Çözüm Sürecinin Geleceği

Çözüm süreci, kendisini taşımayı tercih edecek bütün aktörlere sahici bir siyasi gelecek vaat ettiği gibi, yeni Türkiye'de aktör olma imkânı da tanıyor.

Öncelikle yaşanan kırılmayı hatırla(t)makta fayda var. 2014 itibariyle içinde bulunduğumuz yol oldukça dar ve manevra yapmaya çok müsait değil. Ancak kanlı bir kaza ve zayiatı göze alarak gidilen yoldan hızlı bir dönüş olabilir. Bu yolun ismi Çözüm Süreci. Yolun yarıdan çoğu geçildiği gibi, felaketi göze alarak dönülecek diğer istikamet ise sadece ters yöne girmek anlamına geliyor.

Yoldan geri dönmek yerine çıkmayı düşünenler varsa, yine iyi haberlerimiz yok. Zira çözüm sürecinin siyasi coğrafyası da fiziki coğrafyası da, ayrılıp girecekleri yollarla mukayese edilmeyecek ölçüde konforlu ve sükûnetli. Fiziki coğrafya alternatifleri Suriye ve Irak’tan ibaret. Siyasi coğrafya alternatifleri üzerinde cumhurbaşkanlığı seçimleriyle çözümün hayata geçmesi için büyük bir baskı ve enerji üretmiş durumda. Çözümün kendisini her anlamda icbar ettiği bir kavşaktayız. Kaldı ki son seçimlerde çözüme desteğini ilan etmiş kesimlerin oranı yüzde altmışları, potansiyel destek ise belki de yüzde yetmişleri aşmış durumda.

27 Aralık 2012’de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığımız bir televizyon programında, Çözüm Süreci’nin başladığının ilk işaretini vermişti. Aradan geçen iki yıla yakın zamanda önemli aşamalardan geçildi. 2013 Nevruz’unda, Kürt siyasi hareketi, Abdullah Öcalan’ın mesajıyla usulde ve esasta yeni bir döneme girdiklerini duydular. Nevruz mesajını usulde ve esasta sindirme sancıları yaşayan BDP ve PKK, Suriye kriziyle birlikte Çözüm Süreci yolundan Suriye’ye sapsa da, krizin el yakan tabiatıyla kısa sürede en sert şekilde yüzleşmiş oldular. Akil adamlar heyetleriyle çözüm tabana enjekte edilirken, demokratikleşme paketleriyle yıllardır kırmızı çizgiler olarak kodlanmış büyük engeller aşılmış oldu.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise sürecin önemli bir başka kırılma noktası oldu. Ortaya iki kademeli bir emniyet mekanizması olan yeni bir dinamik çıktı. Birincisi, Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olarak bütün Türkiye’ye açılma girişiminin oluşturduğu yeni siyaset imkânının yavaş yavaş ortaya çıkması oldu. Uzun yıllar sonra, Kürt siyasi hareketi, 2013 Nevruz mesajında ilk kez ortaya çıkan usul ve esas değişimini içselleştirmesinin meyveleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gördü. İkinci dinamik ise çözüm sürecinin cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yasal çerçeveye kavuşması oldu.

Benzer şekilde cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Erdoğan’ın en önemli vaatlerinin başında çözüm sürecinin yer alması da bir kırılma sağladı. Yeni kurulan Davutoğlu hükümetinin de önemli gündem maddesi çözüm süreci oldu. Vesayet rejimlerinin gölgesi altında yıllarca sorunun ismini telaffuz bile edemeyen hükümetlerden, çözüm sürecinin hükümet programına alındığı bir döneme erdik. Bu başlı başına bir devrim olduğu kadar yeni Türkiye’nin istikametine dair de güçlü işaretler veriyor.

Çözüm sürecinin tamamlanmaya doğru gittiği bir Türkiye’de yeni anayasa, asker-sivil, devlet-vatandaş ve devlet-din ilişkilerinin eski Türkiye’deki devam etmesi mümkün değildir. Yeni hükümet programı çözüm süreci başta olmak üzere, kangren haline gelmiş demokratikleşme alanlarında değişim iradesi için sigorta poliçesi olarak görülecektir. Bu poliçenin muhatapları sadece iktidar değil muhalefettir de. Milletin kahir ekseriyeti hangi siyasi dille ifade ederse etsin değişim arzusunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu sorumluluğu kurucu siyasi bir irade ortaya koymayı başaranlar taşıyabilecekler. Çözüm süreci, kendisini taşımayı tercih edecek bütün aktörlere sahici bir siyasi gelecek vaat ettiği gibi, yeni Türkiye’de aktör olma imkânı da tanıyor. Bu artık çok zor bir tercih değil.

[Star, 2 Eylül 2014]

Etiketler: