AFP PHOTO / FREDERICK FLORIN

AB’nin “İyi” Teröristleri

Ankara'nın 50 yıllık AB macerasında genel-geçer hale gelmiş paradigmayı yıkarak, çıkar odaklı rasyonel bir ilişki kurmaya çalışması statükonun devamını arzulayan Brüksel'deki karar vericileri rahatsız etmektedir.

Avrupa’daki PKK saldırıları 2014’teki Kobani kriziyle birlikte ciddi bir ivme yakalamış ve birçok ülkede saldırılar hızla artış göstermeye başlamıştır. Bu saldırılar özellikle Türk vatandaşlarını, sivil toplum örgütlerini ve camileri hedef alırken, yetkililerin şiddete başvurmaktan çekinmeyen terör örgütü üyelerine karşı isteksizliği dikkatlerden kaçmamıştır. Avrupa’da örgütlü bir yapıya ve önemli gelir kaynaklarına sahip olan PKK’nın hâlihazırda faaliyet gösteren haber ajansları, TV kanalları, radyo ve gazeteleri, süreli yayınları ve yayın evleri bulunmaktadır. Batılı ülkeler ise PKK’yı terör örgütü olarak tanımış olmalarına rağmen örgütün faaliyetlerine engel olmak bir yana, zaman zaman bu faaliyetlere ‘liberal değerler’ şemsiyesi altında destek vermektedirler. Özellikle son dönemde PKK’nın saldırılarının artarak ciddi mağduriyetler ortaya çıkarmasına rağmen, Avrupalı yetkililerin sessizlikleri ve PKK’ya karşı ciddi adımlar atmamaları Türkiye ve Avrupa arasında ciddi bir sorun haline gelmiştir. PKK sergisinin Avrupa Parlamentosu koridorlarında açılmasına izin verilmesi ve örgüt üyelerinin çeşitli şehirlerin turistlik bölgelerinde kurdukları propaganda çadırlarının engellenmemesi hafızalarda tazeliğini korurken, Fransa’da terör örgütünün propagandasını yaptığı gerekçesiyle kapatılan Newroz TV’nin yeniden açılma kararı ve AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn’ın haklarında yakalama kararı bulunan milletvekilleriyle bir araya gelmesi gibi birçok olay Türkiye’de AB’nin terörle mücadele konusundaki ciddiyetinin sorgulanmasına sebep olmuştur.

Avrupalı ülkelerin bu tavırlarına paralel bir şekilde terör örgütü PKK’nın saldırıları ise günden güne ciddi artış göstermiştir. Bölücü terör örgütü sempatizanları özellikle Ekim ayının son haftası ile Kasım ayının ilk haftasında birçok Avrupa ülkesinde birbirine benzer saldırılar gerçekleştirmiştir. Giriştikleri propaganda faaliyetleriyle de medya ve kamuoyunun dikkatini Türkiye’de terör örgütüne yönelik yapılan operasyonlara çekmeye çalışmışlardır. Ekim ayının son haftasında Almanya’da Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin şubelerine saldırılar gerçekleştirilirken, Kasım ayında saldırıların mahiyeti çok daha genişlemiş ve İsveç, Birleşik Krallık, Fransa, Avusturya gibi ülkelerde de benzer saldırılar gerçekleştirilmiştir. Tüm bu saldırılarda yetkili makamların ve güvenlik güçlerinin olayları engellemedeki başarısızlığı, hatta isteksizliği ise dikkatlerden kaçmamıştır.

PKK AVRUPA’DA SALDIRILARINI NEDEN ARTTIRDI?

Son dönemde Avrupa’da PKK’nın saldırılarını arttırmasının sebepleri ise zihinleri meşgul etmeye devam etmektedir. Bu sebeplerden birisi Avrupa siyasetinde aşırı sağcıların güçlenerek seslerinin daha gür çıkması, PKK üyelerinin ise bu ortamı kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya çalışmalarıdır. Avrupa’da yükselen aşırı sağ hareketler PKK’nın beslenebileceği, hareket kabiliyetini kolaylıkla arttırabileceği bir ortamın oluşmasına katkı sağlamaktadır. Avrupa’da aşırı sağcıların güçlenmesi, söz konusu düşüncelerin siyaset mekanizmasına tesir etmesine sebep olurken, gerek politik gerek sosyolojik manada ortaya çıkan İslam düşmanı ve Türkiye karşıtı durum, PKK sempatizanlarına cesaret vermektedir. Bir başka ifadeyle, Avrupa’daki aşırı sağcılar ile sol menşeili bir örgüt olduğunu iddia eden PKK’yı aynı tepside buluşturan olgu Türkiye karşıtlığı ile İslamofobik saiklerdir. Özellikle Almanya’da camilerin kundaklanması, cami duvarlarına nefret sloganlarının yazılması ve Türk sivil toplum örgütlerine yönelik saldırılar Avrupa’da yükselen yabancı karşıtlığından ve İslamofobi’den bağımsız düşünülemeyecek olgulardır. Bu bakımdan PKK saldırıları ile yükselen yabancı karşıtlığı arasında karşılıklı bir etkileşimin olduğunu söylemek mümkündür. PKK hem Avrupa’da yükselmekte olan aşırı sağ düşüncelerden yararlanarak alan hâkimiyetini genişletmeye çalışmakta, hem de söz konusu düşünceleri besleyerek İslamofobik ve Türkofobik zihniyeti tamamlayıcı bir çıpa vazifesi görmektedir.

PKK’nın saldırıları arttırmasındaki bir diğer sebep ise Türkiye üzerinde diplomatik baskı kurmaktır. Türkiye’nin içeride ve dışarıda PKK/PYD ile etkin bir mücadele sergilemesi ve siyaset mekanizmasından gelen kararlı mesajlar PKK sempatizanlarının Avrupa’daki faaliyetlerine hız vermesine sebep olmuştur. PKK oldukça saldırgan bir dil kullanarak medya ve kamuoyunun dikkatini çekmeye, Avrupa’da Türkiye karşıtı bir ortam oluşturmaya çalışmakta ve bu vesileyle Ankara üzerinde siyasi bir baskı oluşturarak güvenlik kuvvetlerinin terörle mücadelesini zafiyete uğratmak ve siyasetçilerin terörle mücadele konusundaki kararlılığını yok etmek için çabalamaktadır.

AB ÜLKELERİ PKK’YA NEDEN GÖZ YUMUYOR?

Tüm bu bilgiler ışığında akıllara düşen bir diğer soru ise Avrupa ülkelerinin terör örgütü olarak tanıdığı PKK’ya neden ses çıkarmayarak göz yumduğudur. Sonda söylenmesi gereken şeyi başta söylemek gerekirse; Avrupa’daki PKK varlığı ve örgütün faaliyetleri Türkiye’nin AB sürecini sabote eden bir mahiyete bürünmüştür. Zira Türkiye’nin söz konusu terör örgütü ile kararlı mücadelesi Batılı ülkeler tarafından Türkiye’nin liberal değerlerden uzaklaştığı, insan haklarına uymadığı gibi sübjektif argümanlarla her daim eleştirilmiştir ve eleştirilmeye de devam etmektedir. Bu durum Türkiye’nin AB ile ilişkilerini bozan ve Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerini sabote eden bir olgu haline gelmiştir. Avrupa’daki PKK faaliyetlerinin özellikle Türkiye’nin AB üyelik sürecine karşı olduğunu beyan etmekten çekinmeyen aktörler ve ülkeler tarafından desteklenmesi bu bakımdan tesadüf değildir. Özetle, 50 yıldır AB kapısında bekletilen Türkiye’nin PKK eliyle üyelik süreci sabote edilmeye ve elde edilen kazanımlar yok edilmeye çalışılmaktadır.

Terör örgütü PKK’nın Avrupa’daki faaliyetlerine göz yumulmasının bir diğer sebebi ise Türkiye ile AB arasında tarihi bir olgu haline gelmiş ast-üst ilişkisinin yeniden tesis edilmeye çalışılmasıdır. Türkiye-AB ilişkilerinin geçmişine bakıldığında bu ilişkinin eşitlik temelinde değil, ast-üst ilişkisi ekseninde inşa edildiği açık bir şekilde görülmektedir. Söz konusu ilişkinin oluşmasında ve kurumsallaşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği Batı’nın Şarkiyatçı saiklerle Doğu’ya yaklaşmasının etkisi olduğu kadar, siyasi istikrarsızlığın hüküm sürdüğü dönemlerde zayıf hükümetlerin meşruiyetlerini AB üzerinden konsolide etme amacıyla söz konusu ast-üst ilişkisini kanıksamaları da etkili olmuştur. Bu bakımdan Ankara’nın 50 yıllık AB macerasında genel-geçer hale gelmiş paradigmayı yıkarak, çıkar odaklı rasyonel bir ilişki kurmaya çalışması statükonun devamını arzulayan Brüksel’deki karar vericileri rahatsız etmektedir. Batılı ülkeler bu rahatsızlığı ise Türkiye’yi yeniden eski yöntemleri kullanarak köşeye sıkıştırabilecekleri düşüncesiyle PKK’yı destekleyerek ve onun eylemlerine göz yumarak gidermeye çalışmaktadır.

[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 25 Kasım 2016]

Etiketler: