Cumhurbaşkanının Tarafsızlığı

Bugüne kadar, Türkiye siyasetinde cumhurbaşkanının “tarafsız” olması gerektiği tezi, dünyadaki parlamenter sistemlerdeki “tarafsızlık” unsurunun tam tersi bir anlayışa işaret etmekteydi.

Erdoğan’ın AK Parti’ye üye olmasının ardından “partili cumhurbaşkanlığı” ve “tarafsızlık” meselesi farklı boyutları ile tartışılmaya devam ediyor.

Ama her iki mesele yanlış tartışılıyor. Siyasetin eski dinamikleri ile konu ele alınıyor.

Hâlâ sanki sistem değişmemiş gibi bir bakış açısıyla meseleye yaklaşılıyor.

Önce bir meselenin açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

Yeni hükûmet sisteminde cumhurbaşkanının partili olmasını, Türkiye siyasi tarihindeki 1960 öncesi cumhurbaşkanlarının bir partinin üyesi olmasıyla karşılaştırmak meselenin anlaşılmasını zorlaştırabilir.

Çünkü bugünkü mevcut hâliyle cumhurbaşkanının partili olması “başkanlı siyasal sistemlerdeki” bir devlet başkanının partili olması üzerinden değerlendirilmelidir. Parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanının konumu üzerinden değil.

Altını kalınca çizelim. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi “başkanlı bir siyasal sistem”dir. Yani yürütmenin, icranın başı halk tarafından seçilmektedir.

ABD, Brezilya, Güney Kore, Arjantin, Fransa ve daha birçok devlet başkanının seçimle belirlendiği ülkelerde başkanın bir siyasi parti ile ilişkisi neyse Türkiye’deki de benzer olacaktır.

Bu ülkelerin siyasal kültürlerinin oluşumuna göre kuşkusuz farklılıklar vardır.

ABD başkanı olan Donald Trump, seçildikten sonra Cumhuriyetçi Parti’den istifa etmemiştir.

Yönetim kadrolarını oluştururken, ağırlığı başkanlık kampanyasında kendisine doğrudan destek veren cumhuriyetçilere vermiştir.

Fransa’da cumhurbaşkanları seçildikten sonra partileri ile ilişkisi devam eder. Hatta son yıllarda, Fransız cumhurbaşkanları görevde iken kendi siyasi partisinin içindeki mikro iktidar mücadeleleri ile de uğraşmak zorunda kaldılar.

Dolayısıyla başkanlı siyasal sistemlerde devlet başkanının siyasi partili olması bir gerekliliktir.

İcracı ve yürütmenin başı olduğu için seçimlere giderken bir parti politikasına göre milletten oy ister. Seçilmesi durumunda uygulayacağı hükûmet politikasını vadeder. “Seçildikten sonra, seçildiğim partinin siyasal anlayışını ve projelerini bırakıp, muhalefetin vadettiğini yapacağım” demez. Demokratik siyasetin gereği, seçilecek kişinin, iktidara gelmesi durumunda yapacaklarını bir parti programı etrafında daha önceden topluma anlatmasıdır.

***

Bugüne kadar, Türkiye siyasetinde cumhurbaşkanının “tarafsız” olması gerektiği tezi ise, dünyadaki parlamenter sistemlerdeki “tarafsızlık” unsurunun tam tersi bir anlayışa işaret etmekteydi. 1961 Anayasasını yapan iradenin, cumhurbaşkanını milletten uzaklaştırmak için kurguladığı bir söylemden ibaretti. Rejimin bekçiliği refleksine uygun olarak ideolojik bir konumlanmaya karşılık gelmekteydi.

Vesayetin yanında yer almak “tarafsızlık”, seçilmişlerin ve milletin yanında yer almak “tarafsızlıktan sapma”ydı.

Örneğin, cuntacı gelenekten gelen Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren “tarafsız”; sivil siyasetten gelen Turgut Özal “taraflı” olarak gösterilmişti.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde asıl olan partili olmaktır. Cumhurbaşkanının yanlış icraatlarından ve kötü yönetiminden sorumlu tutacağı bir mekanizmanın olması önemlidir.

Partili olması icraatlarında ve hizmetlerinde toplumun tüm kesimlerine eşit davranmasına engel değildir. Mevcut uygulamada başbakan partilidir. Ama aynı zamanda icranın başıdır.

Yeni sistemde cumhurbaşkanının seçilme oranı, mevcut başbakanlardan daha dikkatli bir siyaset izlemesini zorunlu kılacaktır.

En azından milletin seçmediği bir cumhurbaşkanının kâğıt üzerindeki tarafsızlığından; yüzde elli halkın oyuyla seçilme zorunluluğu olan bir cumhurbaşkanının partili olması evladır.

[Türkiye, 9 Mayıs 2017]

Etiketler: