Devlet Krizi mi ‘Özel Yetkili’ Darbesi mi?

MİT yetkililerinin ifadeye çağrılması sürecinde de, hukuki bir soruşturmadan çok bir siyasi operasyonun planlandığı açık.

7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile eski Müsteşar Emre Taner ve Yardımcısı Afet Güneş’in İstanbul Özel Yetkili Savcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldığı haberlerinin medyaya düşmesinden bu yana yeni bir ‘kriz’ yaşıyoruz. İlgililerin kısa sürede kendi sınırlarına çekilmemesi halinde, 7 Şubat’ın, yeni bir sürecin/dönemin başlangıcı olarak anılmaya aday olduğunu şimdiden söyleyebiliriz. Olan biteni, polis/yargı ile hükümet/MİT çekişmesi olarak ele almak doğru olmadığı gibi, bir parti ile bir cemaatin iktidar mücadelesine indirgemek de yanlış. Siyasete müdahalenin yeni bir versiyonu olarak tezahür eden olayların arka planı ya da kökleri aslında hayli karmaşık ve birçok açıdan analizi gerektiriyor. Ancak bu yazıda, daha çok hukuk devleti/hukukun üstünlüğü ilkesi açısından bir değerlendirme yapmaya çalışalım.

7 Şubat’ta ne oldu? Akşam saatlerinde, İstanbul Özel Yetkili Savcılığı’nın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la MİT’in eski yöneticilerini şüpheli olarak ifadeye çağırdığını öğrendik; 8 Şubat tarihli gazetelerde de, bu kişilerin nelerle suçlandığını en ince ayrıntılarına kadar okuduk. Böylece MİT yetkililerinin “bölücü örgütle aynı planın parçası oldukları”, “KCK’nın kuruluşunun MİT’in gözetiminde tamamlandığı”, “MİT’in Öcalan için kuryelik yaptığı”, “MİT istediği için, 14 Temmuz’da özerkliğin ilan edildiği” gibi bir dizi ‘gerçek’ten haberdar olduk ve pek çok köşe yazarımız marifetiyle de ‘Oslo Mutabakatı’nın tam metnine ulaştık. Öte yandan, aynı günün gazetelerinde İstanbul Başsavcısı Turan Çolakkadı’nın “Bir bilgimiz yok. Olsa verilirdi diye düşünüyoruz. Eğer bu haber doğruysa, o zaman bizlere bilgi verilmeden yapılmış demektir”; “Böyle bir şey yok. Böyle bir şey olsa, İstanbul Başsavcısı olarak benim kesin olarak haberdar olmam gerekir.” şeklindeki açıklamalarını, Başsavcı Vekili Fikret Seçen’in ise “Öyle bir şey yok” diyerek kesin bir ifadeyle iddiaları reddettiğini okuduk. Başsavcının haberdar olmadığı bir soruşturmadan, vekilinin kesin ifadelerle söz etmesi, üzerinde ayrıca durulması gereken bir husus ama asıl önemlisi, bir gün sonra Seçen, haberlerin ve soruşturmanın doğru olduğunu söyledi ve soruşturmayı savunma misyonunu üstlendi. “Sivil darbe” olarak adlandırılan bu gelişmeler karşısında, MİT yöneticileri ifadeye gitmediler; Hükümet, MİT Kanunu’nda zaten var olan bir düzenlemeyi “özel yetkili”lere karşı bir kez daha tahkim etti. Buna karşılık, “özel yetkili”ler ve belli bir grup medya organı, sıkı bir kampanyaya başladılar. Ancak süreci sağlıklı değerlendirebilmek için tam da bu noktada durup biraz geriye gitmekte yarar var.

CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA YARGI

Bizde yargının temel işlevi, bireyin hak ve özgürlüklerini değil, devleti korumak olmuştur. İlginçtir; siyasi iktidarlar değişmekte, farklı hükümetler döneminde pek çok hâkim-savcı göreve başlatılmakta ama yargıda hangi siyasi/ideolojik eğilimden kadrolar yer alırsa alsın, bu tutum değişmemektedir. Yani Cumhuriyet dönemi siyasi tarihimizin şekillenmesinde, yargı, özellikle de İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri gibi, spesifik olarak devleti koruma amaçlı kurulmuş istisnai yargı organları, belirleyici bir yere sahiptir. Ancak hukuk

Etiketler: