2 Haziran 2020 | Batman ve Joker karakterleri, George Floyd'un ölümü protestolarında ABD'nin birçok şehrinde görüldüler.

Gotham, Amerika’nın Neresinde Kalıyor?

George Floyd’un un öldürülmesi sonrasında patlak veren olaylar birçoklarımıza ilk etapta Joker filminden sahneleri hatırlatsa da aslında tam tersi Holywood'a bu sahnelerin ilhamını veren Amerika'da şimdiye kadar yaşananlar olabilir. Gotham dediğimiz yer belki de Amerika'da hali hazırda var olan bir dünya. Süper gücün pelerini, maskesi ve vazgeçilmez çekiciliğinin örttüğü bir gerçeklik. Amerika'nın bazen hatırlamak istemediği ama ikide bir en olmayacak zamanda yüzleşmek zorunda kaldığı bir üvey kardeş. Batman'ın o unutulmaz sözünde olduğu gibi Amerika da bazen 'beni tanımlayan maskemin altında ne olduğu değil ne yaptığım' diyebilir. Neticede Mars'a koloni kurmaya çalışıyor o Amerika. Ama hep olduğu gibi maskenin içindekiler bir yerde yeniden ortaya çıkıp o Amerika'yı gözümüzün içine sokuyor.

George Floyd’un un öldürülmesi sonrasında patlak veren olaylar birçoklarımıza ilk etapta Joker filminden sahneleri hatırlatsa da aslında tam tersi Holywood’a bu sahnelerin ilhamını veren Amerika’da şimdiye kadar yaşananlar olabilir. Gotham dediğimiz yer belki de Amerika’da hali hazırda var olan bir dünya. Süper gücün pelerini, maskesi ve vazgeçilmez çekiciliğinin örttüğü bir gerçeklik. Amerika’nın bazen hatırlamak istemediği ama ikide bir en olmayacak zamanda yüzleşmek zorunda kaldığı bir üvey kardeş. Batman’ın o unutulmaz sözünde olduğu gibi Amerika da bazen ‘beni tanımlayan maskemin altında ne olduğu değil ne yaptığım’ diyebilir. Neticede Mars’a koloni kurmaya çalışıyor o Amerika. Ama hep olduğu gibi maskenin içindekiler bir yerde yeniden ortaya çıkıp o Amerika’yı gözümüzün içine sokuyor.

11-16 Ağustos 1965 tarihleri arasında meydana gelen Watts olayları Amerika’da yaşanan en büyük ayaklanmalardan biriydi. California eyaletinde polisin iki siyahi genci tutuklaması üzerine başlayan gösterilerde 34 kişi ölmüş milyonlarca dolarlık hasar meydana gelmişti. Olayları CBS için takip eden muhabirlerden biri olan Bill Stout ‘şehirlerimizdeki hastalığı tamir edemezken aya adam göndermemiz ulusumuzun ne işine yarayacak’ demişti. Watts olayları Yuri Gagarin’in ilk kez uzaya gönderildiği 1961 yılından dört sene sonra ABD’nin aya ilk kez ayak basacağı Apollo 11 programından dört sene önce yaşanmıştı. ABD yönetiminin gündeminde aya ayak basmanın yaşandığı bir dönemde ABD’de sokaklarda araçlar yakılmış, mağazalar yağmalanmıştı. ABD dünyaya artık uzay çağında olduğunu göstermeye çalışırken bünyesindeki en hastalıklı durumu ifşa edivermişti. Dünyayı komünizm tehlikesine karşı birleştirmeye çalışan ABD kendi içinde parçalanmış bir topluma sahip olduğunu dünyaya sergilemişti. Başkan Johnson’ın oluşturmaya çalıştığı ‘harika toplum’ bir anda bölük pörçük bir görüntü vermişti. Irk ayrımcılığı ve polis şiddetinin yarattığı gerilim ve yılgınlık büyük bir patlamaya dönüşmüştü. Yıllardır süren ve siyasilerin bir türlü tam olarak üzerine gitmek istemediği ve her seferinde yaşanan yağma ve kundaklama olaylarından dolayı sadece kriminal bir vaka olarak görülen olaylar Amerika’ya büyük bir şok yaşatmıştı. Ancak gerekli düzenlemeler yapılmazsa bunun son olmayacağı konusundaki görüşlere o yıllarda çok da itimat edilmedi. Watts olayları sırasında bölgeyi ziyaret eden Martin Luther King, olayları Amerikan ekonomisinin büyük bir bolluk yaşadığı yılların teğet geçtiği toplumsal kesimlerde yaşanmaya başlayan bir karışıklık olarak tanımlamıştı. Ekonomik ve sosyal problemlere sistematik bir çözüm getirilmesi için Başkan Johnson’a telkinde bulunmuştu. Olaylar sonrasında kurulan bir araştırma komisyonu da bu olayları sadece bir başlangıç olarak tanımlamış ve etkin bir çalışma yapılmaması durumunda yaşananların bundan sonra olacakların ilk perdesi olacağı sonucuna varmıştı.

Watts olayları son olmadı. Yarattığı etki açısından bundan sonra yaşanacak birçok ayaklanmaya örnek teşkil etti. Bu olaylar sonrasında Amerikan dört bir yanında 1967’de Newark ve Detroit’de, 1980’de Miami’de, 1992’de Los Angeles’ta, 2001’de Cincinati’de 2014’te Ferguson’da ve 2015’te Baltimore’da benzer olaylar yaşandı. Bu olayların hemen hemen hepsi kendi içinde aynı süreci barındırıyordu. Hemen hemen her seferinde polisin siyahi bir gence karşı şiddet kullanması meselenin fitilini ateşliyordu. 2014’te Ferguson’daki olayları başlatan Michael Brown adlı silahsız bir gencin polis tarafından güpegündüz sokak ortasında vurulması olmuştu. 1991’de Los Angeles’da Rodney King adlı bir başka siyahi genç polis tarafından gözaltına alınırken dört polis memuru ellerindeki metal coplarla King’e tam 56 kez vurarak ağır yaralamıştı. Bu olaylara duyulan tepki polis şiddetinin mahkemeye gelmesinden sonra başka bir boyut kazanıyordu. Miami’de Arthur McDuffie’yi öldüren dört polisin serbest kalması büyük infial yaratmıştı. Aynı şekilde Los Angeles’ta Rodney King’in dört polis tarafından feci bir şekilde dövülmesi sonrasında dövülme anının tüm detaylarıyla video kaydının bulunmasına rağmen beraat etmesi sonrasında Los Angeles’ı günlerce kasıp kavuran olaylar yaşanmıştı. Tüm bu olaylar sonrasında barışçıl gösterilerin yanında şiddet olayları da yaşanıyordu. Bazı gruplar önce araçları ateşe veriyor ve bölgedeki dükkanlar yağmalanıyordu. Polisin olaylara müdahale kapasitesinin kalmadığı anlarda ulusal muhafızlar devreye sokuluyordu. Bu süreçte Amerikan başkanı topluma birlik mesajı veren bir ulusa sesleniş konuşması yapıyordu. Yatışan her olay sonrasında geniş çaplı tartışmalar ve reform çağrıları gündeme geliyor ancak bir süre sonra bu tartışmalar kapanıyor ve yaşananlar hiç yaşanmamış gibi sistem aynı şekilde kendini üretmeye devam ediyordu.

Watts olaylarından 55 sene sonra bu olayların bir başkası Minneapolis şehrinde yaşandı. Bu sefer George Floyd adında bir siyahi polis tarafından gözaltına alınırken yaşananlar tüm Amerika’yı yeni bir gösteri ve şiddet sarmalının içine attı. Tarihin bir cilvesi olarak Watts olayları sırasında Apollo misyonu olduğu gibi Floyd olayları sırasında da Amerika ilk kez özel bir şirket SpaceX aracını uzaya yolluyordu. Uzay konusunda yeni bir çağın kapısını aralayan Amerika yeniden toplumsal barış konusunda çok da çağ atlayamadığını gözler önüne serdi. 55 sene önce Amerika’da ‘harika toplum’ rüyası taşıyan Johnson’un yerine iktidarda ‘Amerika’yı yeniden harika’ yapma iddiasında bulunan bir başkan vardı. Silahsız olmasına ve ilk tespitlere göre polise direnmemesine ve kelepçeli olmasına rağmen polisin boynuna diziyle 8 dakika 46 saniye baskı uygulaması sonrasında hayatını kaybeden Floyd’u öldüren polislerin ilk etapta gözaltına alınmamış olması büyük bir tepki doğurdu.

Floyd’un tüm yakarışlarına ve nefes alamadığı söylemesine ve sonra kendinden geçmesine rağmen polis dizini Floyd’un boynundan çekmemiş ancak sağlık görevlilerinin isteği üzerine geri çekilmişti. Olaylar farklı şehirlere yayıldıktan sonra polislerden biri hakkında tutuklama kararı Amerika’da büyük bir kesimi tatmin etmedi. Adli mekanizma geciktikçe halkın bu mekanizmaya güveni de sarsılmaya başladı. Minneapolis’te ilk olaylar baş gösterdikten hemen sonra ABD’de tüm büyük şehirlerde benzer gösteriler yaşanmaya başladı. Yaşananlar bir önceki olaylarla neredeyse paralel şekilde gelişiyordu. Bir yandan barışçıl gösteriler kamu vicdanını tatmin edecek bir siyasi irade ve adli kararlılık beklerken öte yandan da farklı gruplar şiddet olayları düzenleyerek yağmalamalar gerçekleştiriyordu.

Daha önceki olaylarla karşılaştırıldığında bu seferki olayları farklı kılan bazı durumlar var elbette: Daha öncekilere göre çok daha heterojen grupların katıldığı gösterilere şahit oldu Amerika. Farklı ırk ve farklı dinlerden insanların katıldığı barışçıl gösterilerde şiddet içerenlerden farklı olarak belirli bir disiplin de korunmaya çalışıldı. Bunun yanında yağmacıların 1992 Los Angeles olaylarının aksine refah seviyesi daha yüksek bölgelere yöneldiği görüldü. 1992 yılında büyük ölçüde Korelilerin sahibi olduğu mağazaların yağmalanmasından sonra bu sefer New York’ta Beşinci Cadde ve Los Angeles’ta Beverly Hills’teki kalburüstü markalar yağmacıların hedefindeydi.

 

Elbette Amerikan toplumu son otuz yıldaki belki de en polarize halini yaşıyor. Gösterilerin bir yandan Floyd’un öldürülmesine odaklanırken bir yandan da Başkan Trump’ın temsil ettiği söylenen ve siyahi Amerikalıların sorunlarına ve hislerine ilgisiz bir gruba karşı yönelmiş olması bu kutuplaşmayı gözler önüne serdi. Başkan Trump’ın attığı tweetlerdeki ton ve bazı yazdıklarının tarihsel referans anlamında vardığı nokta bu kutuplaşmayı daha da derinleştirdi. Yapılan yapıcı açıklamalar ve törenler bu nokta bir pansuman olmaktan öteye geçmeyecek. Derinin altında kalan ve bazen yapısal özellikler sergileyen ayrımcılık ortadan kalkmadan bu konuda yaşananlar devam edecek.

Watts olaylarının üzerinden 55 sene geçtikten sonra Martin Luther King’in analizlerinin hala geçerli olması ve aya giden Amerika’nın hala halkının belirli bir kesimi gözünde birleştirici olamaması meselenin önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini gösteriyor. Kimse değişmiyor, Batman geri dönmüyor, Joker yok olmuyor. Gotham varolmaya devam ediyor. Aslında tüm sorun bu.

[Sabah, 6 Haziran 2020]

Etiketler: