Birleşmiş Milletler 74'üncü Genel Kurul görüşmeleri için ABD'nin New York kentinde bulunan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (ortada), SETA (Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) ve Doğu Batı Enstitüsü'nün düzenlediği toplantıya katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplantıda konuşma yaptı. Erdoğan'a Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu (solda) ve SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran (sağda) eşlik etti.

Ankara’dan New York’a Diplomasi Trafiği

Cumhurbaşkanı Erdoğan önümüzdeki hafta boyunca New York'ta düzenlenecek BM Genel Kuruluna katılmadan önce Suriye bağlamında önemli gelişmeler yaşandı. İdlib'in en sıcak konulardan biri olduğu Ankara zirvesinde kalıcı ve sürdürülebilir bir yol haritası ortaya koyulmamış olsa da İdlib'de kapsamlı bir Rus ve rejim saldırısı şimdilik yavaşladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan önümüzdeki hafta boyunca New York’ta düzenlenecek BM Genel Kuruluna katılmadan önce Suriye bağlamında önemli gelişmeler yaşandı. İdlib’in en sıcak konulardan biri olduğu Ankara zirvesinde kalıcı ve sürdürülebilir bir yol haritası ortaya koyulmamış olsa da İdlib’de kapsamlı bir Rus ve rejim saldırısı şimdilik yavaşladı. Rusya sınırlı da olsa İdlib’de rejimin önünü açacak şekilde yavaş ilerleyişini sürdürecek görünüyor ancak bu durum geniş kapsamlı bir mülteci haraketliliğine sebep olacak boyuta varmayabilir. Zira Erdoğan bu konuda çok net bir tavır takınmış durumda. Cumhurbaşkanı, İdlib’i yerle yeksan edecekseniz, Türkiye Astana süreci içindeki pozisyonunu yeniden düşünmek zorunda kalır diyerek Rusya’ya çok net bir mesaj verdi. Böylesi bir durum Astana sürecinin çökmesi anlamına gelir ve Suriye’de kalıcı bir çözüm oluşturmayı imkansızlaştırır. Dolayısıyla Putin Erdoğan’ın bu konuda ciddi olduğu ve İdlib’de atacağı adımların hangi boyutlarda olması gerektiğinin farkında.
Ankara zirvesinin Suriye’nin geleceğine dair umut vaat eden en önemli yanı ise Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan vurgu ve anayasa komisyonuna dair listenin nihayet tamamlanmış olması. Toprak bütünlüğü ilkesel bir pozisyon olsa da Astana üçlü ittifakı arasındaki ilişkiyi sürdürmenin de en önemli sütununu teşkil ediyor. O nedenle Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak şimdilik Astana üçlüsünün stratejik düzeyde sıklet merkezini oluşturuyor. Ancak ortada çok ciddi temel bir sorun olduğu anlaşılıyor. ABD dışarıda tutulsaydı Astana üçlüsünün Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumasına dair sorun aşılması gereken küçük bir detay olarak kalabilirdi. Fakat ABD’nin Fırat’ın doğusuna yayılan nüfuzu, Suriye’de İran karşısındaki stratejik tutumu ve PYD-YPG’yi uzun vadede koruma altına almak istemesi işleri biraz karıştırıyor. O nedenle Türkiye’nin eninde sonunda zorla da olsa başlattığı güvenli bölge ya da barış koridoru süreci üçlü ittifakın sıklet merkezini oluşturan toprak bütünlüğü eksenini daha önemli hale getiriyor.

Kuşkusuz ne Rusya ne de İran Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumayı Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermek için istemiyorlar. Ortada Türkiye’nin güvenli bölge politikası üzerinden ABD’nin Suriye’den çıkarılması hedefi var. Böylece hem İran Suriye’de daha rahat bir nefes alacak hem de Rusya tek patron olarak kendini ilan edecek. Türkiye ise Ankara zirvesinden bu anlamda istediğini almış durumda. Rusya ve İran “bütün yabancı güçlerin Suriye’den ayrılması gerektiğini” vurguladıkları gibi Türkiye’nin güvenli bölge oluşturulmasına dair kaygılarını da anladıklarını söylediler. Yani ABD ile güvenli bölge sürecini tek başına yürüten Türkiye en azından şimdilik Rusya ve İran’ın desteğini söylemsel düzeyde de olsa almış görünüyor. Ancak takip eden günlerde Ankara’nın güvenli bölge bağlamında Washington ile attığı adımlar ABD’nin bölgeden ayrılmasından ziyade bölgede uzun süreli bir yatırım yapacağını gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu durumu en iyi bilen kişi. Ne Rusya ve İran’a ne de ABD’ye güveniyor. Tek çarenin Türkiye’nin Suriye’de kendi yolunu çizmek olduğunu biliyor ve Ankara’nın tek taraflı hareket etmesi gerektiğini düşünüyor. Nitekim güvenli bölgenin oluşturulması konusunda Erdoğan’ın ABD’ye Eylül ayı ile sınırlı bir takvim çizmesinin sebebi de söz konusu güvensizlikten kaynaklanıyor. Ayrıca Erdoğan, ABD’de birçok kurumun müdahil olduğu yönetimsel kargaşa yüzünden sahada PYD-YPG’nin korunacağı bir statünün ortaya çıkacağı bir senaryonun gerçekleşmesini istemiyor. Zira güvenli bölgeye dair başlayan süreç ABD-Türkiye arasındaki siyasi bir uzlaşının parçası olarak ortaya çıkmış olsa da askeri süreci sahada yürüten EUCOM ve CENTCOM. CENTCOM’un bu konuda Ankara’nın güvenli bölge anlayışından çok uzakta olduğu ise oldukça açık. Dolayısıyla ABD’nin güvenlik mekanizması ve Türkiye’nin ise güvenli bölge dediği süreç küçük adımlarla ilerlerken Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreci izleyici kalarak bir oldu bittiyle karşılaşmak istemiyor. Bu nedenle önümüzdeki hafta güvenli bölgenin hem kapsamı hem de işlevini olabildiğinde genişleten bir yaklaşımla Trump ile çok önemli bir görüşme gerçekleştirecek. ABD’nin PYD’yi Türkiye açısından kabul edilebilir bir aktöre dönüştürmeye çalıştığı bir dönemde Türkiye’nin PYD-YPG’nin güvenli bölge içindeki askeri olarak tahkim edilmiş, siyasi olarak ise giderek derinleşen ağını dağıtmak istiyor. Öte yandan güvenli bölgeyi Türkiye’deki sığınmacılar için geri dönüş imkanı olarak kullanmayı arzu ediyor. Bu açıdan Ankara için derinlik çok önemli. Erdoğan “Bir adım atılsın, sonrasına bakarız” diyerek yola çıktığı güvenli bölge uzlaşısında BM zirvesinde Trump ile anlaşarak attığı adımı genişletmek ve derinleştirmek istiyor. Trump’ın ajandasındaki Türkiye dosyasında yer alan başlıklar ise oldukça fazla. Bu nedenle her iki lideri New York’ta yoğun bir mesai bekliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’a sadece cari bölgesel meselelerle ilgili bir perspektif sunmaya değil aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel ve küresel ufkuyla ilgili yeni bir çerçeve çizmeye gidiyor. Tabii ki Suriye meselesi en önemli başlık. Suriye’de iki politik-askeri kompleks oluşmuş durumda.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Fırat’ın doğusundaki Türkiye’nin çıkarları ve yol haritası ile Fırat’ın batısındaki çıkarları ve yol haritası arasında bir denge oluşturduğu ölçüde Türk dış politikasına yeni bir küresel ufuk çizecek. Bu denge aynı zamanda Suriye’de Türkiye’nin istediği kalıcı bir siyasi çözümü de mümkün hale getirecektir.

[Sabah, 21 Eylül 2019]

Etiketler: