Irak Yeniden Şekillenirken Türkiye’nin Siyasi Öncelikleri

Kerkük konusunda İran'ı değil, Barzani'yi tercih ettiklerini açık açık dile getirenler, Barzani'nin ısrar ettiği bağımsızlık hülyasını Türkiye'ye rağmen gerçekleştirmek istediğini çabuk unuttular.

Geçen yazıda referandum sonrası oluşan tabloda Türkiye’nin üç alandaki önceliklere odaklanması gerektiğini ve güvenlik alanında PKK tehdidine odaklanılması gerektiğini ifade etmiştim. Bunun temel gerekçesi de örgütün Irak’ta sahip olduğu etkinlik düzeyinin Türkiye’ye ve Irak’taki çıkarlarına tehdit oluşturmasıdır.

Siyasi açıdan ise Türkiye’nin iki koldan ilerleyen gelişmeleri yakından izlemesi gerekecek. Bir yandan IKBY’nin siyasi geleceği şekillenirken burada ortaya çıkacak olası risklerin bertaraf edilmesi; öte yandan Türkmenlerin Irak siyasetinde etkinleştirilmesine yönelik formüllerin aranması söz konusu olacak.

Barzani yönetiminin birkaç yıldır siyaseten zor durumda olduğu biliniyor. 2013 yılında görev süresi dolmasına rağmen seçim yapılmaksızın bölgesel yönetimin başkanlığını yürütmeye devam ediyor. En önemli avantajı 2003 Irak işgali dolayısıyla elde edilen özerkliğin baş aktörü olmaktan kaynaklanan kazanımlardı. Güvenlik kurumları üzerindeki etkisi ve en büyük sektörlerde sahip olduğu pay dikkat çeken önemli örnekler. Ancak muhalefet bu tarihten beri güçleniyor ve bağımsızlık hamlesinin arzuladığı istikametin aksine sonuçlar doğurması elindeki gücü de riske düşürdü.

1 Kasım’da yapılacağı ilan edilen seçimlerde siyasi bir yara alması uzak bir ihtimal değil. Dahası mevcut konjonktürde yaşadığı sıkışmışlık, en yakın müttefikleri İsrail ve ABD’nin de desteğini kaybetmesine yol açabilir. Bu durumda önümüzdeki soru, Barzani yönetiminin iktidarını kimin ikame edeceği ve bu durumun Türkiye için ne anlam taşıdığıdır.

Seçimler yoluyla iktidara gelebilecek güce sahip Goran ve KYB bulunmaktadır. Her iki aktör üzerinde de İran’ın etki sahibi olduğu biliniyor. Ancak bu bölgede iktidara kim gelirse gelsin Türkiye’ye rağmen bir pozisyon alamayacağının farkındadır. Ancak önümüzdeki süreçte yaşanacak türbülansların taşıdığı önemli risk ABD’nin Suriye’de PKK’ya yaptığı yatırımın bir benzerini bu bölgede de yapmasıdır. Bu durumda PKK’nın Irak-Suriye hattında güçlenmesi beklenebilir. Türkiye’nin böylesi bir senaryoya karşı ciddi bir hazırlık yapması gerekecektir. Aksi takdirde bu bölge Türkiye için Irak ve Ortadoğu’nun derinliklerine doğru bir geçiş bölgesi olmaktan çıkacak ve bir duvara dönüşecektir.

Bu durumda Türkmenlerin bir siyasi aktör olması bir yana, güvenlikleri de risk altında olacak. Halbuki mevcut konjonktür, Türkmenlerin kaybettikleri gücünü yeniden elde etmeleri için bir fırsata dönüşmüş durumda.

2003 işgalinin yıkıcı sonuçları Kerkük’e de yansıdı. Irak işgali sonrasında şehrin tartışmalı bölge olarak ilan edilmesi ve statüsünün en geç 31 Aralık 2007’de bir referandumla belirleneceği ilan edildi. Bu tarihten itibaren Kerkük’e yönelik ciddi bir nüfus mühendisliği gerçekleşti. 2003’te nüfusu yaklaşık 800 bin şehirde bugün yaklaşık 1.5 milyon kişi yaşıyor. Bu nüfus artışının KDP ve KYB’nin kendi tabanını şehre taşıması sonucunda gerçekleştiğini bilmeyen yok.

Bu demografik değişim karşısında Türkiye 2007’de yapılması planlanan referandumun ertelenmesine yönelik bir siyaset izledi ve başarılı oldu. Ancak Türkmenler hem azınlık konumuna düşmüş oldular hem de yerel meclislerden başlamak üzere Irak siyasetinde sahip oldukları etkiyi hızlı bir şekilde kaybettiler. İran ve Irak merkezi hükümeti ile karşılıklı çıkarlar üzerine kurulacak bir ilişki Türkmenleri Irak siyasetinde etkili bir konuma taşıyabilir. 2003-2008 yılları arasında Kerkük başta olmak üzere birçok bölgede yaşanan nüfus mühendisliğinin siyasal sonuçlara evrilmesinin önüne geçmek ve benzer bir demografik dizaynın başka bir formda gerçekleşmemesi Türkiye’nin öncelikleri arasında yer almalıdır.

Kerkük konusunda İran’ı değil, Barzani’yi tercih ettiklerini açık açık dile getirenler, Barzani’nin ısrar ettiği bağımsızlık hülyasını Türkiye’ye rağmen gerçekleştirmek istediğini çabuk unuttular. Bu hülyanın İran’ın Irak’taki etkinliğini nasıl artırdığını da bilerek göz ardı etmekteler. Bütün bunlar olmamış gibi Kerkük ve Türkmenler konusunda İran’ın güvenilmezliği ya da Suriye’de güttüğü siyaseti vurgulamak ham bir söylemden öteye gitmiyor. İyi niyeti koruyarak söyleyelim; bu iddiaların sahipleri bütün varsayımlarını Türkiye’nin hep bir başkasına mahkûm olduğu ya da güvenmekten başka bir çaresinin olmadığı üzerinden kurmaktalar. Hâlbuki bir kez olsun olayları kendi bağlamında değerlendirebilir ve sebep sonuç ilişkisini doğru yönden kurmayı deneyebilirler.

[Fikriyat, 23 Ekim 2017]

Etiketler: