DEAŞ Miadını Doldurdu mu?

Batılı ülkelerden DEAŞ’e gerçekleşen katılım hiç sorunsallaştırılmadı. Nasıl büyüdüğü, hangi unsurlarla hangi şartlarda işbirliği yaptığı neredeyse hiç sorgulanmadı.

DEAŞ ismini kamuoyu 2014 yılının ortalarına doğru duydu. Birçok kısaltma ile zikredildi. Örgütün önce ideolojik boyutları keşfedildi. Batılı entelektüeller ve gazeteciler ısrarla “İslam Devleti” terkibini kullandı. Bu tesadüfen kullanılan bir kısaltma değil, aksine “İslam’ın devlet formunun modern versiyonu” olarak sunuldu. Hunharca yapılan işkenceler, toplu katliam ve infazlar eşliğinde İslam düşmanlığına kan pompalandı.

Bu coğrafyanın tarihine ve değerlerine olabilecek en yabancı oluşum olduğu gerçeği gözden kaçırıldı. Batılı ülkelerden örgüte gerçekleşen katılım ise hiç sorunsallaştırılmadı. Nasıl büyüdüğü, hangi unsurlarla hangi şartlarda işbirliği yaptığı neredeyse hiç sorgulanmadı. Hâlbuki o dönemde en çok elemanı hapishane baskınlarından elde ettiğini duymayan kalmamıştı. Hatta bu örgütün hem Irak hem de Suriye’de bir güç boşluğunda etkinlik alanı kazandığı gerçeği bile tartışılmadı.

Örgütün en kritik komutanlarının Baasçılar olduğu da biliniyordu. Ancak bütün bunlar ustalıkla gizlendi. Medyada sürekli gördüğümüz şeyler, örgütün hunharca gerçekleştirdiği katliamlardı. Örgütün kendisi Irak ve Suriye topraklarının neredeyse yarısını kontrol altına aldığında Sykes-Picot düzenini sarstığını iddia ediyordu. Başka bir deyişle kendince modern düzene meydan okuyordu.

Bir yandan ABD ve Rusya, öte yandan ise İran aradığı fırsatı bulmuştu. DEAŞ canavarı bitirilmeliydi ve DEAŞ’la savaş artık kutsal bir görevdi. Bu güçler, bölge jeopolitiğine dair hesaplarına dair niyetlerini ustaca gizleyerek DEAŞ’a karşı savaşa giriştiler.

Beş yıl önce Suriye’de esamesi okunmayan ABD, DEAŞ’a karşı savaş üzerinden onu aşkın askeri üsse sahip oldu. Bu üslerin bir kısmında uçak pisti inşa ettiği de biliniyor.

PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG ile kurduğu ilişkinin bir örneği yok. Bir devlet en yakın müttefikinin terör örgütü olarak nitelediği bir yapıya devletlerin bile sahip olmadığı silahları vermekte bir beis görmüyor. Gün gelir ABD sözünü tutar ve bu silahları geri alabilir. Ya da bir başka devlet bu silahları imha edecek bir operasyon yapar. Ancak ABD’nin PKK’ya katkısı bu silahlarla sınırlı değil. PKK’nın bu süreçte kazandığı uluslararası meşruiyet en kritik husus olarak karşımızda durmakta.

PKK/YPG’nin kazandığı tek şey meşruiyet değil. DEAŞ temizlendikçe bu örgütün fiili kontrol alanları da genişliyor. Suriye savaşının başladığı 2011’de tedirgin bir bekleyiş içinde olan PYD bir aktör olarak bile kabul edilmiyordu. Bugün ise ABD bayrakları eşliğinde Suriye’nin en önemli petrol sahaları ve tarım alanlarını kontrol etmekte.

Bu fiili durum gittikçe kendini dayatıyor. YPG büyüdükçe Türkiye, İran ve hatta Rusya için daha önemli bir tehdit haline geliyor. ABD’nin “ağrı kesici” niteliğindeki açıklamaları ise artık kabak tadı veriyor. Kangren olan organı kimin keseceği bir soru olarak kenarda beklerken, öte yandan ABD mevcut durumu sürdürme kararlılığında gibi görünüyor. DEAŞ üzerinden başlattığı stratejiyi sürdürme kararlılığında görünüyor. Bu anlamda, İdlib üzerinden yaptığı çıkış, Fırat’ın Batısına geçme hevesinin açık bir göstergesi. Yani DEAŞ’ın bir örgüt olarak sonu gelse de, payanda edildiği strateji devam edecek.

Irak ve Suriye’deki bu gidişat birlikte değerlendirildiğinde akla birçok soru gündeme geliyor: Bütün bunların varacağı yer neresi? Daha açık ve somut bir şekilde dile getirmek gerekirse Ortadoğu’nun jeopolitiği değişiyor mu?”

[Fikriyat, 29 Ağustos 2017]

Etiketler: