5 Soru: Türkiye-Rusya-İran Anlaşması

Türkiye, Suriye krizinin başladığı günden bu yana yürütülmeye çalışılan neredeyse tüm barış girişimlerinin parçası olmuş ve bunlarda aktif roller oynamıştır. Bu yönüyle Türkiye’nin yeni müzakere sürecinin de parçası ve garantörü olması önemlidir.

1. Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye’ye ilişkin siyasal süreç nasıl başladı?

Uçak krizi sonrasında zedelenen Türkiye-Rusya ilişkileri 2016 yılının Nisan-Mayıs aylarında yoğun bir diplomasi trafiğinin ardından tekrardan normalleşme sürecine girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’e hitaben yazdığı mektupta, Rus pilotun ölümünden dolayı duyulan üzüntüyü ifade etmesi ile başlayan süreç nihayetinde 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında giderek ivme kazandı. Darbe girişimi sonrasında Rusya’nın Türk hükümetine verdiği destek de iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelme eğilimine ciddi katkı sağlarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan 9 Ağustos’ta St. Petersburg’da Putin ile bir araya geldi. İki ülkenin ilişkilerini normalleştirmesinin Suriye politikalarına da önemli yansımaları oldu. Özellikle Türkiye’nin 24 Ağustos’ta Fırat Kalkanı Harekatı’nın başlamasının ardından sahadaki askeri ve istihbarat alanındaki ilişkiler daha da önem kazandı. Bu minvalde Rusya Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov Orgeneral Hulusi Akar ile görüşmek üzere 15 Eylül’de Ankara’ya geldi. Bunun akabinde ise 1 Kasım 2016’da Hulusi Akar Rusya’ya bir seyahat gerçekleştirerek yine mevkidaşı ile görüştü. Görüşmede Suriye’deki çatışmaların sonlandırılması, DEAŞ’a karşı mücadele, insani yardım ve muhalif unsurların Halep’ten çekilmesi meseleleri ele alındı. Yine 11 Ekim’de Putin’in, İstanbul’da düzenlenen Dünya Enerji Kongresi için yaptığı ziyarette iki lider bir araya gelerek Suriye meselesi üzerine görüş alış verişinde bulundu.

Aralık 2016’nın ilk günlerinde şu anki siyasal sürece zemin teşkil edecek şekilde Suriyeli muhalifler (bazı askeri muhalefet de dahil olmak üzere) Ankara’nın ev sahipliğinde Rus yetkililer ile görüşmeye başladı. Görüşmelerdeki temel unsur Halep olurken burada yaşanan çatışmaların durdurulması ve insani yardım öncelikli konular arasında yerlerini aldı. Sonuç olarak 13 Aralık tarihinde varılan ilk anlaşmayla birlikte şehir içerisinde kapana kısılmış olan on binlerce kişinin tahliyesi için süreç başlatıldı. Türkiye ve Rusya arasında Suriye’ye ilişkin yürütülen görüşmelerin bir şekilde sonuç vermeye başladığı görülünce görüşmeler İran’ın da dahil edildiği bir düzleme genişletilerek Moskova görüşmelerine evrildi.

Üç ülkenin bir araya gelmesinde Rusya açısından ABD ile yürüttüğü görüşmelerin sonuçsuz kalmasının etkisi olurken, Türkiye için ise PKK-PYD ile olan angajmanı ile Suriye’nin toprak bütünlüğünü önemsemeyen çözüm arayışları içinde olduğunu gördüğü ABD’ye ilişkin güven erozyonu belirleyici oldu. Mevcut denklemde Suriye’de sonu gözükmeyen bir çatışma sarmalında olan üç ülke ya sahada doğrudan çatışan taraf olmaları ya da çatışan diğer aktörlerin önemli bir kısmı üzerine etki kabiliyetlerinin verdiği imkan üzerinden Suriye’ye ilişkin görüşmelere başladı.

2. Moskova’da üç ülke hangi prensipler üzerine anlaşmaya vardı?

Türk-Rus ilişkilerinin normalleşmesi ve Ankara’da yürütülen Halep görüşmelerinin oluşturduğu bir zeminde Suriye meselesinin en önemli üç aktörü Türkiye, Rusya ve İran arasında yeni bir siyasal süreç başladı. 20 Aralık’ta Moskova’da Türkiye-Rusya-İran üçlü zirvesi gerçekleşti.[1] Bu üç ülke arasındaki görüşmenin sonucunda aşağıdaki konularda anlaşmaya varıldığı duyuruldu:

  1. İran, Rusya ve Türkiye çok etnikli, çok dinli, mezhepsel olmayan, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenlik, bağımsızlık, birlik ve toprak bütünlüğüne tam olarak saygı duyduklarını yinelerler.
  2. İran, Rusya ve Türkiye, Suriye krizinin askeri bir çözümü olmadığına ikna olmuşlardır. Üç devlet, Birleşmiş Milletler’in krizi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı uyarınca çözümü yönündeki önemli rolünü tanırlar. Ayrıca, Bakanlar, Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun kararlarına önem verirler. Bakanlar, uluslararası toplumun bütün üyelerini söz konusu belgelerde yer alan anlaşmaların uygulanmasının önündeki engelleri kaldırmak için iyi niyetle iş birliği yapmaya teşvik ederler.
  3. İran, Rusya ve Türkiye, Doğu Halep’teki sivillerin gönüllü tahliyesi ve silahlı muhalefetin düzenlenen (organize edilen) ayrılışı için gösterilen ortak çabaları memnuniyetle karşılarlar. Bakanlar ayrıca Fua, Kefraya, Zabadani ve Madaya’daki sivillerin kısmi tahliyelerini memnuniyetle karşılarlar. Bakanlar bu sürecin sekteye uğramadan, güvenli ve emniyetli bir şekilde tamamlanmasını taahhüt ederler. Bakanlar Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve Dünya Sağlık Örgütü temsilcilerine tahliyelerin gerçekleştirilmesindeki yardımlarından dolayı şükranlarını ifade ederler.
  4. Bakanlar ateşkesin genişlemesi, insani yardımın aksamaması ve sivillerin ülke genelinde serbest dolaşımlarının önemi konusunda mutabıklardır.
  5. İran, Rusya ve Türkiye, Suriye Hükümeti ve muhalefet arasında müzakere edilecek muhtemel bir anlaşmayı kolaylaştırmaya ve garantör olmaya hazır olduklarını ifade ederler. Sahadaki durum üzerinde etkili olan bütün diğer ülkeleri aynı yönde davranmaya davet ederler.
  6. Üç ülke bu mutabakatın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı uyarınca Suriye’deki barış sürecinin yeniden başlaması için gerekli hızı yaratma konusunda araç olacağına güçlü bir biçimde inanırlar.
  7. Bakanlar, Kazakistan Cumhurbaşkanı’nın Astana’da konuyla ilgili toplantılara ev sahipliği yapma teklifinin önemini vurgularlar.
  8. İran, Rusya ve Türkiye, DEAŞ ve el-Nusra’ya karşı birlikte mücadele etme ve silahlı muhalefet gruplarını bunlardan ayırma yönündeki kararlılıklarını yinelerler.

3. Siyasi süreci şekillendirecek BMGK 2254 sayılı kararı nasıl bir çözüm çerçevesi öngörmektedir?

BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı, 18 Aralık 2015 tarihinde konsey üyelerinin oy birliği ile kabul edilmiştir. Karar çatışan tarafları aralarındaki sorunları siyasi müzakerelerle çözmeye davet etmektedir ve bu amaçla acil ateşkes imzalamaları ve yürütme yetkisine sahip bir geçiş hükümeti oluşturmalarını öngörmektedir. Cenevre II görüşmeleri esnasında mutabık kalınan 30 Haziran 2012 tarihli Cenevre Belgesi doğrultusunda bir siyasi mutabakat ve geçiş süreci öngörülmektedir. Öngörülen siyasi geçiş sürecinin tarafların rızasına dayalı, tam yürütme yetkilerine sahip ve kurumsal ve yönetsel sürekliliğe dayalı bir hükümet tarafından yönetilmesi planlanmaktadır. BMGK 2254 sayılı kararı daha önce müzakere edilen 30 Haziran 2012 tarihli Cenevre Belgesi ve 14 Kasım 2015 tarihli Uluslararası Suriye Destek Grubu tarafından varılan Viyana Barış Görüşmeleri bildirgelerine atıfta bulunmaktadır. Cenevre ve Viyana görüşmelerinde üzerinde mutabık kalınan bağımsız, egemen ve toprak bütünlüğü muhafaza edilen çoğulcu Suriye vurgusu BMGK 2254 sayılı kararının temelini oluşturmaktadır. Uluslararası insan hakları standartlarına bağlılık vurgusu da metinde ayrıca yer almıştır.

Siyasi çözüm için ateşkesi müteakiben kapsayıcı, güvenilir ve mezhepçi olmayan bir yönetimle 6 ay içerisinde yeni bir anayasa taslağı hazırlamayı ve 18 aylık süreç içerisinde ise uluslararası standartlara uygun ve BM tarafından denetlenecek özgür ve adil seçimlerin yapılmasını öngörmektedir. Geçiş sürecinin şeffaf ve hesap verebilir olması için BM denetiminde olması planlanmaktadır. Ayrıca ateşkesi denetlemek için bir BM denetim misyonu da prensipte öngörülmektedir. DEAŞ, el-Kaide ve el-Nusra unsurları ateşkesin dışında bırakılmakta ve Güvenlik Konseyi üyelerine bu grupların terör saldırılarına mücadele konusunda sorumluluk yüklemektedir. Kararda mültecilerin güvenli bir şekilde evlerine dönmelerinin şartlarının oluşturulmasına dair vurgu da bulunmaktadır. Mevcut rejimin geçiş sürecinde olup olmaması konusunda farklı görüşler ortaya konulmuş ve bu konuda net bir karara varılmamıştır ancak anlaşma kategorik olarak rejim unsurlarını geçiş hükümeti çerçevesinden dışlamamaktadır.

4. Ortak bildirinin muğlak noktaları nelerdir?

Ülkelerin temel pozisyonlarını göstermesi açısından önem arz eden ortak bildirinin 8. maddesinde açıkça, “İran, Rusya ve Türkiye, DEAŞ ve el-Nusra’ya karşı birlikte mücadele etme ve silahlı muhalefet gruplarını bunlardan ayırma yönündeki kararlılıklarını yinelerler” ifadesiyle DEAŞ ve el-Nusra gibi örgütlerin ismi doğrudan telaffuz edilerek bu örgütlere karşı birlikte mücadele edileceğine yönelik kararlılık ortaya konmuşken, PKK ve Hizbullah, Şii milislere yönelik doğrudan bir atıf olmaması dikkate değerdir. Nihayetinde Suriye’de devam eden çatışmada PKK ve Şii milis güçlerin yıkıcı anlamda ciddi bir rol aldığı ve terör faaliyetleri içerisinde olduğu değerlendirildiğinde olası bir ateşkes ve ardından gelecek siyasal çözüm sürecinde bu örgütlere yönelik bir atıf olmaması belirsizlik yaratıyor. Suriye’nin toprak bütünlüğün temel alınması bir bakıma PKK/PYD’yi hedef alsa da daha net bir şekilde ortaya konmasında özellikle Türkiye açısından yarar var. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da soru-cevap bölümünde bu konuya dikkat çekmiştir.

İkinci orak ise “el-Nusra” olarak yer bulan örgütün içinin nasıl doldurulacağı ciddi bir sorun teşkil ediyor. El-Kaide’nin Suriye örgütlenmesi olarak değerlendirilen ve Nusra Cephesi olarak adlandırılan örgüt 28 Temmuz 2016’da el-Kaide’den ayrıldıklarını ve kendilerini fesih ettiklerini deklare etti. Nusra’nın yerine ise Şam’ın Fethi Cephesi’nin (Cephetü’l-Feth-i Şam) kurulduğu açıklandı; bu yeni grup içine farklı Suriyeli muhalif grupları da alarak muhalif unsurlar içerisinde kendine yeni bir alan açtı. Ancak mevcut bildiri BMGK 2254 üzerinden doğrudan el-Nusra’ya atıf yapmakta ve el-Nusra olarak isimlendirilen örgütün içinin nasıl tanımlanacağı konusunda net ifadeler içermemektedir. Özellikle Rusya, rejim ve İran’ın tüm muhalif unsurları DEAŞ ya da el-Nusra olarak tanımlayarak hedef aldığı bir kompozisyonda bu husus da önemli bir belirsizlik yaratmaktadır.

5. Türkiye’nin yeni süreçteki pozisyonu nedir?

Türkiye, Suriye krizinin başladığı günden bu yana yürütülmeye çalışılan neredeyse tüm barış girişimlerinin parçası olmuş ve bunlarda aktif roller oynamıştır. Bu yönüyle Türkiye’nin yeni müzakere sürecinin de parçası ve garantörü olması önemlidir. Türkiye’nin bu süreçte daha önceleri olduğu gibi Batılı aktörlerin yanında değil de İran ve Rusya’nın bulunduğu bir denklemde dengeleyici bir rolde yer alması bu sürecin önemli bir farklılığıdır. Bu süreç Suriye konusunda Türkiye-ABD makasını daha da açma potansiyeline sahiptir zira bugüne kadar Suriye’de özellikle PYD üzerinden etki alanı oluşturmaya çalışan ABD, süreç dışında bırakılmasıyla yapıcı olmayan roller oynayabilir. Suriye’nin geleceği konusundaki sürecin Rusya ve İran ile birlikte yönetilmesi pratik açıdan sonuç verici olabilir ancak ABD’nin bunun dışında bırakılması sürecin sıhhati açısından belirli riskler içerebilir.

Türkiye’nin savunduğu çoğulcu, toprak bütünlüğü korunan ve egemen Suriye anlayışı bu mutabakatın temel çerçevesini oluşturmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin bu mutabakatın ana hedeflerine dair itirazı olamaz. Ancak BMGK 2254 kararı sonrasında oluşan yeni siyasi ortam Türkiye açısından kaygı duyulacak yeni bir boyuta evrilmiştir. Türkiye’nin güney sınırı boyunca oluşan PKK/PYD koridoru Türkiye açısından önemli bir güvenlik sorunudur ve bu konu mutabakat metninde yer almamaktadır. Türkiye’nin bu konudaki kaygısı daha sonraki aşamalarda dikkate alınmak durumundadır. Yabancı Şii milisler ve Hizbullah unsurlarının Suriye’de kalmaları Türkiye ve bölgenin istikrarı açısından uzun vadeli tehditler oluşturabilir ve oluşturulmaya çalışan “mezhepsel olmayan” veya “mezhepler üstü” ve çoğulcu Suriye yaklaşımları ile çelişebilir.

Garantörlük tanımı, içeriği ve garantörlere düşen rollerin daha net tanımlanması gerekmektedir. Türkiye, Rusya ve İran süreç içerisinde garantör olmaktadır ancak garantörlüğün kapsamı neyi içermektedir, yetki ve sorumlulukları neler olacaktır, bu konu daha somut bir şekilde tanımlanmalı ve sınırları ortaya konulmalıdır. Türkiye, İran ve Rusya’nın garantörlük rolleri birbirleriyle gerilime neden olmayacak şekilde işletilmelidir.


[1] Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Moskova’da Rusya ve İran ile üçlü zirve gerçekleştirmek üzere yoldayken, Ankara’da Rusya Büyükelçili Karlov’a suikast düzenlendi. Suikastın bu üçlü zirvenin hemen öncesinde gerçekleştirilmesi Türkiye-Rusya ilişkilerini baltalama amaçlı yapıldığına dair yorumlandı. Nitekim failin FETÖ ile bağlantı ihtimalleri kuvvetlenirken, Rusya tarafından yapılan açıklamalarda ilişkilerin zarar görmeyeceğine vurgu yapıldı.

5 Soru: Rus Büyükelçi Karlov’a Düzenlenen Suikast

Etiketler: