Etkin Mücadele için FETÖ’nün MR’ını Çekmeliyiz

FETÖ'yle etkin mücadele için önce teşhisi doğru koymamız örgütün adeta MR'ını çekmemiz gerektiğine dikkat çeken araştırmacı Mert Hüseyin Akgün, “Yüzlerce mahrem yöneticinin 15 Temmuz'dan sonra tespit edilip etkisiz hale getirilmesi örgüt üyesi askerlerin yakalanmasından çok daha önemlidir. Bu sayede bugün örgütün TSK'daki aktivitesinin önemli ölçüde zayıflatıldığını söyleyebiliriz.” diyor.

FETÖ’yle etkin mücadele için önce teşhisi doğru koymamız örgütün adeta MR’ını çekmemiz gerektiğine dikkat çeken araştırmacı Mert Hüseyin Akgün, “Yüzlerce mahrem yöneticinin 15 Temmuz’dan sonra tespit edilip etkisiz hale getirilmesi örgüt üyesi askerlerin yakalanmasından çok daha önemlidir. Bu sayede bugün örgütün TSK’daki aktivitesinin önemli ölçüde zayıflatıldığını söyleyebiliriz.” diyor.

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden dört yıl geçti. Bu ülkeye en büyük ihaneti gerçekleştiren, sivilleri katleden, darbeyi yöneten ve yönlendiren FETÖ örgütünün TSK ve devlet içinde yuvalanmış üyeleri de birer birer yargı önüne çıkarıldı. Ancak yargı süreci ve FETÖ ile mücadele halen devam ediyor. Özellikle Genelkurmay Çatı Davası ve Akıncı Üssü davaları FETÖ yapılanmasına dair önemli veriler de sağladı. Bu iki davayı yakından izleyen ve FETÖ’nün şifrelerini çözmek için bu veriler üzerinden yaptığı analizleri FETÖ’nün Askeri Kanadı Genelkurmay Çatı Davası kitabında toplayan araştırmacı Mert Hüseyin Akgün’le örgütün neden halen bir tehdit olduğunu konuştuk.


Kitap: FETÖ’nün Askeri Kanadı | Genelkurmay Çatı Davası

Kitap: FETÖ'nün Askeri Kanadı | Genelkurmay Çatı Davası


FETÖ’nün başta TSK olmak üzere kamu kurumlarındaki veya diğer alanlardaki yapılanmasına dair her gün yeni ve şaşırtıcı gerçekler öğreniyoruz. Örgüt ile mücadelede yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendirmeliyiz? Sizce nasıl bir yapı var karşımızda?

Eğer Fetullahçı Terör Örgütünün bugününe veya geçmişine dair doğru çıkarımlarda bulunmak istiyorsak mutlaka onun bir istihbarat teşkilatını andıran girift ve emsalsiz örgütsel yapısını tanımamız gerekir. Bu bize örgüte ilişkin bütün tartışmalarda güçlü bir zemin teşkil edecektir. Esasen 2014 yılından itibaren yürütülen kapsamlı adli süreçlerde ortaya çıkan materyaller bize bu imkânı fazlasıyla tanıyor. On binlerce sayfayı bulan dava dosyalarında örgüt hakkında son derece kıymetli tanık beyanları, savunmalar ve bilimsel gerçekliğe dayanan deliller yer alıyor. Bu devasa veri kaynağını bilgi yığını olmaktan ayıracak şey ise onu gereğince analiz etmektir. Örgütün kara propagandasının ulusal ya da uluslararası kamuoyunu zehirlemesine müsaade etmeden nesnel olgulara dayalı bir FETÖ analizi ortaya koymak bu kitaptaki esas gayemizdir.

Örgütle etkin mücadele için önce teşhisi doğru koymamız örgütün adeta MR’ını çekmemiz gerekir. FETÖ’yü incelediğinizde sizi ilk olarak onun hep gördüğümüz yüzü yani legal kurumları araçsallaştırmasıyla ortaya çıkan yapısı karşılar. Bu medya, eğitim ve finans kurumları ile vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşlarından oluşuyor. Bunun yanında örgütün ana omurgasını oluşturan bir eğitim yapılanması var ki “ışık evleri” adı verilen hücrelerdeki oluşumdan yurt, dershane ve üniversite gibi kurumlara kadar uzanır. İnsan kaynağını sağlayan eğitim yapılanması aleni ve mahrem yapıların iç içe geçtiği bir alandır.

Terör örgütü operasyonel gücünü “mahrem üniteler” adını verdikleri birimlerden alıyor. TSK, Emniyet, MİT yapılanması ayrı ayrı bu çatı altında yer alıyor. FETÖ’nün silahlı kanadı diyebileceğimiz mahrem üniteler örgütün kırk yıl boyunca büyük bir dikkatle gözetip geliştirdiği organlar. Zaten gizliliği şiar edinmiş olan örgütün bu unsurlarında çok daha sofistike muhabere ve gizlenme yöntemleri uygulanmıştır. Devletin en kritik güvenlik kurumlarında görev alan sivil veya asker örgüt mensupları, örgütsel ideolojiye bağlılığı en üst düzeyde olan kişilerden seçilir. Sivil ve asker diyorum çünkü orduda ve emniyetteki polis/asker örgüt üyeleri taşıdıkları rütbeler fark etmeksizin örgüt içinde “uygulayıcı” pozisyonundadır. Bu sebeple örgütsel terminolojide “öğrenci” olarak isimlendirilirler. Talimat aldıkları ve “mahrem imam” olarak adlandırılan siviller ise onlardan sorumlu örgüt yöneticileridir.

Örgüt herhangi bir saldırı gerçekleştirmeye karar vermişse bunu mahrem yöneticileri vasıtasıyla ilgili kurumlardaki unsurlarına iletir ve harekete geçmelerini sağlar. Ayrıca örgütün orduda çoğunlukla birbirinden ayrı hücreler şeklinde yapılandığını da belirtelim. Bu, bir ya da birkaç hücrenin deşifre edilmesinin etkilerinin sınırlı kalmasına yol açıyor. Böylece örgüt kayıplarını minimize ederek yapılanmasını geleceğe taşıyabiliyor.

Dört yıldır devam eden yargı süreci ve operasyonlara rağmen FETÖ’nün sivil kanadı dışında askeri kanadından gelen tehdidin de ciddi şekilde devam ettiğini söylüyorsunuz. Neden bu tehdit bertaraf edilemiyor?

Geçen dört yılda FETÖ’nün paralel devlet yapılanması adı verilen kamu kurumlarındaki yapılanmasına ciddi bir darbe vurulduğunu ve devletin büyük oranda FETÖ’den temizlendiğini görüyoruz. Bununla birlikte iki yıllık OHAL sürecinde 15 bine yakın askeri personelin ihraç edilmesine rağmen silahlı kuvvetlerdeki mücadele halen yoğun şekilde sürdürülüyor. Sadece 2020’nin ilk altı ayında bini aşkın asker, ordudan ihraç edilirken dört bini aşkın asker hakkındaki adli/idari süreç ise devam ediyor. Hemen her hafta kapsamlı operasyonların yapıldığına darbeden yıllar sonra bile farklı rütbelerde onlarca subayın tutuklandığına şahit oluyoruz. Bu durum karşısında akla doğal olarak “Neden TSK’daki örgüt üyeleri tamamen bertaraf edilemedi” sorusu gelir. Ancak yanıtı yine örgütün kendine özgü yapısında bulabiliriz. Buradan hareketle soruya üç başlıkta yanıt verebiliriz. İlk olarak FETÖ 15 Temmuz’da suçüstü yakalanmış olsa ve bu suçüstü hali onun TSK’dan tasfiyesi için avantaj teşkil etse de örgütün darbe teşebbüsünde bütün askeri gücünü sahaya sürmediğini akıldan çıkarmamak gerekir. Darbeye subay ve astsubay düzeyinde 5 bin 761 asker katılmıştı fakat bugüne kadar ordudan uzaklaştırılan FETÖ mensubu sayısı 20 bini buldu. Yani ihraç edilen 15 bin civarında örgüt mensubu askeri personelin darbeye en azından fiilen iştirak etmediğini görüyoruz. Örgütün kendisi için son derece radikal bir eylem olan darbeye kalkışırken dahi tüm silahlarını kullanmaktan kaçındığını söyleyebiliriz.

Dolayısıyla 15 Temmuz’un başarısız olması bize örgütün tüm TSK yapılanmasını deşifre etme imkânı vermedi. Hatta bu yapılanmayla mücadele için ancak bir başlangıç oldu. İkinci husus mahrem ünite yapılanmasındaki az önce özetlediğimiz teşkilat modelidir. Ayrı kompartımanlar halinde yapılandığı için bir mahrem imamı ele geçirdiğinizde itirafçı olması halinde dahi size bütün örgüt üyesi askerleri veremiyor ancak onun süreç içinde sorumlu olduğu sınırlı sayıda askere ulaşabiliyorsunuz.

Üçüncüsü ise örgütün haberleşme için takip ettiği özel yöntemlerdir. Bu bağlamda akla ilk gelen ByLock olsa da ByLock kullandığı saptanan askeri personelin sayısı sadece 717. Yani FETÖ birincil derecede önem verdiği ve hedef olarak seçtiği silahlı kuvvetler içerisinde kriptolu haberleşme programı ByLock’u dahi yeterince güvenilir bulmamış. Peki binlerce örgüt mensubunun yer aldığı TSK yapılanmasında örgüt askerlerle nasıl iletişim kurdu? İlk metot yüz yüze görüşmedir. Mahrem imamlar sorumlu oldukları askerlerle ciddi tedbirler altında periyodik ve planlı görüşmeler yapar.

İstisnai olarak ise bugün adını sıkça duyduğumuz ankesör/sabit hatlar üzerinden irtibat kurulduğu tespit edilmiştir. Burada da yine gizliliği temin etmek için ardışık, periyodik ve tek arama gibi yöntemler kullanılır. Ankesör ya da sabit hatlar üzerinden iletişim kurulduğu 2017’de ortaya çıkarılmış ve FETÖ’nün tasfiye süreci bu sayede ivme kazanmıştır. Tüm bunların sonucunda FETÖ’nün sıra dışı yapılanma modeli ve uygulamalarının arındırma sürecinin uzamasına yol açtığını ifade edebiliriz. Bununla birlikte adli ve idari süreçlerdeki özverili çalışmalarla çok önemli mesafe kat edildiğini vurgulayalım.

Orduda halen aktif olan FETÖ’cü askerlerin tamamen temizlenmesi ve bir daha harekete geçememesi için nasıl tedbirler alınmalı?

Bugün itibarıyla örgüte dair bildiklerimiz bize FETÖ’nün ordudaki unsurlarının kendi başlarına hareket edebilen kişiler olmadığını söylüyor. Örgüt mensubu askerler kendisinden sorumlu sivil mahrem imamdan direktif aldığı takdirde harekete geçer. İmamlarla öğrencileri yani sivil örgüt sorumlusu ile örneğin örgüt üyesi bir subayın arasındaki bağlantıyı anahtar-kilit ilişkisine benzetebiliriz. Mahrem imamdan talimat almadıkça “uyuyan hücre” modunda kalan asker ancak anahtar rolündeki yöneticisiyle bir araya gelip gerekli talimatları aldığı takdirde “aktif” hale geçer. Ayrıca örgütle mücadelede elde edilen şu kazanımın da altını çizmek gerekir. Yüzlerce mahrem yöneticinin 15 Temmuz’dan sonra tespit edilip etkisiz hale getirilmesi örgüt üyesi askerlerin yakalanmasından çok daha önemlidir. Bu sayede bugün örgütün TSK’daki aktivitesinin önemli ölçüde zayıflatıldığını söyleyebiliriz. Bunun tamamen sıfırlanması ise örgütle mücadelenin bilgiye dayalı olarak ve aynı kararlılıkla sürdürülmesiyle mümkün olur. Öte yandan darbe teşebbüsünden sonra askeri eğitim kurumlarını sivil demokratik denetime açan reformlar da bu temizliğe ciddi bir katkı sağlamıştır.

Genelkurmay çatı davası ve Akıncı davasındaki seyre bakıldığında sivillerin askerleri yönetip yönlendirdiği ve kullandığı bir tablo ortaya çıkıyor. Çok katı kuralları bulunan askeri disiplin nasıl oldu da cemaat hiyerarşisine tâbi oldu?

Bahsettiğiniz tablo belki otuz yıllık bir geçmişin, doktrinasyonun sonucu olarak oluşuyor. Sorgulama yeteneğini henüz çocuk yaşlarda girdiği örgütün hücre evlerinde bırakan bir örgüt mensubu için öyle bir aşama geliyor ki sivil “amirinin” verdiği emrin ne olduğu değil sadece uygulanması önem arz ediyor. Eğer örgüt kendi yetiştirdiği üyesini orduya yerleştirebilmişse artık o asker silahlı kuvvetlerde hangi eğitimi alırsa alsın örgütsel bağlılığını önceliyor. Bunun nasıl sağlandığına baktığımızda ise karşımıza ilk önce örgütün mensuplarının zihinlerini yeni baştan şekillendirmesi çıkar. Değer yargıları, hassasiyetleri, kaygıları ve korkuları örgüt tarafından biçimlendirilen insanlardan bahsediyoruz.

Mesleki ve özel yaşamları örgüt tarafından oluşturulan, işleri ve hatta eşleri bile örgüt tarafından seçilen, uzun süre örgütün kendilerine dayattığı paralel dinin baskısı altında yaşayan şahısların general rütbesine geldiklerinde veya tutuklanıp mahkeme önüne çıkarıldıklarında da farklı şekilde davranmalarını beklemek ne yazık ki kolay değil.

 [Akşam, Röportaj: Gülcan Tezcan, 11 Temmuz 2020]

Etiketler: