Barış Koridoru ve Ötesi

Türkiye ve ABD, Suriye’nin kuzeydoğusu için uzun dönemli amaç ve beklentileri dahilinde farklı jeo-politik seviyelerde davranış modelleri geliştirmektedir. Türkiye, daha çok kendi güvenliği ve ‘mikro-bölgesel’ çıkarlarına yönelik strateji geliştirirken ABD Ortadoğu politikalarını ve küresel rekabet kaygılarını ön plana çıkartmaktadır.

Türkiye ve ABD, 2019 yılı Ağustos ayı ilk haftasında Ankara’da yapılan toplantı sonrasında, Türk hududu boyunca ve Fırat Nehri doğusunda; tedrici olarak ‘barış koridoru’ oluşturulması üzerinde anlaşmaya vardı. Mutabakatın detaylarına yönelik herhangi bir açıklama yapılmamış olmasına rağmen, yapılan açıklamalardan iki ülkenin;

– Safhalandırılmış somut bir yol haritası yoluyla mevcut güven bunalımını aşmaya,

– İki ülkenin Arap Baharı sonrası Suriye denkleminde yaşadıkları sorunları daha yönetilebilir hale getirmeye,

– Suriye’de, ‘bekle-gör-eyleme geç’ yöntemine uygun bir şekilde, belirsizliklere ve yeni dönem risklerine karşı hazır olmaya çalıştıkları görülmektedir.

Belirtilen amaç ve gayretlerin daha tarafsız bir yaklaşımla yorumlanabilmesi ve Suriye kuzey doğusuna yönelik bir öngörüde bulunabilmesi için Türkiye ve ABD’nin yakın ve uzun döneme yönelik amaçlarıyla beklentilerinin öncelikle ele alınması faydalı olacaktır.

Ülkelerin ana motivasyonları 

Türkiye’nin ve ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusu başta Fırat doğusu için amaç ve beklentilerini öncelikle kısa ve uzun dönemli perspektifler dâhilinde değerlendirmek gerekmektedir. Ancak yapılacak değerlendirme öncesinde Türkiye ve ABD’nin ana motivasyonlarının bilinmesi faydalı olacaktır. Batı ülkeleri tarafından PYD olarak isimlendirilen oluşumun esasen PKK’nın Suriye kolu olduğu dikkate alındığında, Türkiye, meseleyi terörizmle mücadele çerçevesinde değerlendirmektedir. Bu nedenle Türkiye, 2019 yılı yerel seçimlerine damga vuran siyasi söylemlerde görüldüğü üzere, Suriye’nin doğusundaki gelişmeleri bir ‘beka’ meselesi olarak algılamaktadır. Ancak ABD; Suriye’deki gelişmeleri Orta Doğu’nun yeniden dizaynı çerçevesinde görmekte, DEAŞ ile mücadele bahanesiyle kontrolü dışında gelişmeleri önlemek istemekte, iç siyasi söylemler doğrultusunda Suriye’den ABD askerinin çekilmesi halinde karşılaşılabilecek senaryoları şimdiden şekillendirmek istemektedir. Belirtilen motivasyonlar dâhilinde Türkiye ve ABD’nin kısa ve uzun dönem amaç ve beklentileri, Tablo-1’de görüldüğü üzere, Türkiye hudutlarına yakın bölgelerde genelin özele yansıması şeklinde tezahür etmektedir.

Her iki ülkenin amaç ve beklentileri karşılaştırıldığında hem müşterek çıkarlar hem de potansiyel çatışma alanları olduğu müşahede edilebilmektedir. Bu kapsamda kısa dönemli amaç ve beklentiler ele alındığında her iki aktörün motivasyonları arasında farklılıklar olduğu göze çarpmaktadır. Türkiye’nin, terörizmle mücadele odaklı yaklaşımda kısa vadeli amacı, terör örgütünün, Türk hudutlarının yanı başında;

– Üslenerek kalıcı hale gelmesi, imgelerini göstermek suretiyle psikolojik tahrikler yapması, Türkiye’nin hududa yakın bölgelerine sızma ve eylem yapma kapasitesinin yok edilmesi,

– Bu maksatla terör örgütünün Türk hudutlarından uzaklaştırılması,

– Nihai kertede terör örgütünün tamamen marjinalleştirilmesi ve anlamsızlaştırılması için uygun koşulların hazırlanması olduğu söylenebilir.

Dolayısıyla Türkiye’nin, kısa dönemli terörizmle mücadele odaklı ve haklı amacı, bölgeden barış koridoru tesis edilmesi yoluyla “terör örgütü unsurlarının uzaklaştırılması” beklentisini öne çıkarmaktadır. Bu nedenle barış koridorunun, Münbiç deneyiminde olduğu gibi ‘görüntüde’ değil, ‘gerçekte’ tesis edilmesi ve bölgede kontrolün Türkiye’de olması önem arz etmektedir. ABD’nin, halen PKK/PYD’ye silah, araç, gereç ve mühimmat yardımında bulunması, barış koridorunda ABD’nin veya bir başka devletin salt kontrolünü Türkiye için anlamsız kılmaktadır.

ABD’nin kısa dönemli amacının, yapılan açıklamalar da dikkate alınırsa, Türkiye’nin Suriye’ye tek taraflı müdahalesinin önlenmesi olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir amacın nedenlerini anlamak, ABD’nin stratejik tercihlerini ortaya koymak açısından önem arz etmektedir. PKK/PYD’ye sağladığı destekle Fırat Nehri doğusunda tesis ettiği kontrol sayesinde ABD, Suriye’nin geleceğinin şekillendirilmesinde hem sahada hem de masada etkin olmayı beklemektedir. Etnik kaygıların ötesinde bir görünüm elde etmek için de ABD’nin ‘PKK kartını’ değil ‘Kürt kartı’ görünümünde Suriye Demokratik Güçleri olarak servis edilen oluşumu ön plana çıkarttığı görülmektedir. Böylece ABD; terörist örgüte sağladığı destek nedeniyle diğer devletlerin emsal eylemlerinin önüne geçebilecek, terörizme destek veren veya komuta eden ülke konumunda olmayacak ve ‘sözde’ kucaklayıcı bir yapılanmayla Suriye geneline hitap edebilecektir. Bu noktada ABD’nin amacını doğru okuyan Türkiye’nin müdahalesinin önlenmesi hususu ABD için bir zaruret olmakta ve tedbir almaya itmektedir. Çünkü Türkiye’nin, Suriye’ye tek taraflı müdahalesinin en muhtemel sonucu, Arap aşiretlerin halen sorguladığı Suriye Demokratik Güçleri’nin dağılması ve PKK/PYD’nin nüfuzunu kaybetmesi olabilecektir. Nihayetinde ABD, verdiği görevleri yapabildiği ve Suriye sorununun devam ettiği noktaya kadar PKK/PYD’yi araç olarak kullanmak istemektedir. Bu nedenle ABD’nin beklentisinin, Türkiye’nin tek taraflı müdahalesini engelleyecek bir ‘tampon’ bölgeyi, güvenlik veya barış koridoru görünümünde tesis etmek olduğu söylenebilir.

Her iki ülkenin kısa dönemli Amaç ve beklentileri karşılaştırıldığında, amaç ve beklentilerin farklı olduğu ancak, uzun dönemli senaryo projeksiyonlarının her iki tarafı da uzlaşıya götürdüğü söylenebilir. Nitekim her iki aktörün uzun dönemli amaç ve beklentileri, kısa dönemli kaygılarını dondurmaya ve uzlaşıya itmektedir. Ayrıca her iki aktörün Rusya, İran ve Esed rejiminden kaynaklanan kaygı ve dengeleme gayretlerinin kısa dönemli uzlaşıyı teşvik ettiği ifade edilebilir. Ancak barış koridoru uzlaşısının hayata geçirilmesi sonrası, meydana gelebilecek gelişmelerin, tercihleri değiştirebileceğini ifade etmek abartı olmayacaktır.

Tarafların motivasyonu 

Her iki ülkenin uzun döneme damga vuracak amacı, beklentileri ve sahadaki eylemleri, sahadaki gelişmelere uygun olarak tasarlanmış farklı ‘ihtimalat’ planları üzerine inşa edilecektir. Bu nedenle her iki ülke de farklı seçenekleri el altında bulundurmak, gerektiğinde zamana oynamak, nihayetinde çıkarlarının gerektirdiği eylemleri tereddütsüz uygulamak durumundadır. Bu nedenle Türkiye ve ABD’nin önümüzdeki dönemde esnek politika takip etmesi ve farklı aktörlerle iş birliğini de öne çıkaracak alternatif çözümleri gündeme getirmesi mümkündür. Örnek vermek gerekirse, ABD’nin Rusya ile uzlaşı arayışına girmesi ve Suriye’de doyum noktasına ulaşmak üzere olan de facto statüyü, İkinci Dünya Harbi sonrası Almanya’sında şahit olunan bölünmeye benzer bir yapılanmayı tartışmaları olasılıklar dâhilindedir. Nihayetinde Rusya, Orta Doğu ve Akdeniz’de askerî varlık bulundurmak, diğer bir ifadeyle ‘sıcak denize’ erişimini garanti altına almak; ABD ise daha önce ifade edildiği gibi kontrol ve İsrail güvenliği saikiyle ‘paylaşım’ odaklı yatıştırmaya sıcak bakabilecektir. Rusya ve ABD’nin, her iki aktöre de meydan okuyan radikal örgütlerle mücadele konusunda beliren ortak çıkarları ise belirtilen ‘paylaşım’ öncesi tolerans çizgisini oluşturacaktır.

Belirtilen stratejik okumanın, Türk hudutlarına, özellikle Fırat doğusuna yansımaları sadece Suriye ile ilgili değildir. Türkiye’nin güvenliğini de etkileyecek söz konusu ihtimaller, bölgesel dengeleri kökünden değiştirebilecektir. Bu çerçevede Türkiye’nin uzun dönemli amacı, tüm ihtimalleri yönlendirebilecek adımların atılması istikametinde şekillenecektir. Doyum noktasına ulaşmış Suriye krizinde, Türkiye; güvenliğine yönelik tehdit ve riskler bertaraf edilmedikçe ve Suriyeli göçmenlere yönelik tedbirler alınmadıkça zikredilmeye çalışılan çözümleri kabul etmeyecektir. Türkiye’nin bölgede sahip olduğu nüfuzun ve kapasitesinin, ‘Türkiyesiz’ senaryolara meydan okuyabilecek yoğunlukta olduğu dikkate alındığında, diğer aktörlerin uzun dönemli amaç ve beklentileri sükûta uğrayabilecektir.

Vicdan ve kardeşlik 

Türkiye’nin uzun dönemli amacını dizayn ederken ABD ve Rusya gibi aktörlere karşı avantajları göz önüne alındığında, Türkiye’nin;

– Güvenlikle ilgili girişimlerindeki meşruluğu,

– Bölgede araçsallaştırılan PKK/PYD’nin inkâr edilemez terörist kimliğiyle bölge halkına yönelik baskıcı uygulamaları ve Türkiye’deki terörist faaliyetlerinin gerçekliği,

– Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtı sonrası yürütülen yeniden yapılandırma faaliyetleri sonrasında, refah ve güvenlik beklentisi içindeki bölge halkının Türkiye’nin etkisine açık olması,

– Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış Suriyelilere hudut kapılarının açılması sonrası, bölge halkının Türkiye’ye karşı sempatiyle yaklaşması,

– Türkiye’nin Uluslararası İlişkilerde olmayan ‘vicdan’, ‘kardeşlik’ gibi kavramları samimiyetle savunması, bu kapsamda Tahran’da yapılan Rusya–İran–Türkiye zirvesinde taraflara bilgi verilmeden yapılan TV yayınında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın insani söylemlerinin etkisi,

– ABD’nin Irak ve Afganistan örneklerinde görüldüğü gibi askerî harekâtlar sonrası askerî müdahalede bulunduğu bölgeleri kontrolsüz terk etmiş olması veya Taliban örneğinde görüldüğü üzere terörist olarak ilan ettiği örgütlerle görüşme ve taviz verme tavrı,

– Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gücünün tüm bölgede cezbedici etkisi gibi avantajları bulunmaktadır.

Türkiye’nin tecrübe ettiği dezavantaj, Suriye krizinde yaşanan karmaşıklık nedeniyle ABD ve Rusya arasındaki rekabetin, Türkiye’yi seçim yapma istikametinde zorlamasıdır. Ayrıca Suriye krizine taraf olmuş devletlerin ortak çıkarları, Türkiye’yi Suriye’de kalıcı hale getirmemek istikametindedir. Söz konusu durum, Türkiye’ye; kendi kaynaklarına dayanarak hareket etmeyi, politik dengeleri son raddeye kadar gözetmeyi, ikna becerisini ön plana çıkartmayı, ancak her halükârda askerî seçenekler için hazır olmayı ve gerektiğinde kullanmayı dikte etmektedir.

Uzun dönemli amaç ve beklentilere etki eden avantajlar ve dezavantajlar gölgesinde, Türkiye ve ABD’nin farklı jeo-politik seviyelerde ‘davranış modelleri’ geliştirdiği ifade edilebilir. Türkiye, daha çok kendi güvenliği ve ‘mikro-bölgesel’ çıkarlarına yönelik strateji geliştirirken ABD Orta Doğu politikalarını ve küresel rekabet kaygılarını ön plana çıkartmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin uzun vadeli amacı;

– Terör örgütünün Suriye’de toprak kazanımlarını ve meşruiyet kazanmasını önlemek, bu maksatla sert ve yumuşak her türlü tedbiri pro-aktif yollarla almak,

– Suriye’de ‘demografik normalleşmeyi’ mümkün kılmak, böylece terör örgütünün baskıyla bölgeden göç etmeye mecbur bıraktığı Suriyelilerin kendi topraklarına dönüşünün önünü açmak,

– Demografik normalleşmeye paralel olarak terör örgütünün bölgedeki nüfuzunu kırmak ve Suriye Demokratik Güçleri çatısı altındaki Arap aşiretlerin PKK ile anlaşmazlıkları nedeniyle geriye göç eden Suriyelileri kucaklamasını sağlamak,

– Nihayetinde ABD’ye PKK/PYD’nin kapasitesi olmayan ‘marjinal’ ve ‘anlamsız’ oluğunu göstermek,

– Türkiye’nin güvenlik perspektifine tehdit olduğu bir gerçek olduğu malum olan Suriye’deki terör örgütlerinin tamamen etkisiz hale getirilmesini sağlamak şeklinde ifade edilebilir.

Bölge halkının kırılgan tavrı 

Türkiye ile karşılaştırılması açısından, ABD’nin bölgeye uzun dönemde etki etme bağlamında avantajı bölgeye sevk ettiği silah ve teçhizat, PKK/PYD’ye sağladığı hava ve özel kuvvetler desteği ile maddi kaynaklar olduğu açıktır. Ancak bölge halkının ABD ve araç olarak kullandığı PKK/PYD’ye karşı kırılgan tavrı, ABD için önemli bir mahzur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle ABD’nin uzun dönemli politikalarının kalıcılığı ve sürdürülebilirliği tartışmaya açıktır.

ABD’nin amacı, daha önce belirtildiği üzere, İsrail’in güvenliği, bu maksatla İran’ın nüfuzunu kırmak ve Suriye ile irtibatını kesmektir. Bu nedenle bölgede izleyeceği strateji ve kullanmak istediği araçların belirtilen amacı gerçekleştirmeye uygun olması, aynı zamanda kapasite ve kabiliyetlerinin istenen düzeyde olması gerekmektedir. Nihayetinde ABD’nin amacı, ‘Suriye krizinin çözümünde belirleyici güç olmak’ şeklinde ifade edilebilir. PKK/PYD’nin söz konusu amaca yönelik tavrı ve kapasitesi dikkate alındığında, halen, ABD’nin PKK/PYD’yi bir araç olarak gördüğü ifade edilebilir. Bu nedenle ABD’nin beklentisi, uzun vadede, Türkiye’nin tespit edilen güvenlik kuşağının daha güneyine müdahalesinin önlenmesidir. Ancak PKK/PYD’nin, barış koridoru tesis sonrasında, kapasite ve kabiliyetlerinin sorgulanır hale geleceği gerçeğinden hareketle, ihtiyaç halinde, Türkiye’yi içine alacak bir koalisyon için uygun koşulların oluşturulması da alternatif bir beklenti olarak kendini göstermektedir.

Türkiye’nin belirtilen amacını gerçekleştirmek amacıyla, ABD’den beklentisi; öncelikle barış koridorunun tüm Suriye kuzeyinde kalıcı hale getirilmesidir. Aksi bir durum Türkiye’nin güvenlik vizyonuna meydan okuyacaktır. Ayrıca Türkiye, barış koridorunun tesis edilmesi sonrası, sürdürülebilirlik ve kalıcılık kapsamında bölgede yeniden yapılandırma faaliyetleri yürütecektir. ABD’nin söz konusu yeniden yapılandırma faaliyetlerinde, Türkiye ile iş birliğine gitmesi hem Suriyelilerin beklentisi hem de her iki tarafın uzun dönemli çıkarlarının bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Nihayetinde Türkiye’nin tüm çaba ve gayretlerinin, PKK/PYD’nin marjinalleştirilmesi, anlamsızlaştırılması ve bölgeden çıkarılması olduğu dikkate alındığında ABD belirgin bir aşamadan sonra, Türkiye’nin uzun vadeli beklentilerini karşılamak veya karşılamamak arasında seçim yapmak zorunda kalacaktır. Söz konusu seçimdeki belirleyici olan husus ise ABD’nin amaç ve beklentilerinin gerçekleşme olasılıklarıdır.

Uzlaşmada sürdürülebilirlik 

Barış koridorunu esas alan Türkiye-ABD uzlaşısının, uzun dönemli amaçların gerçekleştirilmesine yönelik, taraflara kısa dönemde siyasi-askerî manevra serbestisi kazandırmak üzere tasarlanmış olduğunu iddia etmek abartı olmayacaktır. Nitekim Münbiç’in gerçek sahiplerine teslimine yönelik zamana oynama stratejisinde görüldüğü üzere, ABD; Suriye’nin geleceğinde arzu ettiği şekli verecek araçları yaratmayı, eylemlerini çıkarına uygun bir şekilde zamana tahvil etmeyi ve ancak son anda uzlaşıya açık olmayı benimsemiştir. Bu durumda, ABD’nin Türkiye ile varmış olduğu uzlaşının sürdürülebilirliği, Türkiye için erozyona uğrayan güven nedeniyle bir kaygı unsuru haline dönüşmektedir.

Türkiye-ABD ilişkilerinin genel seyrinde belirleyici olan Suriye meselesinde; Türkiye için son kertede stratejik ‘karar noktası’ olacak husus, ABD’nin PKK/PYD’ye sağlamış olduğu doğrudan destektir. ABD’nin, PKK/PYD’ye; eğitim, teşkilatlanma, silah ve teçhizat ile meşruluk kapsamında sağlayacağı destek, kısa vadede varılan uzlaşıların uzun vadede imkânsızlaşmasına neden olacaktır. ABD’nin PKK/PYD terör örgütünü ‘yatıştıracak’ şekilde, barış koridoruna farklı anlamlar yüklemesi ve PKK/PYD’ye temeli olmayan söylemlerle meşruluk temelinde vaatlerde bulunması halen gözlemlenmektedir. ABD’den cesaret alan PKK/PYD’nin de;

– Barış koridoruna tampon bölge anlamı katması,

– Kendisini Türkiye ile dolaylı görüşme yapıyormuş gibi sunması ve politik meşruiyet iddia etmesi,

– Bölgede Türk ve ABD Silahlı Kuvvetlerine yönelik ‘ısmarlama’ saldırılar gerçekleştirilmesi,

– Halkı sempatizanları aracılığıyla ajite etmesi ve yoğun kara propaganda faaliyetlerine girişmesi,

– Nihayetinde Türkiye-ABD ilişkilerinde süreklilik arz eden gerginliğe neden olmaları beklenebilir.

Amaç ve beklentilerin karşılaştırılması 

ABD’nin muhtemel tavrı ve PKK/PYD’nin sahadaki hal tarzları dikkate alındığında, Türkiye’de beka sorunu algısına damga vuran doğrudan tehdide, ABD’nin destek vermesi Türk kamuoyunun hazmetmesi mümkün görünmemektedir. Bu nedenle barış koridoru uzlaşısının sürdürülebilirliğine yönelik en belirgin meydan okuma – ki Türk-ABD ilişkilerinin geneli için bu husus geçerlidir, ABD’nin PKK/PYD’ye sağladığı destek ve himayesidir.

Her iki ülkenin uzun dönemli amaç ve beklentileri, kısa dönemli olanlarla karşılaştırıldığında, uzlaşıya daha açık olduğu ileri sürülebilir. ABD için önem arz eden küresel ve bölgesel gündem dikkate alındığında, Türkiye, kabiliyet ve kapasitesi ile bölgedeki nüfuzu sayesinde uzun dönemde sürdürülebilir bir ‘ortak’ haline gelmektedir. Barış koridorunun tesisi sonrasında, PKK/PYD’nin, özellikle bölgeden zorla göç ettirilmiş Kürtlerin kendi topraklarına dönüşüyle anlamsızlaşması ve Araplarla tesis edilen koalisyonun ayrışması mümkün görünmesi nedeniyle, ABD’nin, Türkiye ile uzun dönemli çıkarları için uzlaşmasının kaçınılmaz olduğu değerlendirilebilir.

Türkiye ile ABD’nin barış koridorunun, PKK/PYD engeline rağmen, sürdürülebilir bir hale getirilmesi, bu çerçevede hem kısa hem de uzun dönemli amaç ve beklentilerin uzlaştırılması maksadıyla, Türkiye ve ABD’nin, barış koridoru olarak ilan edilen bölgede;

– Koordinasyon ve iletişim mekanizmalarını, sadece askerî alanda tesis etmek yerine diplomatik ve siyasi alana da tahvil etmesi,

– Belirgin bir bölgede teşkil edilecek huzur ve istikrar ortamının kalıcı olabilmesi için yerel halkla iletişim kanallarının açık tutulması,

– Bölgeden zorla göç ettirilmiş Suriyelilerin, kendi topraklarına güvenle dönebilecekleri koşulların hazırlanması,

– Yeniden yapılandırma gayretlerinin, kendine yeterli; koluk kuvveti yapılanması, idari kapasite, ekonomik yapı ve sosyal barış sağlama doğrultusunda süratle başlatılması,

– Nihayetinde ve barış koridorunun bir cazibe merkezi haline getirilmesi gerekmektedir.

Sonuç  

Türkiye ve ABD tarafından, barış koridoru tesis edilmesine yönelik dinamikler, aktörler, muhtemel engellemeler, riskler ve başarılması gereken hususlar ele alındığında uzlaşıya varılan konunun sadece devriye faaliyetlerinden ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Her iki ülkenin kısa ve uzun dönemli amaç ve beklentilerinin, genel motivasyonları dahilinde uzlaştırılması ve yol haritasından sonuç alınabilmesi için iki husus ön plana çıkmaktadır. Bunlardan belirgin olanı ABD’nin PKK/PYD ile ilişkilerinin seyri ve barış koridoru tesisi sonrası Suriye’nin kuzey doğusunda yeniden yapılandırma faaliyetlerinin etkin icrasıdır. Türkiye ve ABD, ortak çıkarları ve müttefiklik ilişkisi bağlamında söz konusu alanlardaki sorunları aşmaya ve iş birliği yapmaya muktedirdir. Bu çerçevede;

– ABD’nin PKK/PYD gerçeğini algılaması ve Suriyelilerin gerçek insan kaynağına, Türkiye ile iş birliği içinde değer vermesi,

– Terör örgütüne sağladığı desteğin, Türkiye’nin güvenliğine ve Suriyeli sivillerin aleyhine uzun vadeli etkileri olacağının ABD tarafından sorgulanması,

– Terör örgütünün, Suriye’de sağlanacak istikrar sonrasında yapısının kırılganlaşacağı bu nedenle ABD için bir araç olma kapasitesinin yeniden değerlendirilmesi,

– ABD, Türkiye ile sağlayabileceği geniş tabanlı bir uzlaşıyla, Suriye’de maliyet-etkin varlık göstermeye devam edebilir ve zamanı geldiğinde sorunsuz bir geri çekilme mümkün olabilir. Bu nedenle Türkiye ile kapsamlı ve iyi amaçlı müzakerede bulunulması gerekmektedir.

PKK/PYD’den kaynaklanan sorunların ötesinde, Türkiye ve ABD’nin mevcut uzlaşıyı ileri götürmesiyle, Suriye’de, güvenliği sağlanmış bölgelerde yeniden yapılandırma faaliyetlerinin icra edilmesi hususu bölge halkının beklentisidir. Türkiye ve ABD’nin kaynaklarının entegrasyonuyla güvenliği sağlanmış bölgeler kalıcı huzura kavuşabilecektir. Her iki ülkenin hem kısa hem de uzun dönemli amaç ve beklentilerine katkı sağlayacak yeniden yapılandırma gayretleri, politik sonuçlarıyla her iki ülkenin müşterek çıkarına katkıda bulunabilecektir. Bu nedenle barış koridorunun, güvenlik boyutunun gerçekleştirilmesini müteakip insanî yönünün ele alınması önem arz etmektedir. Nihayetinde her çatışmanın nihai karar vericisi olan ‘halk’ ancak refah ve huzura kavuştuğu takdirde çatışma çözümlerini kabul etmektedir. Bu nedenle Suriye kuzey doğusunda Türkiye ve ABD’nin ‘kapsamlı’ yeniden yapılandırma faaliyetlerini planlamasının zamanı gelmiştir. Nihayetinde Türkiye’nin El Bab, Cerablus ve Afrin’de başardığı yeniden yapılandırma faaliyetleri, bir model olarak Suriye kuzeydoğusunda da uygulanabilir.

[Star, 15 Eylül 2019]

Etiketler: