İhtiyaçtan Mütevellit Politika İcatları

Hükümet-Merkez ilişkilerinin, kriz sonrası dönemde belki ülkeden ülkeye de fark gösteren bir doğada değişmiş olabilmesi mümkünken, bundan sonraki dönemde de hassas bir dengede olacağı inkâr edilemez.

Geçtiğimiz hafta İstanbul Medipol Üniversitesi’nde 3. Uluslararası FINANDEBT Konferansı’na ev sahipliği yaptık. Université de Toulon, Kırklareli Üniversitesi ve İstanbul Medipol Üniversitesi işbirliğiyle gerçekleştirilen konferans birbirinden değerli akademik çalışmalara sahne olurken, ana konuşmacılardan biri olarak Hollanda Merkez Bankası (De Nederlandsche Bank) Araştırmalar Müdürü Jakob de Haan’ı ağırladı.

De Haan’ın konuşması, kriz sonrası küresel para politikalarına dair yapılmış yeni bir araştırmanın sonuçları üzerine kurguluydu. Konuşmanın özünü oluşturan çalışmanın ismi ise, “Necessity as the mother of invention: Monetary policy after the crisis”. De Haan’ın da içinde bulunduğu çalışmanın başlık seçimi, global kriz sonrasındaki para politikası icatlarının, ihtiyaçtan doğduğu düşüncesini yansıtıyor.

Araştırmanın başlıca sorgu odağı, para politikasının uygulanmasında kriz sonrası gözlenen değişimlerin geçicilik ya da kalıcılık derecesi… Bunu öğrenebilmek, henüz kriz tazesi sayılabilecek şu dönemde şüphesiz zorken, Merkez Bankası (MB) Başkanları ile akademisyenlerin fikirleri bu konuda oldukça yol gösterici olabilir diye düşünülmüş. Ve bu motivasyon doğrultusunda, söz konusu iki gruba anketler uygulanmış.

HEDEFLER DEĞİŞTİ Mİ?

Peki, hangi değişimlerden bahsediyoruz derseniz, aslında 4 grupta toplayabiliriz. Bunlardan ilki, kriz sonrası dönemde Merkez Bankaları’nın temel amaçlarının başına bir şey gelip gelmediğiyle ilgili… Genel itibariyle fiyat istikrarı olarak benimsenen ana hedefler, bu süreçte başka bir yerlere kaydı mı? İşte bunu sorgulayan araştırma, merkez bankacılığının enflasyon odaklı misyonunun hala yerinde durduğunu teyit ederken, özellikle krizin vurduğu gelişmiş ekonomilerde amacın modifiye edilmesine dair tartışmaların vuku bulduğunu gösteriyor. Bu tartışmalar ise, finansal istikrar gibi ek bir hedef belirlemekten enflasyon hedefini değiştirmeye kadar çeşitlenebiliyor.

Çalışma, gelecekte hedeflerin genişleyebileceği yönünde bir sonuca varıyor. Bununla birlikte, mesela, modern araçların sahne aldığı bir ortamda, enflasyon hedefini yükseltmenin ne kadar yarar getireceği tartışılıyor. Ya da bunun, bir MB’nin itibarına zarar getirip getirmeyeceği…

Finansal istikrar derseniz, her ekonominin elbette kaçınılmaz bir amacı. Zaten ilgili araştırmanın bulguları da, bu konuda teyakkuz olduğunu gösteriyor. Öte yandan, bu işe Merkez Bankaları (Sıfır da dâhil) ne derece müdahil olmalı, işte bu da henüz üzerinde anlaşmaya varılmamış bir konu…

MODERN ZAMANLAR

Modern zamanlara dair söz konusu bir diğer değişim ise, para politikalarının alet çantalarında yaşanan son genişlemeler… Krize karşı kullanılan ve geleneksel olmayan (unconventional) politikalar ve enstrümanlara ilişkin durum, acaba yeni normali sürekli kılar mı? İşte bu meraka istinaden, mevzubahis araştırma, şartlar normale döndüğünde sıfır civarlarında faiz oranının hala potansiyel bir enstrüman olarak kalıp kalmayacağını sorguluyor. Bir kısım kararsızlar var ancak akademisyenlerden gelen cevapların ağırlıklı olarak müspet olduğunu görüyoruz. Merkez yöneticileri ise, gelişmiş ekonomilerde nispeten daha müspet yanıt vermekle birlikte, henüz erken diyebiliyor.

Ya negatif oranlar? Akademisyenlerin yarısından çoğu, kutuda bulunsun derken, aynı fikirdeki MB Başkanları %22’de kalıyor. Tabii bu oran, sadece gelişmiş ekonomilere odaklanınca %39’a çıkıyor. Bu sonuçlar, sıfırın altındaki faizler konusunda bir bakıma çekinceleri de ima ediyor.

Finansal istikrarla ilgili bir mevzu olan makro-ihtiyati tedbirler konusunda ise, her iki grupta da %70’i aşan olumlu cevaplar göze çarpıyor. İçerik konusunda fikir ayrılıkları olsa da, çalışmanın bulguları, gelecekte makro-ihtiyati politikaların Merkez Bankalarınca daha geniş kullanılabileceğine işaret ediyor.

İLETİŞİM MESELESİ

Öte yandan kriz sonrası sürecin, Merkez Bankaları’nın iletişimini bir şekilde değiştirdiğine, özellikle de FED ve ECB örnekleriyle, cümle âlem şahidiz. Örneğin, sözle yönlendirme dediğimiz forward guidance, son dönemin öne çıkan araçlarından oldu. Peki, bu yeni iletişim politikası ne denli etkilidir ve bundan sonra para politikası yapıcılarının vazgeçilmezi mi olacaktır? Anket sonuçları, bu politikaların kalıcı olacağı fikrini önemli ölçüde destekliyor.

SİYASİ HASSASİYETLER

Sorgulanan diğer bir dinamik ise, Merkez Bankalarının hükümetle olan bağlantıları… Nitekim Merkez’ler için, hükümetin mali bir organı olma görevi ile bağımsızlık gereksinimleri arasındaki ince çizginin korunması önem taşıyor. Malumunuz, bilhasssa krizle mücadele ederken alınan kararlar, siyasi olarak yorumlanabiliyor ya da eleştiri alabiliyor.

Bu minvalde araştırmaya baktığımızda, çoğu MB Başkanı, siyasi anlamda ne geçmişe ne de geleceğe dair çok olumsuz bir tablo çizmiyor. Akademisyenler ise, aynı fikirde değil. İlgili süreçte bağımsızlık erimelerinin olduğuna ve gelecek için de iyi kötü tehditler bulunduğuna inananların oranı, bu grupta çok daha yüksek. Dolayısıyla, hükümet-Merkez ilişkilerinin, kriz sonrası dönemde belki ülkeden ülkeye de fark gösteren bir doğada değişmiş olabilmesi mümkünken, bundan sonraki dönemde de hassas bir dengede olacağı inkâr edilemez. İşte en taze örneğini ABD seçimleri sürecinde FED ile gördük. Trump’ın, FED Başkanı Yellen’a “Faizi mahsus düşük tutuyorsun” suçlamaları halen ortalıkta dolaşıyor.

Ve konumuza burada nokta koyarken, FED’in yurdu bugün seçimlere gidiyor. Seçimlerin gerek FED, gerek ABD, gerekse dünya için yansımalarını tartışmayı sürdüreceğiz.

[Yeni Şafak, 8 Kasım 2016]

Etiketler: