İhtiyaç Varsayımı

Devletler bir diğer devletle olan ilişkilerini birbirlerinden elde edeceği ihtiyaçlarına göre değil, kendi kapasitelerine göre belirler.

Uluslararası İlişkilerin doğasına ve dış politikanın işleyişine dair sıkça kullanılan bir varsayım var.

Özellikle Türk Dış Politikası konuşulmaya başlandığında karşımıza çıkıyor. Ben buna ihtiyaç varsayımı diyorum.

Bu varsayımın faydasının ciddi biçimde sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’nin diğer aktörlerle ilişkisinin yanlış okunmasına ve dolayısıyla yersiz beklentiye neden oluyor. Genelde Türkiye’nin coğrafi konumundan ve kültürel özelliklerinden hareket edenler diğer devletlerin Türkiye’ye ihtiyaç duyacağı inancını üretiyorlar.

Hâlbuki uluslararası ilişkilerin doğasında bu mantık nadiren işler. Eğer dış politikayı bu mantık çerçevesinde okursanız abartılı beklentilere girer ve sonunda hüsrana uğrarsınız.

Çünkü devletler bir diğer devletle olan ilişkilerini birbirlerinden elde edeceği ihtiyaçlarına göre değil, kendi kapasitelerine göre belirler.

Herhangi bir devlet dış politika yolculuğunda acaba Türkiye’ye nerelerde ihtiyacım var diye çıkmaz. Türkiye benim yolumu nerelerde kesiyor ve ben bunu nasıl etkisiz hale getirebilirim diye çıkar. Önce kendi kapasitesine bakar. O kapasiteye göre hesap yapar.

Türkiye’nin özelliklerine göre yapılan bir hesap olacaksa bile o sadece ince ayarlamalar için söz konusu olur.

Mesela Amerika 2003 yılında Irak’a saldırabileceğini düşünür. Buna kapasitesi olduğunu bildiği için bu düşünceye kapılır. Sonra hesap yapılır. O hesabın içinde Türkiye’den Kuzey Cephesi açmak daha avantajlı görülebilir. O zaman Amerikan yönetimi Türkiye’nin kapısını çalar. Geçiş hakkı ister. Askeri destek ister.

Bir ihtiyaç listesi sunar. Fakat bu ihtiyaç listesi vaz geçilmez değildir.

Hiçbir devlet kendi vazgeçilmezlerini başka devletler üzerinden hesaplamaz. Türkiye’nin coğrafi konumu Amerika için kıymetlidir ama vazgeçilmez değildir. Velhasıl öyle oldu. Türkiye’de 1 Mart tezkeresi meclisten çıkmayınca Amerikalılar bu işi tek başına Güney Cephesi’nden de yapabileceklerini düşündüler. Ve iki haftanın içinde Basra-Bağdat arasını kat ettiler. Yardımcı olmadığı için Türkiye’ye öfkelendiler. Daha maliyetli bir operasyon olduğunu düşündüler. Ama nihai olarak kendi hesaplarını kendi kapasiteleri üzerinden yaptılar. Ama Türkiye’de karar alıcılar şayet Amerika’nın Türkiye’ye olan ihtiyacı ve Türkiye’nin vazgeçilmezliği üzerinden hesap yaptıysa fena yanıldı diyebiliriz.

Bu konuyu kesinlikle daha da ayrıntılı biçimde başka mecralarda da ele almak lazım. Epeydir değinmek istediğim bir konu. Çünkü birçok beyanatta bu zihniyetin yansımalarına rastlıyorum.

Mesela Türkiye AB ilişkileri de maalesef çoğunlukla bu zihniyetin parametreleriyle değerlendirildiğinden çoğunlukla yanlış okunuyor ve yanlış beklentiler doğuyor.

Yıllardır söylenir. “Türkiye coğrafi konumu nedeniyle çok önemliymiş ve AB Türkiye’ye mecburmuş.” Hayır. AB veya üye ülkeler hiçbir zaman bu mantık üzerinden hesap yapmıyor. Aksine Türkiye’yi genelde hizaya getirilmesi gereken bir sorun olarak görüyor.

Buna bakıp Almanların kafası çalışmıyor dememek lazım. Aksine kafa çalışıyor ama başka türlü çalışıyor.

“Türkiye’ye benim de ihtiyacım var. İşbirliği yapalım. Beraber kazanalım” demiyor. “Türkiye kontrol altında tutulmalı” diyor.

Siz istediğiniz kadar Türkiye’nin Avrupa’ya pozitif değer katabileceğini falan savunun.

Avrupalının umurunda değil.

İhtiyacı olsa dahi ihtiyacı olan şeyi karşılıklı pazarlık ve kazan kazan formülüyle elde etmek istemiyor. Aksine kendisi kazanırken Türkiye kaybetsin istiyor. Bunu ayıplı bulabilirsiniz. Ama söyleyerek düzeltemezsiniz. Yapacağınız tek şey var. Siz de hesabınızı aynı mantığa göre yaparsınız. Tabii tercih meselesi.

Bazıları diğer ülkelerin değişmesini ve Türkiye’nin vazgeçilmez değerini kavramasını bekleyebilir. Ama uyarayım.

Sonu hüsran olur. Zira uluslararası siyaset öyle çalışmıyor.

[Takvim, 07 Eylül 2017]

Etiketler: