Muğla Engelliler Derneğince düzenlenen "Hayatlarımıza renkli bir dokunuş katmak için duvarımızı ve gökyüzünü birlikte boyayalım" etkinliği kapsamında engelliler ve vatandaşlar, renkli balonları gökyüzüne saldı. Muğla Engelliler Derneğinde bir araya gelen engelliler ve aileleri, otizm konusunda farklı bir etkinliğe imza attı. Engelliler ve aileleri, ellerindeki onlarca renkli balonu gökyüzüne bıraktı. ( Durmuş Genç - Anadolu Ajansı )

Birlikte Yaşamı Güçlendirecek Değişim

Türkiye, son 20 yılda laikliği temel bir mesele olmaktan çıkarmış ve birlikte yaşamı güçlendirecek değerleri üretmeyi başarmıştır. Laiklik artık siyaseti dizayn etmeye dönük bir araç değildir.

Türkiye’de son yıllarda harareti düşen laiklik tartışmalarının hangi biçimde karşımıza çıktığı dönemsel hassasiyetleri göstermesi açısından önemlidir. Geçmişte laikliği tartıştığımız meseleler bugünkünden farklıydı. En önemli ayrım bugün toplum ve siyasetteki temel meseleleri konuşurken hem laiklik kavramına duyduğumuz ihtiyacın azalmış olması hem de tartışmanın kavramlarının değişmiş olmasıdır. Geçmişte daha çok kılık kıyafet ve semboller üzerinden yapılan tartışmanın bugün birlikte yaşamanın kurallarını ihtiva eden yeni anayasa bağlamında yapılması, geçmiş ile bugünün farkını ortaya koyuyor.

MODERNİZM VE KATI MUHAFAZAKÂRLIĞIN TEZAHÜRÜ

Yakın geçmişte başörtüsü sorununun Türkiye’deki laiklik tartışmasının en uzun soluklu taşıyıcısı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dindar ailelerin kızlarının pozitif eğitim alması ile orantılı bir şekilde Türkiye gündemine girmiş ve yaklaşık otuz yıl gibi bir süre artan ve azalan oranlarda yasaklı bir dönem yaşanmıştır. Kadınların eğitim yaşamına vurulan darbe ile laiklik politikaları sadece modernizmin değil aynı anda katı muhafazakârlığın da sembolü haline geldi. Laikliğin en katı savunucuları muhafazakâr tutumları ile bilinen kişilikler oldular. Laiklik uygulamaları uzun dönem ‘Türkiye’nin özel koşulları’ mazeretine dayandırılarak üretilen baskıcı ve statükocu politikalardır. Başörtülü kadınlara yöneltilen “siyasi mi dini mi?”, “Atatürk’ü seviyor musun?”, “Neden Arabistan’a/İran’a/Malezya’ya gitmiyorsun?” gibi sorular başörtüsünün Türkiye tipi laikliğin en ciddi tehdidi olarak görüldüğünün jenerik soruları olarak o dönemden akılda kalanlardır.

28 ŞUBAT VE İSLAMOFOBİ

28 Şubat dönemi İslami sembolleri karikatürize ederek laikliği yerel bir İslamofobiye dönüştürmüştür. Bu dönemde laik tepki olarak adlandırılan davranışların çoğu İslamofobiktir. 1997 yılındaki postmodern darbeden sonraki yaklaşık 5 yıl boyunca İslami-dini tüm semboller yoğun bir taarruza uğramış, sadece tehlikeli değil basit ve aşağılık olan ne varsa dini olanla özdeşleştirilmiştir. Böylece laiklik tartışması toplumsallaşmış, farklı kesimler bu konu hakkında birbirleri ile kavga eder hale gelmiştir. Her yeni yılda yılbaşı kutlamak caiz midir şeklinde yapılan klasikleşmiş tartışmalar temsili noel babaların tartaklanmasına kadar vardırılmıştır. 2000’li yıllardan önce semboller üzerinden yürütülen laiklik tartışmaları ile toplum kutuplaştırılmıştır. Türkiye’deki laiklik tartışmalarının elit düzeyinden tabana yayılmasında ve toplumsal bir kutuplaşma üretmesinde başörtüsü tartışmaları hatırı sayılır bir eşiktir. 2000’li yılların ikinci yarısından sonra tartışma daha çok elit düzeyinde sürdürülmüş, sterilize edilmiştir. Eşi başörtülü olan siyasetçilerin sayısındaki artış, eşsiz davet geleneğinin icat edilmesine neden olmuştur. Esasında asker ve kamu görevlisi eşlerinin baş açık olması zorunluluğu Cumhuriyet’le yaşıttır fakat 2000’li yıllardan sonra bu geleneğin bozulma tehlikesine karşı tartışma yeniden canlanmıştır. Yaklaşık 100 yıllık ideolojik laiklik her dönemde yeni açılımlar yapabilmiş, dönem dönem islamofobik refleksler üretmiştir. Yakın tarih laikliğin semboller üzerinden islamofobiye dönüşümünün ve toplumsal kutuplaşmanın neredeyse tek motoru olmasının örnekleri ile doludur.

ANTİ-PROPAGANDANIN ZAYIFLAMASI

Laiklik tartışmasının 2000’li yılların ikinci yarısından sonra “mahalle baskısı” ve “Türkiye muhafazakârlaşıyor” gibi iddialarla sürdürülmesi, bu dönemden sonra İslam’ın modern yüzlerine karşı verilen aşırı muhafazakâr tepkilerdir. İslami sembollerin daha fazla görünür olması, bu sembollerden rahatsız olan bir kesimin varlığını ifşa etmiş ve bu tepki mahalle baskısı benzeri kavramlar üretmiştir. O dönemlerde Ak Parti’nin iktidar olması ile içki içilen mekânların kapatılacağından, mini etek giyilemeyeceğinden duyulan endişeler sıkça dile getirilmiş, laiklik tartışmalarına laik muhafazakâr zihnin ürettiği halüsinasyonlar hâkim olmuştur. Laik yaşam biçiminin, İslami sembollerin daha fazla görünür olması ile yasaklanacağının vehmedilmesi, laiklik tartışmalarına yeni bir psikolojik boyut eklemiştir. Buna rağmen toplumsal kutuplaşmaya neden olacak somut malzeme üretilememiştir. ‘Sembolik değerinden’ dolayı hakları elinden alından ya da dışlanan kesimler, türlü olumsuz gelecek senaryolarına rağmen, yaratılamamıştır.

Laikliğin tarihin akışında kaçınılmaz bir son durak olduğunu düşünenler için dini unsurlar her zaman geri olmayı ve eskiyi çağrıştırırlar, ileriye doğru akan zamanı durdurmakla tehdit ederler. Psikolojik olarak laikliğin elden gideceğinin vehmedilmesi laikliğe duyulan imanın neticesidir. Ancak iman boyutu bir kenara bırakılırsa, toplumun doğal seyrinde dini ve dünyevi unsurların birlikteliği keşfedilebilir. Bugün yaşadığımız aşama basit bir doğal seyrine bırakmadır. Laiklik Türkiye’de artık siyasetin ve toplumun dizayn edilmesinde işlevsel görülmüyor ve kullanılmıyor. Bundan dolayı bugün artık eskisi gibi semboller üzerinden dışlayıcı olarak değil, birlikte yaşamanın formülü olarak görülen anayasa bağlamında kapsayıcı bir biçimde gündeme geliyor.

[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 11 Mayıs 2016]

Etiketler: