Avrupa Buhranı

Avrupa'da çok kültürlülük söyleminin geldiği noktayı da sorgulamamız gerekir. Fakat şu anda aslolan, Avrupa Parlamentosu seçimleri vesilesiyle konuşulması gereken, Avrupa Birliği fikrine ne olduğu sorusudur.

Bu seçim sonuçlarını doğrudan ve tamamen İslamofobi’ye bağlamamak gerektiğini düşünenlerdenim.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin önümüze koyduğu soru çok açık: Avrupa Birliği fikrinin sonuna mı geldik?

Fransa ve İngiltere’de karşımıza çıkan seçim sonuçları oldukça çarpıcı.

Fransa’da Ulusal Cephe (Front National) İngiltere’de Bağımsız Parti (UKIP) seçimlerin galibi oldu.

Her ikisi de “ulusal çıkar”ın altını çizen ve “Avrupa Birliği”uygulamalarına ve dahası fikrine karşı olan “aşırı sağ” partiler.

Avrupa Birliği projesinin devletin egemenliğinin devredilmesi anlamına geldiği kanaatindeler.

AB dolayısıyla dayatılan politikaların ise çoğu kez ülke öncelikleriyle çatıştığını düşünüyorlar.

Bu noktada, en hassas oldukları konu ise göçmen sorunu ve bu sorunun “ülke gerçekleri ve gereklilikleri” doğrultusunda çözülmesi gerektiğine inanıyorlar.

Bu seçim sonuçlarını doğrudan ve tamamen İslamofobi’ye bağlamamak gerektiğini düşünenlerdenim.

Ama yine de Avrupa’da İslam’ın durumu yaşanan bu sürecin, gelinen bu noktanın önemli gerekçelerinden biri olduğunu unutmamak gerek. Avrupa’da İslam konusunu dışarıda bırakırsak bu gelinen noktayı da anlamamız mümkün olmaz.

O nedenle de Avrupa’da çok kültürlülük söyleminin geldiği noktayı da sorgulamamız gerekir.

Fakat şu anda aslolan, Avrupa Parlamentosu seçimleri vesilesiyle konuşulması gereken, Avrupa’ya ve Avrupa Birliği fikrine ne olduğu sorusudur.

AVRUPA: MEDENİYET Mİ, PROJE Mİ ?

AB fikrinin ete kemiğe bürünmeye başladığı günden bu yana “Avrupa nedir” sorusuna ne siyasetçiler ne de entelektüeller bütün kesimleri tatmin edecek bir cevap verebilmiş.

Kimine göre coğrafi bir alan, kimine göre ekonomik bir blok, kimine göre tarihsel bir zorunluluk, kimine göre bir medeniyet söylemi, kimine göre bir düşünce geleneği. Kimine göreyse bunların hepsi.

Esasında tartışma iki kesim arasında cereyan etti. Tartışmanın bir yanında Avrupa’yı “tevarüs edilmiş bir medeniyet” olarak görenler varken, diğer yanında onu bir “birlik projesi” olarak telakki edenler yer aldı. Bir yanda halkların renkliliğini, çok-kültürlülüğü savunanlar, diğer yanda ortak kültürel ve dini değerlerin önemine dikkat çekenler söz konusu oldu.

ORTAK KAMUSAL ALAN 

Avrupa Birliği’nin teşekkül sürecinde ortak bir kamusal alan yaratma fantezisi önemli bir ideal olarak öne çıktı.

Kısa bir sürede bu fantezinin hayata geçemeyeceği anlaşıldı.

Zira bunun için herkese eşit hakların verilmesi gerekiyordu ki, bu noktada başarılı bir karne yok karşımızda.

Bu iki söylem hep kavga etti, etmeye de devam ediyor.

Bir diğer yandan açık ya da örtülü bir tarzda ortaya çıkan “ulusal bilinç” refleksleri süreci daha da zora sokmuş durumda. Habermas’ın dediği gibi, Avrupa, birbirini dışlayan ulus-devletlerden oluşmaktadır ve milli dil, edebiyat ve tarihin şekil verdiği ulusal bilinç yıllar yılı şiddetli bir güç olarak varlık göstermiştir.

Bu yaşadıklarımız, bütün küreselleşme ve bölgeselleşme tartışmalarına rağmen ulus-devletin uluslararası ilişkiler alanını belirleyen en önemli güç olduğunun bir kere daha altını çiziyor.

Bunu, bugünlerde Türkiye devletine pozisyon biçmeye çalışan fantastik stratejistlere özellikle hatırlatmak gerek.

Etiketler: