi bütçeler ayırmıştır. Askeri harcamalarda Körfez ülkeleri dünya sıralamasında üst basamaklarda yer almaktadır. Amerika’da uluslararası bir danışmanlık şirketi olan İHS’nin Küresel Savunma Ticareti Raporu’na göre Suudi Arabistan 2014’te silah alımına 6,5 milyar dolar harcayarak son yılların önemli silah ithalatçısı olan Hindistan’ı geride bırakmıştır. Silah pazarının diğer önemli alıcısı ise Birleşik Arap Emirlikleri olmuştur. 2014’te 2,2 milyar dolarlık silah alan BAE, Suudi Arabistan’la birlikte Avrupa’nın tamamından daha fazla silah ithal etmiştir. Miktar olarak fazla ve teknolojik bakımdan ileri silahlara sahip olsa da Körfez ülkeleri güvenliği sağlama noktasında kendi kendine yetmekten çok uzaktır. Zira ulusal nüfuslarının yetersiz olması ve orduların önemli ölçüde yabancı askerlerden oluşması, Körfez ülkeleri için ciddi problem teşkil etmektedir. Hal böyle olunca asker sayısı bakımından Körfez’in tamamını neredeyse ikiye katlayan İran’ın, nükleer programını sürdürmesi Körfez’deki güvenlik dengesini iyice İran lehine değişmes

Etiketler: