Erdoğan’ın Söyleminde Medeniyet Mirası

“1000 yıllık damar”la bağlantı kurup “100 yıllık parantez”i kapatma vizyonuna sahip olmak Erdoğan'ın özellikle ürettiği bir şey de değil, tersinden Erdoğan ve AK Parti'yi üreten bu topraklara mahsus merkezi bir olgu.

Erdoğan’ın söyleminde “medeniyet mirası”na sahip çıkmak önemlidir. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye bir bütünün parçaları olarak takdim edilir. Burada tarih, profesyonel tarihçilerin anladığından farklı bir biçimde “tarihin dinamosu” hüviyetine bürünerek bugün ve yarını kurgulama aracına dönüşür. Erdoğan için tarihe referansın işlevi önceliklidir. Erdoğan ve AK Parti’nin söyleminde tarih, geçmişten ibaret değil. Gelecek vizyonu çizmek için gereken içerik ve sembolleri de bünyesinde taşır. Partinin 21. yüzyıl hedefleri belirlenirken sırasıyla Cumhuriyetin 100. yıldönümü olan 2023’ün, İstanbul’un fethinin 600. yıldönümü olan 2053’ün ve Malazgirt’in 1000. yıldönümü olan 2071’in seçilmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Üstelik tarihin kullanımı, politik alanla da sınırlı değil. Bu bakış açısının, toplumsal ve mimari alanlardaki yansımaları da kayda değer. Geleneksel mimarinin söylem düzleminde önemsenip uygulanması, biçimsel de olsa, teşvik ediliyor. Dış politikada geçmiş Osmanlı coğrafyası ile “tarihi sorumluluk” bağlamında yakın diplomatik ilişkiler tesis ediliyor.

‘YALAN SÖYLEYEN TARİH’

Tarihe dönmek, Erdoğan’ın siyasi söyleminin en güçlü unsurlarından. Erdoğan konuşmalarında sadece Menderes veya Özal gibi siyasi şahsiyetlere atıfta bulunmuyor aynı zamanda eskiden dile getirilmeyen, ne zaman bahsedilse yüz çevrilen ve hatta dile getireni ötekileştiren Dersim gibi, Madımak gibi, 80’lerde hapishanelerdeki mahpuslara reva görülen ezâlar gibi, 28 Şubat gibi zulümlerden de bahsediyor. Bu çok yönlü ve içergen söylem bir “özgürleştirici siyaset” imkanı yaratıyor ve tarih, özgürleştirme amacına hizmet edecek şekilde siyaseten yeniden kurgulanıyor. Birinci Meclis’in katılımcı ve özgürlükçü ruhuna dönme arzusunu vurgulayan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçim mitinglerine Samsun ve Erzurum’dan başlamasının da böyle bir anlamı vardı.

Türkiye toplumunun geniş bir kesimi tarih konusunda kandırıldığına inanıyor. Tarihe ideolojik yaklaşımların gerçekleri örttüğüne kâni bir toplumsal vicdan söz konusu. Bu durum gerek Erdoğan’ın konuşmaları gerekse parti hedeflerinde tarihe yapılan ısrarlı vurgunun toplumda bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Nihayetinde Erdoğan ve desteğini aldığı taban, tarih konusunda aynı toplumsal vicdanı paylaşıyor. AK Parti’den başka hiçbir siyasi partinin Cumhuriyet geçmişinde yaşanan “zihniyet buhranı”yla tüm toplumu kuşatan bir hesaplaşmaya girme niyeti yok. Muhalefet liderleri ve partilerinin tarihe yaklaşımlarının hiçbiri Erdoğan’ınki kadar derin ve yoğunluklu değil.

Kürt milliyetçi siyasal hareketini temsil eden parti ve liderlerin tarih vurgusu uzak geçmişe varmıyor. Siyasi söylem güncel içinde olup bitiyor veya çoğunlukla yakın geçmişe referans veriliyor. Türk siyasal milliyetçiliğinin temsilcisi olan partilerde de tarih soyut bir takım ülkülerden ibaret. İçine girilen ve hesaplaşılan, bugünle irtibatlı, geleceğe yön veren bir alan değil. CHP ise tarihle değil, soyut ve bir gelenekle irtibatlandırılması gerekmeyen ilkelerle hareket etmeyi tercih ediyor ve bu ilkelerin arasında tarihe yer yok. Zira her ikisi de Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin öngördüğü şekilde “uzak” bir geçmiş tahayyül ediyor ya da geçmişi “uzaklaştırıyor.” Tüm muhalefet partilerinin siyasi söylemlerinde 20. yüzyılla sınırlılık dikkat çekici. Oysa AK Parti ve Erdoğan her vesileyle tarihe atıf yaparken, asırlık zaman dilimlerini siyasi söylemin etkin bir parçası olarak kullanabiliyor. Bu yaklaşım, siyasi söylemin derinleşip güçlenmesini sağlarken, partiyi de söylem düzleminde başat aktör haline getiriyor.

Erdoğan’ın siyasi söyleminde tarih, derin ve köklü bir hesaplaşmanın mekanı olmakla beraber, tarihle kurulan münasebet söylem düzleminde de kalmıyor. Açılım politikalarıyla mağduriyetler giderilmeye çalışılıyor. Azınlık emlakinin iade sürecinin başlaması; Kürt dili ve halkından bahsetmenin tabu olmaktan çıkarılması; terörün siyasi müzakere yoluyla çözülmeye çalışılması; Alevi çalıştaylarıyla atılan önemli adımlar ve Alevi açılımının arkasının getirilmek istenmesi; restorasyonlar vasıtasıyla Osmanlı ve Selçuklu geçmişinden kalan maddi kültür mirasının ihya edilmesi ve başarılı bir diplomatik dille sunulan Ermeni taziyesi vesilesiyle, Türkiye geçmişinin en netameli konularından biri olan Ermeni meselesini tartışmanın önünün açılması… Tüm bunlar söylemin eyleme döküldüğünü gösteriyor ve bu sayede söylem sahicilik kazanıyor.

BİN YILLIK TARİH VURGUSU

Erdoğan’ın siyasi polemiklerinde de “tarih”in önemli bir yeri var. Pensilvanya’daki muarızını Hasan Sabbah’la özdeşleştirip takipçilerini Haşhaşilere benzetmesi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki en güçlü rakibi İhsanoğlu’nu “monşer” lakabıyla nitelemesi ve bir ara seçim kampanyaları esnasında ana muhalefet partisi liderine “Bay Kemal” şeklinde hitap etmesi, kişisel nitelemeler babında verilebilecek örneklerden. Hızlı Tren açılısında Cumhuriyet tarihi boyunca hakkıyla gerçekleştirilemeyen bir proje olarak “yurdu demir ağlarla örmek”ten bahsetmesi, Marmaray projesini, Sultan Abdülmecid ve II. Abdülhamid’in rüyasını gerçekleştirmek olarak takdim etmesi, güncel meseleleri tarihle nasıl irtibatlandırdığına dair verilebilecek en yakın tarihli örneklerden.

Erdoğan’ın söyleminde tarih, bir yönüyle, bugünün siyasi hamlelerini meşrulaştıran bir referans noktasıdır. Hatta popülist bir yanı da vardır. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet’in torunu olmak ile on sekiz yaşında milletvekili seçilebilmek arasında bağlantı kurmak, böylesi bir popülist yaklaşımın ürünü. Ancak Erdoğan’ın siyasi söyleminde tarihin işlevi, basit bir pragmatizm veya popülizmle açıklanamayacak kadar merkezi. Filistin meselesine Türkiye’nin dahlini eleştirenlere bir cevap olarak, Çanakkale şehitliğinde medfun bulunan Osmanlı devletinin Arap vatandaşlarını göstermesi, ayrıca, uluslararası alanda tüm dünya ülkelerini karşısına alıp Filistin davasını savunacak cesareti göstermesi herhangi bir “pragmatist” yaklaşımla açıklanabilecek cinsten değil. Neredeyse her konuşmasında irtibat kurduğu geçmiş, gelecek için yol gösterebilecek bir gerçeklik alanı.

AK Parti ve Erdoğan’ın toplumun derununa nüfuz etmesini sağlayan unsurlardan biri, siyasi söylemde tarihle kurulan ilişkide gizli. “1000 yıllık damar”la bağlantı kurup “100 yıllık parantez”i kapatma vizyonuna sahip olmak Erdoğan’ın özellikle ürettiği bir şey de değil, tersinden Erdoğan ve AK Parti’yi üreten bu topraklara mahsus merkezi bir olgu. Toplumsal vicdanın kanıksanmış, sorgulanmayan reflekslerinden biri. Tarihi sorumluluk bilinci kendi doğallığında üstlenilmiş durumda. Tarihle kurulan ilişkinin sahiciliği de buradan kaynaklanıyor. Yine benzer şekilde diğer partilerin tarihle böylesi bir ilişki kuramama ya da kurmaktan kaçınmaları da. Tarihe referansın Türkiye siyasetindeki söylemsel değerinin Erdoğan ve AK Parti çizgisiyle sınırlı kalıp kalmayacağı ve muhalefet partilerinin söylemlerini etkileyip etkilemeyeceğini ise zaman gösterecek.

[Star Açık Görüş, 17 Ağustos 2014]

Etiketler: