Çevrilen Rusya Sayfası ve Nükleer

Rusya ile yumuşayan ilişkilerin, ihracatımıza ve turizm sektörümüze, Rusya pazarından bilhassa 2016 yılında alınan ek yaralar bağlamında ve kademeli olarak şifa vereceğini düşünmekte fayda var.

Eski hüznün yavaş yavaş sessiz bir neşeye dönüşmesi, hayatın büyük gizemidir.

Demiş, Dostoyevski. Bizim Rusya hikâyesi de, bir nevi öyle oldu.

2016 yılında “ukde” meselelerimizden olan gergin ilişkiler, sağduyu telkin ettiğimiz bir süreç sonrasında, yitirilenlerin telafisi ve dahi ötesi ümidiyle sevince büründü.

ANLAŞMANIN ENERJİSİ

Bu hafta taçlandırılan mutlu sondaki karşılıklı söylemler Türkiye ekonomisi için birkaç ana başlıkta toplanacak olursa; ihracat, turizm, inşaat, savunma sanayi ve enerji maddeleri çerçevesinde özetlenebilir. Tabii daha önceleri de ifade ettiğim üzere, yumuşayan ilişkilerin, ihracatımıza ve turizm sektörümüze, Rusya pazarından bilhassa 2016 yılında alınan ek yaralar bağlamında ve kademeli olarak şifa vereceğini düşünmekte fayda var. İlerleyen süreçte ekstra işbirliklerine de bağlı olarak, elbette yeni hareketlenmeler de gelebilecektir.

Bu kapsamda Erdoğan-Putin görüşmesinin özellikle enerji ayağı da, dünyaca izlenen bir merak konusu oldu. Mevzubahis enerji işbirliklerinde Türk Akımı’nın yeniden raftan indiği anlaşılırken, olayların kısa zaman dilimleri içinde iyi kötü ne zikzaklar çizebildiğine de bir kez daha tanık olduk.

BELKİ…

Bunları düşünürken, aklıma Türk Akımı fikrinin ortaya çıktığı 2014 Aralık ayının ilk haftasında kaleme aldığım “Moskova-Ankara Hattındaki Enerji” başlıklı yazım geldi ve açıp bakınca şu satırlara rastladım: “Hayat bir şeye kesin demek için çok uzundur; daima belki demek gerekir. Bu bağlamda bizim de, ayağımıza gelen fırsatları çıkarlarımız dâhilinde değerlendirmekten geri kalmazken, her ihtimali göz önüne alarak mümkün olduğunca çok istikamette ilerlememiz gerektiği ortada”.

Zikzakları bizzat yaşadığımız o günden bugüne geçen süreç sonrasında, şimdi o görüşlerim hala ve yeniden ve hemen her paydaş için geçerli. İç-dış tehditlerin, risklerin ve dalgalanmaların son dönemde bolca gün yüzüne çıktığı mevcut noktada, hatta daha da geçerli.

Bunu neden yazıyorum derseniz; haftanın mutabakatındaki enerji başlığının 2. ana maddesi olan nükleer meselesine de pencere açmak için diyerek devam edeyim.

AKKUYU HIZLANACAK

Daha önce bu köşede nükleere dair çeşitli kereler yazdığım üzere, ayağımızdaki en ağır prangaların birinden kurtulabilmek için yerli enerji üretimine rikkatle dikkat kesilmemiz ve bu manada alternatifleri iyi değerlendirmemiz gerektiği aşikâr… Bu kapsamda, yenilenebilir hikâyemizi azami şiddetle önemsediğimden burada da iki kelime de olsa etmeden geçemezken, konumuz olan “tamamlayıcı nitelikteki” nükleeri de iyi anlamamız ve değerlendirmemiz mühim. Tabii işin çok boyutu var ancak ben bugün kısaca, Rusya ile yeşeren gelişmelerden yola çıkarak bir istikamette ilerlemek istiyorum.

Bildiğiniz gibi; Erdoğan-Putin görüşmesi, duraksayan Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin de canlanacağını haber vermiş oldu. İyi de oldu zira proje, malum dönemde ipin ucuna asılı kaldıkça geriliyor ve planlanan takvimden giderek uzaklaşıyor gibiydi. Şimdi projeye “stratejik yatırım” statüsünün de verilecek olmasıyla birlikte, sürecin hızlanacağı anlaşılıyor.

Hayırlı olsun diyelim. Lakin bu vesileyle, uzun vadeli “nükleerde yerlileşme” mevzuuna da ciddi bir şekilde eğilmek gerektiğini ısrarla hatırlayalım.

AKILLI MÜŞTERİ OL

Malumunuz, Akkuyu proje esinde Rus firma Rosatom işin üstlenicisi… Yarım asrı aşkın niyetlerimiz sürekli engellenip aksayınca, kimler alıp başını gitmişken biz ülke olarak nükleere bu çağda henüz doğuyoruz. (Bu noktada algıdaki seçiciliğimiz, 11 Eylül 1980’de son safhaya gelmiş nükleer santral girişiminin, darbe nedeniyle toza buluta karıştığı hikâyesini hatırlatıyor ister istemez). Bu bağlamda, sektöre yeni adım atan bir aktör olarak, dünyada bolca örnekte görüldüğü üzere, uluslararası işbirliklerine gitmemiz geleneksel ve rasyonel bir kestirme yol diyelim. Öte yandan, sürdürülebilir bir nükleer enerji politikasına sahip olmamız ve bunu tüm yönleriyle planlamamız gerekiyor. Zira tek bir nükleer santral projesi dahi on yıllar süren bir ömre sahip ki, biz daha da ötesinin niyetindeyiz.

Baktığınız zaman küresel tecrübe de, nükleerde yabancı destek alan ülkelerin “intelligent customer- akıllı müşteri” olmasını ve bir plan çerçevesinde zamanla know-how edinmelerini salık veriyor. Bu ise, başarılı bir program için, kapsamlı bir şekilde nükleer yetenekler edinmemiz anlamına geliyor. Nasıl derler; “yerli ve milli” nükleer yetenekler…

Konu çok derin ancak ben öne çıkan iki kriterle özetleyeyim: Bunlardan biri, nükleer enerjide başarı ve istikbal için bir vizyon sahibi olmaktan geçiyor. Diğeri ise, “emniyetli” bir nükleer program tesis etmekten… Bir diğer ifadeyle, fırsatı avantaja çevirirken, risklerden korunmaktan…

Ve her iki ayak için ise, Türkiye’nin nükleere dair “insan kaynağı” ile “düzenleyici altyapısını” çok ciddi şekillendirmesi acil ve farz…

Bugünden yarına neticelenemeyecek bu uzun soluklu gereksinimlerin, nesillere intikal edecek boyutları var.

Rusların dediği gibi; “Ağacı bir nesil diker, gölgesinde sonrakiler oturur.”

Ağacın kökleri sağlam olmalı…

[Yeni Şafak, 12 Ağustos 2016]

Etiketler: