Birleşik Krallık’ta Sandıktan Belirsizlik Çıktı

Birleşik Krallık'taki erken genel seçimlerde, parlamentoda çoğunluk için gereken 326 milletvekiline hiçbir parti ulaşamadı. Seçim sonrası Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker'ın 'Breturn' açıklaması ise Brexit müzakereleri hakkında yeni gündem oluşturdu.

 

8 Haziran 2017 tarihinde gerçekleşen Birleşik Krallık erken genel seçimi, kamuoyunda ‘askıda parlamento’ (hung parliament) olarak bilinen ve parlamentodaki çoğunluk için gereken 326 milletvekiline hiçbir partinin ulaşamadığı şekilde sonuçlandı.

Seçim komisyonu tarafından ilan edilen resmi sonuçlara göre yüzde 69 katılımın gerçekleştiği erken seçimde, iktidardaki Muhafazakâr Parti oyların yüzde 42,4’ünü alarak 318 milletvekiliyle birinci parti olurken, ana muhalefetteki İşçi Partisi oyların yüzde 40’ını alarak 262 milletvekiliyle ikinci parti oldu.

Büyük umutlarla girdiği seçimden ‘kaybedenler’e katılarak çıkan Muhafazakâr Parti’nin böylesi bir tablo ile karşı karşıya kalmasının arkasında birden çok sebep var: İlki, Başbakan Theresa May’in 7 hafta gibi oldukça kısa bir süre zarfında küçük ve kendi içerisinde dağınık bir seçim ekibiyle zayıf bir kampanya yürütmesi. İkincisi ise terör örgütü DEAŞ’ın 22 Mayıs’ta Manchester’da ve 4 Haziran’da başkent Londra’da düzenlediği saldırıların ülkede yarattığı soru işaretleri. Zira ülkedeki güvenlik kaygılarının had safhaya ulaştığı saldırılar sonrasında, May’in “güçlü ve istikrarlı liderlik” sloganı büyük oranda geçerliliğini kaybetti ve partinin güvenlik politikalarının zafiyette olduğu izlenimi ortaya çıktı. Bundan ötürü Muhafazakâr Parti en büyük rakibi İşçi Partisi’ne karşı güçsüz bir duruma düştü. Nitekim seçimden sonra İşçi Partisi genel başkan yardımcısı Tom Watson, Başbakan May için, “Margaret Thatcher tipi bir çoğunluk elde edeceğini zannetti ama bunu beceremeyeceğini gördü” açıklamasını yaptı.

MUHAFAZAKÂR PARTİ ‘DAR BÖLGE’ SİSTEMİNİN MAĞDURU

Aslında Muhafazakâr Parti’nin seçimlerden aldığı sonucun gerçek müsebibi ülkede uygulanan seçim sistemi. Bilindiği üzere, Birleşik Krallık’ta uygulanan seçim sistemi dar bölge ve nispi çoğunluk esaslarına dayanıyor. 60 bin seçmenin bulunduğu 650 seçim bölgesine (523’ü İngiltere’de, 72’si İskoçya’da, 38’i Galler’de, 17’si Kuzey İrlanda’da) bölünen ülkede, seçim barajı uygulanmıyor ve seçim tek tur olarak yapılıyor. Buna göre, herhangi bir seçim bölgesinde yapılan seçimi birinci sırada bitiren aday, oy oranına ve partisine bakılmaksızın doğrudan Avam Kamarası’na giriyor. Bu sebepten ötürü, Muhafazakâr Parti 8 Haziran erken seçiminde oylarını yüzde 6 oranında arttırarak yüzde 42 almasına rağmen, parlamentoda 12 koltuk kaybetti. Benzer bir durum Liberal Demokrat Parti için de geçerli. Nitekim İskoç Ulusal Partisi oyların yüzde 3’ünü alarak 35 milletvekilliği elde ederken, Liberal Demokrat Parti ise oyların yüzde 7,4’ünü aldığı halde sadece 12 milletvekilliği kazanabildi.

Muhafazakâr Parti kadar, 19 milletvekilini büyük oranda İşçi Partisi’ne kaptıran İskoç Ulusal Partisi ile parlamentoya tek bir milletvekili bile sokamayan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) de seçimin kaybedenleri arasında yer aldı. Özellikle DEAŞ saldırıları sonrasında yapılan anketlerde oy oranı ufak da olsa artan UKIP için erken seçim adeta bir felakete sebep oldu. Seçim sonuçlarının belli olmasının hemen ardından UKIP lideri Paul Nuttall görevinden istifa etti. Bunu takiben UKIP’nin eski lideri Nigel Farage, “Brexit’in tehlikeye girmesi halinde siyasete dönmekten başka şansı olmadığını” açıklayarak parti liderliğine göz kırpmaya başladı.

SEÇİMİN TEK GALİBİ CORBYN

Muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Corbyn’nin seçimin gerçek anlamda tek galibi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira 2015 genel seçimlerine göre 31 sandalye daha fazla kazanan ve 261 sandalyeye ulaşan İşçi Partisi, oy oranını da yüzde 30’dan yüzde 40’a taşdı. Hatırlanacağı üzere, 2015 seçim yenilgisinden sonra, ülkenin en büyük sendikalarının destek vermesiyle son anda adaylığını açıklayan Corbyn, genel kurulda oyların yüzde 60’ını alarak partinin yeni lideri olmuştu.

Brexit referandumunda ülkenin AB’den ayrılmamasından yana tavır gösteren, ancak bu gerçekleşmeyince yumuşak Brexit’e yönelen Corbyn’nin seçim sürecinde öne çıkardığı vaadi, Tony Blair döneminden beri giderek muhafazakârlaştığı ve soldan uzaklaştığı ithamlarıyla karşılaşan partiyi eski sosyalist çizgisine döndürmekti. Nitekim 8 Haziran erken seçiminde elde edilen başarıda bu politikanın önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz.

Muhafazakâr Parti’nin tek başına güçlü bir şekilde iktidar olamayacağını gösteren bu sonuçlarla birlikte, Financial Times ve The Times gibi ana akım gazetelerde, erken genel seçime gitmekle Başbakan Theresa May’in oynadığı kumarı kaybettiği yorumları yapıldı ve May ülkeyi gereksiz yere erken seçime götürmekle suçlandı. Yine seçim sonuçlarıyla ilintili olarak, ulusal para birimi Sterlin uluslararası piyasalarda gözle görülür derecede değer kaybetti.

ERKEN SEÇİMLERİN ARDINDAN BREXİT VE ‘BRETURN’ TARTIŞMALARI

8 Haziran erken genel seçimleri Brexit süreci ve Avrupa siyaseti için de önemli sonuçları beraberinde getirdi. Seçimlerin ardından açıklama yapan birçok Avrupalı siyasetçi, Başbakan Theresa May’in seçim sürecinde sıklıkla kullandığı “Brexit Brexit’tir” açıklamasını ima ederek 19 Haziran 2017 tarihinde başlaması planlanan müzakerelere hazır olduklarını ifade etti. Özellikle Almanya dışişleri bakan yardımcısı Michael Roth, Brexit müzakerelerinde vakit kaybedilmeyeceğini ve sürecin planlandığı gibi devam edeceğini açıkladı. Avrupa Komisyonu’nun bütçeden sorumlu üyesi Günther Oettinger ise yaptığı açıklamada zayıf bir hükümetin kurulmasının Brexit sürecini baltalayabileceği uyarısında bulundu. Ancak seçim sonuçlarıyla ilgili en çarpıcı açıklama Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’dan geldi. Junker kendisine konuyla ilgili olarak yöneltilen bir soruyu, Britanya’nın AB’ye geri dönmesine (Breturn) kişisel olarak karşı olmadığını söyleyerek cevapladı.

KİLİT PARTİ DEMOKRATİK BİRLİK PARTİSİ

Seçim öncesinde alternatif modellere yönelik yürütülen tartışmalarda odak noktası, Muhafazakâr Parti’nin parlamentoda çoğunluğu sağlayamaması halinde, 2010 yılında Liberal Demokrat Parti ile kurulan koalisyonun tekrar kurulabilecek olmasıydı. Ancak erken seçim sonucunda koltuk sayısını arttıran ve 12 milletvekili ile parlamentoya giren Liberal Demokratlar Muhafazakârlar ile koalisyon kurmak istemediklerini açıklayınca, bu ihtimal yok oldu. İskoç Ulusal Partisi’nin de Muhafazakâr Parti ile koalisyona yanaşmaması üzerine yeni bir arayışa girildi. Erken seçim sonucunda 10 vekil ile Avam Kamarası’na giren Demokratik Birlik Partisi (DUP) bir anda kilit parti haline geldi.

Bilindiği üzere, İskoç Ulusal Partisi’ne benzer şekilde, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmasını savunan Sinn Fein’in aksine DUP, Kuzey İrlanda’da Birleşik Krallık ile güçlü bir birliği savunuyor, fakat Belfast yönetiminin Krallık içerisindeki özerk haklarının arttırılmasını talep ediyor. Seçimden hemen sonra DUP’nin önde gelen isimlerinin yaptıkları açıklamalarda, Muhafazakâr Parti ile hükümetin kurulması konusunda görüşmelere hazır olunduğu ve bu çerçevede Theresa May’in kuracağı hükümetin “destek ve güven” anlaşmasıyla desteklenebileceği mesajı verildi. DUP ayrıca Sinn Fein’e yakınlığıyla bilinen İşçi Partisi’nin kuracağı bir hükümete destek vermeyeceğini de açıkça bildirdi.

Önümüzdeki süreçte DUP’nin destek vereceği azınlık hükümetinin kurulması ya da DUP ile koalisyon hükümetinin kurulması durumlarında, Muhafazakâr Parti Avam Kamarası’ndaki oylamalarda DUP’nin desteğine ihtiyaç duyacak ve diğer partilerle eskiye nazaran daha uzlaşmacı bir politika izlemek zorunda kalacak. Böylelikle Muhafazakâr Parti’nin ülkenin ekonomisine ve dış politikasına yönelik köklü kararlar alması oldukça güç duruma gelecek. Aynı zamanda hükümetin kurulmasına katkı sağlayacak olan DUP’den gelecek talepler karşısında da tavizkar bir tutum benimsemek zorunda kalacak.

Seçimlerin ertesi günü Kraliçe’den hükümeti kurma görevi alan Muhafazakâr Parti’nin, azınlık ya da koalisyon hükümeti kuramaması durumunda, İşçi Partisi’nin diğer tüm partileri etrafından toplayarak bir başka azınlık hükümeti kurma yolunda görüşmeler yapması gerekecek. Ancak şu ana kadar yapılan açıklamalardan, Muhafazakar Partinin DUP ile ne kadar süreceği belli olmayan zayıf bir azınlık hükümeti kuracağı anlaşılıyor. Böyle bir hükümetin başbakanı olacak olan May’in, uzun vadede bir taraftan Brexit gibi önemli bir müzakere sürecini yürütmesi, diğer taraftan ise Muhafazakar Parti içindeki muhalefet karşısında ayakta kalması çok zor görünüyor. Bir çok analist, May’i daha şimdiden siyasi bir mevta ilan etti bile. Muhtemelen yakın bir gelecekte, May’in parti içindeki liderliğini kaybettiğini ve ülkenin erken genel seçimlere gittiğini göreceğiz.

[Anadolu Ajansı, 12 Haziran 2017]

Etiketler: