Körfez Krizinin Bilançosu

Türkiye'nin takındığı tavrın krizin sokaklara yansımaması ve Katar elitlerinin parçalanmaması noktasında kritik bir rol oynadığı aşikar.

Körfezde yaşanan kriz yaklaşık iki haftadır gündemi meşgul ediyor ve görünen o ki etmeye de devam edecek. Gerek Suudi Arabistan ve müttefikleri gerekse Katar, pozisyonlarını güçlendirmek için fazlasıyla çaba sarf ediyor. Krizin başladığı andan itibaren gerginliği düşürmeye yönelik açıklamalar yapan ve müzakere taleplerini yineleyen Katar, ilk şoku atlatmış gibi görünüyor. Kuveyt ve Umman’ın tarafsızlığı ve özellikle Türkiye’nin en üst düzeyden Katar’a yönelik ablukanın yanlış olduğuna yönelik açıklamalarının somut bir desteğe dönüşmesi bu durumun en önemli etkeni olarak ön plana çıktı.

5 Haziran’da ağır yaptırım kararları açıklandığında kısa vadede Katar yönetimini sıkıntıya sokacak üç senaryo söz konusuydu. Birincisi, krizin birkaç gün içinde askeri operasyona dönüşmesiydi. Böylesi bir senaryo Suud Dışişleri Bakanı tarafından dillendirilmiş olsa da bu ihtimal şimdilik reel düzeye taşınmadı. İkinci senaryo, ablukanın Katar içinde bir krize yol açacak şekilde etkili olması ve ülke sokaklarının 2011 yılı başlarında Mısır ve Tunus gibi ülkelerde yaşanan gösterilere sahne olmasıydı. Ancak ilk günden Katar vatandaşlarının gadre uğramışlık duygusu birlik olmalarını hızlandırdı. Yaşanması olası gıda krizlerinin önüne geçilmiş olması da -zayıf da olsa- ihtimal dahilindeki bu senaryoyu boşa çıkardı. Üçüncü senaryo ise siyasi elitler arasında başlayacak bir çatışmanın iktidar kavgasına dönüşmesiydi. Bir çok aşiretten Katar yönetimine gelen destek mesajları ve siyasi / askeri elitlerin kriz karşısında birlik mesajları vermesi bu senaryoyu da bertaraf etmiş görünüyor.

Aslına bakarsanız yaşanan şey tam bir karmaşa. Normalde krizi tırmandırmak isteyen taraftan beklenen şey, suçlamalarını destekleyecek kanıtlar sunmak ve somut taleplerde bulunarak pozisyonunu tahkim etmesidir. Halbuki bu krize bakıldığında durumun böyle olmadığı aşikar. Oldukça ağır suçlamalar yönelten Suudi Arabistan’dan somut kanıtlar ve sistematik bir baskı yapması beklenirdi. Ancak bunun yerine Suudi Arabistan oldukça ağır ve çoğu söylemsel düzeyde karşılığı olabilecek suçlamalar yönelterek ağır yaptırımları devreye soktu. En somut talebi ise üç gün sonra geldi. Terörle irtibatlı olduğunu iddia ettiği elli dokuz kişi ve on iki kurumun dahil olduğu bir liste yayınladı. Bu listenin önemli bir kısmı İhvan ve Hamas’la ilgili kişilerden oluşması sürpriz olmadı. Ancak bu tutum pek ikna edici olmuş sayılmaz. Bu adımlara karşın Katar Türkiye, Rusya, Almanya, ABD ve BM gibi uluslararası aktörler nezdinde yoğun bir diplomasi trafiğine girdi. Gelinen noktaya bakıldığında önemli bir mesafe aldığı da ortada.

Suudi Arabistan ise bloğunu genişleterek ablukanın etkisini artırmanın peşine düşmüş durumda. Oldukça ağır ve ağırlığı ölçüsünde irrasyonel bir zemine sahip ablukaya taraf bulmakta da zorlanmadı. An itibariyle Suud yaptırımlarını uygulamaya koyacağını ilan eden ülke sayısı on üç oldu. Ablukaya katılan ülkeler arasında şaşırtıcı ülkeler bulunsa da önemli bir kısmının zaten Suudi Arabistan etkisi altında olduğu görülüyor. Sayısal olarak genişleyen Suud blokunun etki bakımından oldukça zayıf kaldığı gözükmektedir.

Türkiye’nin takındığı tavrın krizin sokaklara yansımaması ve Katar elitlerinin parçalanmaması noktasında kritik bir rol oynadığı aşikar. Krizin patlak vermesinin hemen ardından İran Dış İşleri Bakanı’nın Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret Türkiye’nin krizde kritik bir role sahip olacağının ilk işaretiydi. Bahreyn Dış İşleri Bakanının ziyareti de Türkiye’nin kilit konumunu pekiştirmiş oldu. Türkiye’nin aktif tavrı, yalnızca Katar’a destek anlamına gelmemekte, aynı zamanda krizin mümkün olduğunca hızlı ve hasarsız bitirilmesi için önemlidir. Kriz bir yandan devam ederken, öte yandan arabulucular da devrede.

Gelinen nokta itibariyle en önemli risk, Suudi Arabistan’ın tüm çabalarına rağmen Katar’ı geri adım attırmaya yeterli olmadığını düşünmesi ve askeri seçenekleri devreye sokmasıdır. İran gibi geleneksel tehditler dururken böylesi bir senaryoyu gündeme alması çok da rasyonel değil. Ancak Katar’a karşı başlayan bu kampanyanın da pek de rasyonel olmadığını hatırlatmakta yarar var.

Krizin başta Suriye olmak üzere bölgesel yansımaları da bir sonraki yazıya kalsın.

[Fikriyat, 12 Haziran 2017]

Etiketler: