Antalya’yı Sarsan Paris Şoku ve Ötesi

Antalya'da, ekonomik problemlerin içine mülteci akınını zor da olsa entegre ederek küresel işbirliğine davet yapan bir platformun içinde, koca bir dönem sonunda bir sabah aniden terörün en ön sıraya gelip konduğu bir konjonktür oluşmuş oldu.

Paris’ten gelen katliam haberi, tüm dünyayı olduğu gibi, G20 Zirvesi’ni ağırlayan Antalya’yı da sarstı. Nitekim geçtiğimiz hafta itibariyle çeşitli alt grup çalışmalarına sahne veren G20’de ekonomi odaklı bir yaklaşım izleyen söylemler, Cumartesi sabahına uyandığımızda haliyle terörü öncelemeye başladı. Bir yandan olayın dehşetini üzerimizden atamadığımız söz konusu ortamda, “ne yapılmalı?” sorusuna global bir zeminde cevap aranmak istendi.

Oysa Türkiye’nin liderlik ettiği dönemin zirvesinde, “sürdürülebilir ekonomi”ye dair meselelerden farklı olarak, konunun dışına çıkan “mülteci krizi” dikkat çekmekteydi. Hatta mülteci sorununun G20 ajandasında bir yer bulup bildirgeye yansımasının da, hiç kolay olmayan ve ülkemizin güç bela kabul ettirdiği bir durum olduğunu yeniden hatırlatayım.

İşte bu minvalde Antalya’da, ekonomik problemlerin içine mülteci akınını zor da olsa entegre ederek küresel işbirliğine davet yapan bir platformun içinde, koca bir dönem sonunda bir sabah aniden terörün en ön sıraya gelip konduğu bir konjonktür oluşmuş oldu.

Ve bu noktada, terör tartışması ile mülteci meselesini ayrı ayrı ele almanın da mümkün olamadığını belirtmem gerek. Zira dünya kamuoyunda Paris saldırılarıyla güçlenen İslamofobik algı, mültecilerle ilişkilendirilerek krizi derinleştiren bir sürecin ilk işaretlerini anında vermiş oldu.

DUVARLAR YÜKSELMESİN

Burada hareketle, Cumartesi günü hâlihazırda takvimde olan mülteci oturumunda mağdurların insani haklarına dair vurgu yapılıp tüm dünyanın bu yükü paylaşması çağrısı yapılırken, konuşma metinlerine henüz o sabah eklenen paragraflar, Paris olaylarının getireceği zincirleme endişelerle yüklüydü.

Yerinden yurdundan olmuş Müslüman göçmenlerin, terörizmin sahiplenicileri yüzünden yeni bir mağduriyete uğratılmamasına ve bu iki bambaşka kümenin kesiştirilmemişine dair söylemler, o gün ve sonrasında yoğunluktaydı.

Ülke ve kurum liderlerinden akademisyenlere kadar hemen tüm katılımcılar bu konuda hemfikirdi diyebilirim. Örneğin; Kanada Başbakanı Trudeau’nun Suriyelileri ülkesine kabul etmekte kararlı olacağını ima eden sözleri, oldukça küçük bir rakam telaffuz etse de, olayların mültecilere karşı tavır değişikliğine sebep olmaması yönünde olumlu bir davranıştı.

NEFRET SÖYLEMLERİ

İşte G20 Zirvesi, bu ve benzeri yumuşatıcı yaklaşımlara sahne olurken ve özellikle Avrupa’nın yanıltıcı bir algıyla duvarlarını yükseltmemesi gerektiğini temenni ederken, sarf edilen söylemlerin ne kadar umut verici olduğu ise aslında zihinlerde bir soru işareti olarak kaldı.

Zira söz konusu ifadeler Antalya’dan evrene yayılırken, dünya, Slovak Başbakan Fico’nun “ben demiştim” cinsinden tetiklemelerine, Fransız Le Pen’in ise “radikal camiler kapatılsın” gibi tepkilerine de kulak vermeden duramadı. Fico’nun öne sürdüğü “göçmenlerin taşıdığı dev risk” iddiası da, Le Pen’in kullandığı “radikal İslam” argümanı da, tanımlanması ve ayıklanması zor ögeleri içeren doğasıyla, kamuoyunda genel bir İslam ve mülteci fobisinin direkt oluşmasını sağlıyor. Ve bunlar, Avrupa’daki korkunun tırmandırılmasına dair koca bir algı oluşumunun sadece iki örneği…

Bu öyle tehlikeli bir yaklaşım ki; kıtayı, zaten kıpırdanma yaşayan aşırı sağcı, ırkçı, dışlayıcı kanadın Paris’ten de beslenerek güçleneceği bir döneme doğru sürüklüyor.

İşin kötüsü; bölgede bu kanadın güçlenmesi, İslam karşıtlığının daha da doğallaşmasını sağlayarak, şiddet yanlılarının Müslüman kesime saldırmaya zemin bulmasını beraberinde getirebilir. Bu ise, İslam’ı malzeme yaparak harcayan terörist yapıların yeni bahaneler yaratarak, taraftarlarını ve karmaşayı arttırmasını tetikleyebilir.
Kısacası, tehlikeli bir kısır döngünün ayak seslerini duyup ürkmemek mümkün değil.

OLAN MÜLTECİLERE OLACAK

Ve böylesi bir ortamda, mültecilere zoraki de olsa nispeten ısınmak üzere olan ülkelerin de, politikalarını yeniden gözden geçirmesi pek şaşırılmayacak bir gelişme olacak. Avrupa bütününde açık sınırlardan mütevellit risklerin yarattığı tedirginlik artarken, daha önce de bahsettiğim çatırdama korkusu, ciddi bir mevzubahis olacak. Birliği korumak adı altında, mülteciler gözden çıkarılacak. Olan yine savaş mağdurlarına olacak, Türkiye gibi yükü sırtlanan ülkeler ise artan zorluklarla yüzleşmekten kaçamayacak.

G20’ye dönecek olursak da; oturumların, terör konusunda yüreğimizden kopan kınamaların yeterli olmadığı ve ortak aksiyona geçilmesi gerektiği konusunda hemfikir olduğunu görmek memnun ediciydi. Dün açıklanan bildirgede ise, mülteci meselesinde benzer tutum sergilenerek işbirliğine geçilmesine dair bir madde vardı. Bununla birlikte, bu iki meseleden ilkini diğeriyle eş tutanlar var oldukça, işbirliği adı altında başarısızlıklar sergilenmeye devam edilecek gibi görünüyor.

Öte yandan, meselenin köklerinde yatan Suriye konusunda bazı olumlu gelişmeler görmek ise, içimize az da olsa su serpiyor diyerek bir tutam umutla bitirmiş olayım.

Cuma günü, aynı G20’nin farklı bir temasıyla buluşmak üzere…

[Yeni Şafak, 17 Kasım 2015]

Etiketler: