Fırat Kalkanı Harekatı’nın Bir Yılı

Fırat Kalkanı Harekatı PKK ile mücadele bağlamında Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra sınırlarımız dışında gerçekleşen en önemli harekat niteliğine sahip.

Fırat Kalkanı Harekatı, 15 Temmuz darbe girişiminden kırk gün sonra başlamıştı. Harekat bir çok açıdan önemli boyutlara sahip. PKK ile mücadele bağlamında Irak başta olmak üzere çeşitli ülkelerde yürütülen operasyonları dışarda tutarsak, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra sınırlarımız dışında gerçekleşen en önemli harekat niteliğine sahip.

Bununla beraber harekatın yalnızca Türk güvenlik güçlerinin katılımı ile değil, Özgür Suriye Ordusu çatısı altında bulunan çeşitli grupların da katılımı ile gerçekleşmiş olması ayrıca dikkate değer. Nitekim Suriye başta olmak üzere vekalet savaşlarının yeni ve başat çatışma trendi olarak öne çıktığı bir dönemde Harekatın bu özelliği Türkiye’nin bu konsepte ilişkin kapasitesine işaret ediyor.

Üçüncü önemli özelliği ise ABD ve Rusya gibi küresel güçler ile bölgede on yıllardır ideolojik ve mezhep hattı üzerinden örgütlenen İran’ın Suriye’de oldukça etkin bir konumda olmalarına rağmen gerçekleştirilmiş olmasıdır.

Hazırlıkları aylar öncesinde başlamasına rağmen bir türlü başlamadığı için harekatın geç kaldığı yönünde haklı eleştiriler de yükseliyordu. Ancak 15 Temmuz’un bize gösterdiği en önemli şeylerden biri de FETÖ’nün TSK içinde yarattığı manipülasyonlar ve tahribattı. Dolayısıyla FETÖ temizlendikçe harekatın hızlı bir şekilde başlaması ve mesafe kat etmesi bu açıdan oldukça anlamlı.

Harekatın başladığı dönemi hatırlayalım. DEAŞ, ne ABD ve Rus güçlerini ne de ideolojik açıdan baş düşman olarak gördüğü İran gibi ülkelere değil, Türkiye’ye saldırıyordu. Sınırımızın öte tarafından havan topu ve kısa menzilli füzeler atmakla kalmayıp, Türkiye’nin en çok yabancısı olduğu intihar bombacıları ile hem güvenlik güçlerimizi hem de sıradan insanımızı hedef almaktaydı. PKK’da hem kullanılan yöntem hem de hedefler açısından DEAŞ’ı kopyalıyordu. Üstelik bu terör örgütleri Irak ve Suriye’de alan kontrolü yaparak fiili birer yönetim kurduklarını ilan etmişlerdi. Bir başka deyişle Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırının önemli bir kısmını paylaşmışlardı. Türkiye güney sınır hattında neredeyse bir terör koridoru oluşma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı.

Bu tablo karşısında Harekat iki temel öncelik çerçevesinde başladı. Birincisi DEAŞ tehlikesini bertaraf ederek sınır güvenliğini tesis etmek. İkincisi PYD’nin Irak sınırından Akdeniz’e kadar uzanan koridoru kontrol altına almasının önüne geçmek. Özellikle El Bab’da DEAŞ’ın ciddi bir direniş göstermesine rağmen harekat hızlı bir şekilde ilerledi. Türkiye sınırları içinde DEAŞ’a yönelik yürütülen operasyonlarla birlikte Şubat 2017’de El Bab’ın da kontrol altına alınması ile DEAŞ tehdidi önemli ölçüde bertaraf edildi. PYD’nin Haseke-Afrin hattını kontrol altına alma ve devamında Akdeniz’e kadar ulaşma hedefi de engellenmiş oldu. Ancak bu noktadaki risklerin devam ettiğini ve Fırat Kalkanı ile başlayan stratejik ve askeri tutumun devam etmesi gerekir.

Suriye’de DEAŞ’a karşı mücadele ettiğini ilan eden başka güçler de söz konusu. Irak sınırına yakın hatta ABD kara gücü olarak kullandığı YPG ile işbirliği içinde ile yürümekte. Öte yandan ise Rusya ve Esed rejimi ise Palmira ve çevresinde DEAŞ’la bir çatışma içinde. Bu blokların yürüttüğü operasyonlar ile Fırat Kalkanı Harekatı bir çok açıda karşılaştırılmaya değer. Bu tabiki uzunca bir değerlendirmenin konusu. Kısaca ifade etmek gerekirse ABD ve Rusya’nın girdikleri şehirler yaşanmaz hale gelirken, Fırat Kalkanı ile emniyet altına alınan bölgelerde hızlıca yeniden hayata dönüş gerçekleşmekte. ABD ve Rusya sivil halk nezdinde işgalci olarak görülürken Türkiye ise kendi güvenliğin garantörü olarak karşılanmaktadır.

Bu iki gücün vekilleri YPG ve rejim için de benzer bir tablo söz konusu. YPG, ABD’nin gölgesi dışında bölgede bir varlık gösteremeyen ve hayat bulamayan bir pozisyona düştü. Esed rejiminin ise Suriye’ye bir şey sunamayacağı altı yıldır yaptığı katliamlardan ve Suriye’yi enkaza çevirmesinden açıkça anlaşılıyor.

Suriye krizinin başından itibaren masadaki yerini alan Türkiye bu harekatla sahada da daha fazla ağırlık kazanmaya başladı. Fırat Kalkanı harekatı ile Türkiye terör tehdidine karşı kendi güvenliğini sağlamakla kalmadı, bölge denklemlerinin yüz yıl sonra yeniden şekillendiği bir dönemde hem masada hem da sahadaki yerini almış oldu.

Risklerin başka formlarda devam ettiği ise açık. Bu durumda yeni tehdit ve ittifak güncellemeleri de gerekli. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında daha hızlı ve daha kararlı hareket ettiğini ve etkili önlemler almaya başladığı görülmekte. Bu tutumun sürdürülmesi ve ‘Fırat Kalkanı’nın bir ‘Mızrağa’ dönüşmesi beklenebilir.

[Fikriyat, 24 Ağustos 2017]

Etiketler: