CREATOR: gd-jpeg v1.0 (using IJG JPEG v80), quality = 100

Düşük Profilli Başbakan Olmaz

Yeni Başbakan için öncelikli olan Türkiye’nin ihtiyacı olan sistem dönüşümünü sağlamaktır. Kalkınma politikalarını devam ettirmektir, tehditlerle yüzleşmektir. Bu anlamda güçlü bir figür beklenebilir. Koordinasyon da önemlidir fakat karizmatik liderlik beklemek anlamlı değil.

50 kişilik AK Parti MKYK’sında 47 üyenin, genel başkanın teşkilat üzerindeki yetkilerini geri almasıyla açığa çıkan “durum”, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun görevden çekilmesiyle sonuçlandı. Cumhurbaşkanı-Başbakan zirvesinden de “emanetin devredilmesi” mutabakatı çıkınca kongre kaçınılmaz oldu. Olağanüstü kongre 22 Mayıs’ta. Türkiye yoluna yeni AK Parti genel başkanı ve yeni başbakanla devam edecek. Görünen o. Ama geride pek çok soru var… Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da analizler ve raporlar sunan, saha çalışmaları yapan düşünce kuruluşu SETA’nın İstanbul koordinatörü Doç. Dr. Fahrettin Altun Star Gazetesi’nden Fadime Özkan’a süreci değerlendirdi.

-Davutoğlu görevi bırakıyor, AK Parti 22 Mayıs’ta kongreye gidiyor, soru net; ne oldu, niye oldu?

Siyaseti analiz edenlerin beklediği bir şeydi. Buraya gelinmesinin yapısal aktörlerle ilgili boyutu şu: 2014’te cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle fiili bir sistem değişikliği oldu Türkiye’de. 2007’de teorik 2014’te de fiilen gerçekleşmiş oldu yarı başkanlık. Ciddi bir yapısal değişimdi bu Türkiye siyasi tarihi açısından. Ağır aksak işleyen garip bir alaturka hali olan parlamenter sistem başka bir yapıya dönüşmüş oldu. Bu formel dönüşüme bir de Türkiye siyasi hayatında ağırlığı son derece belirgin olan Erdoğan gibi bir figürün oturmasıyla dönüşüm daha belirgin hal aldı. Buna ister fiili sistem değişimi, ister defacto yeni sistem deyin, ister kayıp ister kazanım diye görün, yeni bir siyasal gerçeklikle karşı karşıya kaldığımız aşikar.

– Tanımı ne bu siyasal gerçekliğin, evet fiili durum var ama hukuki meşruiyet de var?

Aslında Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle yarı başkanlık hali fiilen oluşmuştu. Anayasanın cumhurbaşkanını güçlü yetkilerle donatmış olması çok güçlü bir cumhurbaşkanı figürünü ortaya çıkardı. Onu halkın seçmesi de o gücün meşruiyetini ciddi şekilde katladı. Erdoğan’ın sembolik de önemi var. Erdoğan Türkiye’de iktidarın kaynağını dönüştürmüş bir figür. 2002 sonrasında iktidarın kaynağına halkı oturtan figür, halk oyuyla cumhurbaşkanı seçildi ve sistemin başına oturdu.

YÜRÜTMENİN BAŞI CUMHURBAŞKANI

– Yürütmenin başı kimdir tartışması bu noktada başladı?

Yürütmenin başının sembolik olarak da fiili olarak da Erdoğan olduğu AK Parti eliti tarafından da tabanı tarafından da net şekilde kabul gördü. Muhalefet de durumun böyle olduğunu bildi, bildiği için Erdoğan karşıtlığını yükseltti. Sonraki bütün seçimlerde Erdoğan karşıtı kampanyalarla ilerledi. Öte yandan sistem yarı başkanlığa evrildi. Aslında cumhurbaşkanı AK Parti kongresinde de dedi ki ‘güçlü cumhurbaşkanı, güçlü başbakan’ modeli. ‘Emanetçi başbakan istemiyoruz’ söylemi… Zamanla birçok ihtilafın kaynağında bu konseptin anlaşılma biçimi olduğu anlaşıldı.

ERDOĞAN’A GÖRE ‘GÜÇLÜ BAŞBAKAN’

– Cumhurbaşkanı ne tanımladı, Başbakan nasıl anladı?

Cumhurbaşkanı güçlü başbakanla, Yeni Türkiye vizyonunun, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti açısından da aslında Davutoğlu açısından da son derece net olan siyasi vizyonunun kurumsallaşmasına ve temsiline katkı verecek, ulusal ve uluslar arası platformlarda bunu net şekilde temsil edecek, güçlü icra makamıyla sistem dönüşümünü hızla örgütleyen bir aktör olarak algıladı.

– Başbakan ne anladı?

Başbakan ise 2005, 2007 ve 2010’da başbakan Erdoğan başbakanlık yetkilerini nasıl kullandıysa ben de aynı şekilde kullanabilirim diye düşündü. Bu düşüncenin iki gerekçesi var sanırım. Bir hukuki, iki ideolojik. Davutoğlu, hukuki açıdan güçlü başbakanlığa hakkı olduğunu düşündü. İdeolojik açıdan ise “ben de bu davaya Erdoğan kadar hizmet ettim, benim de güçlü bir başbakanlık yapma hakkım var” diye varsaydı. Bu algı, bu iki unsur güçlü başbakanlığa çok ciddi anlam atfetmesini ve bunun üzerinden de bazen kapalı, bazen açık alan kapma mücadelelerinin oluşmasını beraberinde getirdi. Yani bir yetki kavgası ortaya çıktı.

SİYASİ REKABETE GİRMEK YANLIŞTI

– “Siyasi rekabet” öyle mi?

Tabi, bir rekabet, bir alan kapma çabası. Bunu birçok noktada gördük. Şeffaflık paketi, Hakan Fidan’ın adaylığı, Dolmabahçe açıklaması, koalisyon, başkanlık meselesinde ikircikli tutum, MKYK listeleri, PKK ile masaya dönme mevzu, akademisyenlerin tutukluluğu… Tüm buralarda kamuoyunda farklılaşmaya gidildiği algısı oluştu.

– Algıyla mı sınırlı bu, pratikte icrai karşılığı var mıydı?

Olmaz olur mu? Siyaset sonuçta bir iktidar mücadelesidir. Bu mücadelenin bir kısmı kamuoyu önünde, bir kısmı perde arkasında olur ama olur. Beklenen şey Erdoğan’ın yerine gelen kişinin doğrudan Erdoğan’ın işaret ettiği kişi olması hasebiyle böylesi bir mücadelenin olmayacağı, ya da çok sınırlı olacağıydı. Erdoğan cumhurbaşkanı seçilme sürecinde çok açık ve net bir siyasi kampanya yürüttü. Dedi ki “Cumhurbaşkanı yetkilerini anayasal sınırları içinde sonuna dek kullanacağım, bunu vaat ediyorum”. Herkes Erdoğan genel başkan olarak kimi işaret ederse onun genel başkan ve başbakan olacağını, yeni hükümet sistemine yol alınırken de böyle yürüneceğini biliyordu. Bu anlamda bir kafa karışıklığı yoktu. Davutoğlu tercihinin anlamı buydu.

DAVUTOĞLU, ERDOĞAN İLE İLİŞKİSİNE GÜVENDİ

– Neden böyle olmadı peki?

Birkaç gerekçe var. Birincisi başbakanlık kritik bir kurum. Bu kurumun temsili ve genel başkanlıkla beraber çok fazla iktidar kullanma alanı olduğunu gördü. Yani bunun olmadığını varsaymak tartışmayı kötürüm hale getirir. Çünkü elinde bir mühür var ve bunun getirdiği bir “özgürleşme algısı” var. Kritik unsurlardan biri bu. Bu önemli. İkincisi Davutoğlu’nun “dava algısı” ve kendisini bu davada bir seçkin temsilci olarak görme durumu. Üçüncüsü Davutoğlu, Erdoğan ile ilişkisine güvendi ve bu ilişkide Erdoğan’ı, kriz olarak görme ihtimali olan hususlarda kendi pozisyonuna çok rahat çekebileceğine kanaat getirdi. 2014 Ağustos’unda AK Parti kamuoyunun ona atfettiği “ikinci adam”lık imajı ile çok barışık bir görüntü verdiğini de söyleyemeyiz.

SÜRECİN SİYASİ KRİZE DÖNÜŞMESİ ÖNLENDİ

– Tüm bu süreçte Erdoğan’ın tutumu ne oldu?

Erdoğan bir çatışmaya girmedi. Davutoğlu’na ya da parti yönetimine bir şey dayatmadı. 10 Ağustos 2014 ile 7 Haziran 2015 arasında birçok kırılma yaşandı ama Erdoğan “ben ne diyorsam o” demedi. Kendi perspektifini masada, yeri geldiğinde medya önünde izah etti. Çoğu kez bir adım geri çekilip izledi. Kriz oluşma ihtimali oluştuğunda meseleyi gündeme getirerek yönetti. 20 ay böyle tamamlandı. Erdoğan ilk altı ayda somut ihtilaf noktaları ortaya çıktığında “dosya kapandı” demedi. Yönetti. Türkiye çok ciddi türbülanslardan geçti bu 20 ayda, bunu da görmek lazım. Bu sürecin siyasi krize dönüşmeden suhuletle çözülmesini sağlayarak liderlik başarısı sergiledi.

DÜŞÜK PROFİL TANIMI YANLIŞ

– Yeni başbakan “düşük profilli olacak” yorumları yanlış. Erdoğan güçlü başbakan dediğinde ne dediği netti. Yeni Türkiye’nin vizyonunu taşıyacak, sistem dönüşümünü koordine edecek, Türkiye’nin tehditleri ile yüzleşmesine katkı verecek, tüm bunlarda yetkileri de kullanacak fakat Erdoğan’ın vizyonu ile çatışmayacak, siyasi rekabete girmeyecek. Yeni Başbakan için öncelikli olan Türkiye’nin ihtiyacı olan sistem dönüşümünü sağlamaktır. Kalkınma politikalarını devam ettirmektir, tehditlerle yüzleşmektir. Bu anlamda güçlü bir figür beklenebilir. Koordinasyon da önemlidir fakat karizmatik siyasal liderlik beklemek doğru değil anlamlı da değil.

OKUMA REALİST, KONUŞMA İDEALİST

– Beştepe’deki son zirvenin benzerlerinin aynı içerik ve ciddiyetle daha önce de defaatle yapıldığını duydum. Kopuş daha önce olsaydı emanet bu kadar “şık” devredimez miydi?

Bence Davutoğlu çok realist bir okuma yaptı. Bu aslında ifadelerine çok yansımadı. İdealist bir perspektif çizdi ve gerekçelerini açıkladı. Fakat Davutoğlu’nun ayrılma kararının arkasında gerçekçi bir okuma var. Süreç sürerse kendisinin çok ciddi anlamda yıpranacağını gördü. Bu nedenle Türkiye siyasetinde kalıcı bir siyasi figür olmak adına bu tercihte bulundu. Nihayetinde parti yönetiminin kendisine gösterdiği tutum çok ciddi bir tutum.

OBAMA’NIN HESABI BAŞKA OLABİLİR

– Yabancı medyada Davutoğlu’nun çekilmesi “Amerika’nın adamı kaybetti” şeklinde yorumlandı?

Çok abartılı, bu doğru değil. Ahmet Davutoğlu’nun -birçok başka isim de sayabilirsiniz- bu anlamda değerlendirilmesi doğru olmaz. Türkiye siyasetinde uluslararası alandan destek bularak kendi alanını genişletmeye çalışan aktörler olmuştur. Davutoğlu için bunu düşünemeyiz. Gerçekçi siyasi analiz yapmamız lazım.

– Erdoğan’la çatışan Obama’nın, giderayak Davutoğlu’na randevu vermesi de gerçekti? Gerçekçi siyasi analizden kastınız ne?

Obama’nın bambaşka bir hesabı olabilir. Öte yandan Davutoğlu, Erdoğan’ın işaret ettiği bir aktör, medeniyetçi perspektifiyle Erdoğan’la büyük oranda örtüşen bir aktör. Medeniyetçi perspektifin örtüşmesi demek zaten Davutoğlu Amerika’nın adamı değil demek. Fakat bizim tartıştığımız meseleler sahada, somut, doğrudan toplumsal siyasal ekonomik karşılıkları olan meseleler. Oradaki farklı iş tutuş tarzlarıyla ilgili. Yoksa ortada ağır ideolojik farklılıkların olduğunu düşünmüyorum. Fakat süreç olağan akışına bırakılmış olsaydı bir süre sonra ciddi ayrışmaların baş göstereceğini söylemek mümkün.

DAVUTOĞLU TERCİH YAPTI

– Genel başkanın teşkilat yetkisinin MKYK’ya devri için 47 imzalı müdahale genel başkanı azletmek midir?

Biçimi içeriğinden önemli. Çok net bir tutum, açık bir mesaj. AK Parti geleneğinde ve Türkiye siyasi hayatının seyri içerisinde bu ve benzeri adımların ne anlama geldiği son derece nettir.

– Erdoğan’ın tasarrufu olmuş mudur?

Erdoğan’ın yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken verdiği vaadi tutup süreci krize dönüşmeden yönetmesidir. Buradaki aktör parti yönetimidir. Erdoğan, siyasetle ilgilenen herkesin göreceği şeyi gördü ve krize müdahale etti. Sürecin koordinasyonunu üstlenmiş ve geçişin kazasız belasız gerçekleşmesi için bir anlamda aracı olmuştur. Başbakana tercihini sormuş, o da olanı biteni görüp bu adımı atmıştır. Zaruret dediği, muhalefet partilerinin manipüle ettiği şey şu anlama gelmiyor. “Erdoğan bana istifa et dedi, mecburdum ne yapayım” değil.

– Davutoğlu’nun basın toplantısında ifade ettiği zaruret nedir?

Şudur; parti yönetimi önüme böyle bir şey koydu, bunun ötesinde bir şey yapılamaz demekti. Gerçekten yapılamaz. Bu saatten sonra Davutoğlu’nun çıkıp AK Parti genel başkanı olarak devam etmesi gerçekten mümkün değildi bence, gerçekçi bir tercih yaptı. Gerçekçi bir tercihle idealist bir konuşma yaptı. Durumu kendi yaklaşımı içinde bir bağlama oturttu ve bu şekilde izah etti.

YANILDIM DİYEBİLİRDİ

-Pişmanlık var mıydı, süreç böyle bitti diye bir keşkeler dizgesi oluşur mu?

Pişmanlık sezmedim. Şunu diyebilirdi “yol arkadaşlarıma güvendim ve şu alanlarda mücadeleye girdim, mücadeleyi kazansaydım MKYK’nın da eli genişleyecekti”, böyle demedi. Onun yerine dedi ki “başarılı bir süreç vardı, yine partimiz devam edecek, hukukumuzu koruyacağım”. Bir yönüyle partime, davama vefalı olacağım dedi. Öte yandan “yol arkadaşlarım kıymetimi bilemediler” demiş oldu.

HER İHTİLAF BİR İMTİHAN

– Yaşanan farklılaşmalar kamuoyunda büyük şaşkınlık yarattı aslında?

Terörle mücadele ve çözüm sürecini ele alalım. 7 Haziran’dan önce partinin birçok medya yüzü çıkıp farklı açıklamalar yaptı, kamuoyunu belli bir yere taşıdı fakat öte taraftan cumhurbaşkanı çıktı “bir dakika” dedi. “Bunlar yanlış işler” dedi ve kamuoyunu bir noktaya taşıdı. İnsanlar bir süre sonra doğru pozisyonun o olduğunu da gördü. Mesela bu süreçlerin doğru okunamadığını düşünüyorum. Bu süreçler doğru okunmuş olsaydı, her ihtilaf bir imtihan ve yeni bir imkândı aslında.

– Siyasi beceri süreçleri doğru okumak ve doğru siyaseti üretebilmek değil midir? 20 ayda yaşanan ihtilafları doğru okuyamamak başarısızlık mıdır?

Evet tabi, sonuç itibarı ile 1 Kasım’da seçime giriyorsunuz 4 yıl iktidarda olacaksınız, başbakan ve genel başkan olmanız öngörülüyor fakat bu oluyor. Görevi bırakıyorsunuz.

BÖYLE GİDEMEZDİ

– Bu gerilim sürdürülebilir bir şey miydi peki Türkiye ve AK Parti açısından?

Kesinlikle değildi. Bu müdahale olmasaydı iki şey ortaya çıkacaktı. Bir; ciddi anlamda vizyon farklılaşması, iki; çok ciddi bir güven bunalımı oluşacaktı. Bu da iki şeyi doğuracaktı, bir; ağır siyasi krizler, iki; Türkiye’nin dışarıdan müdahalelere çok daha fazla açık hale gelmesi. Yani iki güç odağı var ve iki güç odağına sürekli oynamaya çalışan bir dizi operasyon merkezi var. Bu Türkiye’nin aleyhine. Erdoğan bu anlamda bir siyasal liderlik gösterdi. Burada AK Parti’nin kurucu lideri olan Erdoğan’dan bahsetmiyorum. 10 Ağustos’ta bir takım vaatlerle gelmiş, halkın yüzde 52 oyunu almış cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bahsediyorum. Erdoğan, burada doğrudan bu sürece müdahale etmemiş olsaydı bu durum çok büyük siyasi krizlere yol açacaktı ve dahası da Türkiye müdahalelere açık hale gelecekti. Bunun altını çizmemiz lazım. Bence bunu ilk fark eden parti yönetimi oldu. Fark etti ve müdahale etti.

[Star, 9 Mayıs 2016]

Etiketler: