CHP ve Yarının Dünyası

Tüzük kurultayında mevcut yönetim ve muhalifler arasında seçim yapacak olan CHP kongre üyeleri, bu seçimin kazananından bağımsız olarak, partinin kendisi ve genel olarak Türkiye siyasetinin rotası açısından önemli gelişmelerin anahtarını ellerinde tutuyorlar.

2012, CHP için hızlı başladı. “Yeniden CHP Hareketi” şemsiyesi altında örgütlenen partinin eski sahipleri, bir imza kampanyası sonucunda Genel Merkez’i tüzük kurultayına zorladı. 26 Şubat’ta kurultayın yapılacağını ilan eden Kılıçdaroğlu yönetimi, 1 Mart’ta ikinci bir kurultay toplanacağını duyurdu. Partinin önündeki süreç, hem CHP bünyesinde 2010’dan bu yana süregelen ikiliği temsil ediyor, hem de statükocu-değişimci mücadelesinin bir tarafın lehine çözümleneceği ve artık oluşumun enerjisinin politika üretmeye kanalize edilebileceği yeni bir denkleme ulaşılacağı umudunu yeşertiyor.

1992’de CHP Genel Başkanı olarak göreve gelen Deniz Baykal’ın 2010 bahar aylarında basına sızdırılan kaset sonrasında istifa etmesiyle ana muhalefet partisi, istemeden de olsa yeni bir döneme yelken açmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ismini 2009 yerel seçimlerinde İstanbul’da yürüttüğü seçim kampanyası ve özellikle yolsuzluk konusunda etkili polemiklerle duyurması ve parti liderliğine seçilmesiyle birlikte artan beklentiler, 12 Eylül Referandumu sürecinde benimsenen olumsuz pozisyon tarafından gölgelenmiş; 12 Haziran seçimlerinde yüzde 30 psikolojik eşiğini aşamayan Kılıçdaroğlu’nu devirme zamanının geldiğine kani olan parti içi muhalefet, Genel Başkan’ı istifaya çağırmıştı.

Ana muhalefet partisini kemiren ihtilafın kökenleri ve yeni liderliğin kısmî başarısızlıkları da bu bağlamda yorumlanmalıdır. CHP ile özdeşleşen Deniz Baykal’ın beklenmedik şekilde nüfuzunu kaybetmesi, skandal sonrasında Baykal’a yakın bir isim yerine farklı bir beklentinin karşılığı olan Kılıçdaroğlu’nun göreve gelmesi, ana muhalefet partisi bünyesinde ideoloji ve kadro ayrışmasının yaşanmasına neden olmuştu. Eski yönetim, Türkiye’nin kitlesel bir destekle ve hızla değiştiği, siyaset alanının yeniden tanımlandığı bir ortamda ülkenin en zengin kurumsal geleneğine sahip partisinin sadece olumsuz gündemler üretebilir duruma getirmiş; CHP destekçileri arasında iktidar olma umudunun kaybedilmesinin yanı sıra, özellikle ekonomi alanında yaşanması gereken tartışmaların göz ardı edilmesine yol açmıştı. Buna karşılık 2009 yerel seçimlerinde yıldızı parlayan, kaset skandalı sonrasında kendini Genel Başkan koltuğunda bulan Kemal Kılıçdaroğlu, ana muhalefet partisinin kendisini 1990’lı yıllardan itibaren hapsettiği lâiklik-irtica ikileminden çıkarabilecek bir isim olarak ortaya çıkmıştı.

2010’da CHP’nin başına geçen yeni lider, partinin artık polemikten ziyade somut önerilere odaklanacağı ve yeni Türkiye’nin inşa sürecinde yapıcı bir katkı sunacağı bir yeni siyaset anlayışını temsil ediyordu. Bugün gelinen nokta, başına geçtiği siyasal organizasyonun içindeki ayrışmayı doğru okuyan, ancak uzlaştırılamaz farklılıklara sahip bu iki grubu da kısmen tatmin etmek isteyen bir orta yol stratejisinin iflasını ifade ediyor. Partinin başına sosyal demokrat ve merkez-sol bir kimliği temsilen geçen, öte yandan 2010 referandumuna muhalif kalıp, 12 Haziran seçimlerinde ulusalcı isimleri partisinden aday gösteren Kılıçdaroğlu, bizzat bu orta yolun beraberinde getirdiği sıkıntıları deneyimliyor. Seçimlerde bekleneni veremeyen Genel Başkan’ı bir istifa baskısıyla sindirmeye çalışan muhalifler, Kılıçdaroğlu’na teşkilat üzerinde otorite kurması için güçlü bir sinyal göndermiş oldular. Böylece gözler, örgüt seçimleri ile eski kadroların tasfiyesinin tamamlanacağı 2012’ye çevrildi.

Yeniden CHP Hareketi şemsiyesi altında ittifak kuran muhalifler ise, 9 Ocak’ta startını verdikleri imza kampanyası ile Kılıçdaroğlu yönetimini, delege dağılımını kendi lehine çevirmesinden önce, hazırlıksız yakalamak amacını taşıdılar. Bu bağlamda temel hedef, Genel Başkan’ı tüzük gündemiyle toplanacak bir olağanüstü kongre ortamında zayıflatmak ya da devirmek şeklinde ortaya çıkmaktaydı. Bu hamlenin gerektirdiği 640 imzaya ulaşamayan muhalifler, ilk aşamada parti tüzüğünü değiştirmek ve kademeli olarak Kılıçdaroğlu yönetimini düşürmek yönünde değişikliğe gittiler. Tüzük kurultayında mevcut yönetim ve muhalifler arasında seçim yapacak olan CHP kongre üyeleri, bu seçimin kazananından bağımsız olarak, partinin kendisi ve genel olarak Türkiye siyasetinin rotası açısından önemli gelişmelerin anahtarını ellerinde tutmaktadır. Baykal-Sav ittifakının ve Kılıçdaroğlu tarafından zarara uğratılan kadroların desteğiyle CHP’nin zirvesine son bir sıçrayış yapan eski güçlerin elde edeceği bir zafer, CHP’nin seçmende yarattığı beklentileri tamamen boşa çıkaracak, partiyi 1990’ların başından itibaren hapsolduğu lâiklik-irtica diyalektiğine -bu kez devleti fiili sahiplerinin olmadığı bir ortamda- geri sürükleyecektir.

Daha geniş anlamda Türkiye siyasetinin girdiği sivilleşme ve dönüşüm süreci sekteye uğrayacaktır. Muhaliflerin bu açık meydan okumasına karşın ayakta kalabilmesi durumunda ise Kılıçdaroğlu yönetimi, 12 Haziran’da elinde tutmaya çalıştığı iki karşıt grup arasında kesin bir tercih yapma cesaretini kurultay sürecinde depoladığı özgüven sayesinde gösterecektir.

Sabah/Perspektif (04.02.2012)

Etiketler: