5 Soru: Almanya Hanau’daki Irkçı Terör Saldırısı

19 Şubat’ta Almanya’nın Hanau kentinde gerçekleşen saldırı nasıl gerçekleşti? Yakalanan saldırgan ile ilgili hangi bilgiler kamuoyuna yansıdı? Alman medyası saldırıya nasıl tepki gösterdi? Alman siyasetinin tepkisi ne oldu? Hanau’daki saldırı son yıllarda artış gösteren aşırı sağcı ve ırkçı eğilimlerin ışığında nasıl değerlendirilmektedir?

  1. 19 Şubat’ta Almanya’nın Hanau kentinde gerçekleşen saldırı nasıl gerçekleşti?

19 Şubat Çarşamba gecesi saat 22 sularında Almanya’nın Hessen eyaletinde Türklerin ve göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Hanau şehrinde iki farklı nargile kafeye düzenlenen ırkçı motifli terör saldırısı sonucunda toplamda dokuz kişi hayatını kaybetti. Saldırgan Tobias R. tarafından öldürülen Türklerin yanı sıra 20 yaşındaki Bosnalı Hamza’yı ve nargile kafelerden birinde çalışan Mersedes adlı Polonya kökenli bir kadın da yaşamını yitirdi. İlk nargile kafedeki saldırıda dört kişiyi öldüren saldırgan, daha sonra Hanau’un farklı bir semtinde yer alan bir başka nargile kafede beş kişiyi daha öldürdü. Saldırı sonrası ise evine kaçan saldırgan, böylelikle beşi Türk olmak üzere toplamda dokuz kişiyi öldürdü biri ağır olmak üzere toplamda altı kişiyi de yaraladı. Saldırgan daha sonra polis özel timlerinin evine düzenlediği baskında annesiyle birlikte ölü olarak bulundu. Saldırganın annesini öldürdükten sonra kendi hayatına da son verdiği kamuoyuyla paylaşıldı. Konuyla ilgili açıklama yapan Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Ali Kemal Aydın da beş Türkün öldürüldüğünü teyit etti.

  1. Yakalanan saldırgan ile ilgili hangi bilgiler kamuoyuna yansıdı?

Aşırı sağ düşünceye sahip ve komplo teorilerine inanan bir profil oluşturan Tobias R.’nin kendisinin yer aldığı videoların ve kaleme aldığı manifestonun sosyal medyada yayılmasıyla birlikte kamuoyunda konuyla ilgili bir fikir oluştuğunu söylemek mümkündür.

43 yaşındaki Tobias R.’nin saldırıyı gerçekleştirdiği kafeye altı gün önce gelerek keşif yaptığı güvenlik kamerasına yansıyan görüntülerde tespit edilmiştir. Saldırganın üniversite eğitimi aldığı ve Neo-Nazi olduğu soruşturmayı yürüten Federal Savcılık tarafından duyurulmuştur. Toplamda üç ruhsatlı silaha ve avcılık belgesine sahip olan saldırgan, aynı zamanda bir avcılık kulübüne de üye. Saldırganın henüz birileriyle irtibat halinde olup olmadığı ise kamuoyuna yansımazken, bilhassa internet vasıtasıyla farklı Neo-Nazi ve ırkçı çevrelerle iletişim halinde olabileceği üzerinde durulmaktadır.

Saldırganın yazdığı düşünülen 24 sayfalık manifestonun içeriği incelendiğinde ırkçı ve psikolojik anormalliklerle dolu bir metinden bahsetmek mümkündür. Fakat burada altı çizilmesi gereken husus, saldırganın psikolojik bir rahatsızlık ya da dengesizlik söylemine kapıldığını ileri sürerek –bazı medya ve siyasî temsilcilerinin de şimdiden tercih ettiği gibi– yapılan terör saldırısını hafifletecek açıklamalarda bulunulmasıdır.

Toplumları sınıflara ayıran ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu yirmiyi aşkın ülkenin halklarını sistematik bir şekilde “yok etmeyi” öneren saldırganın toplumsal gelişmelerden ve aşırı sağcı düşüncelerden etkilendiği gözden kaçırılmamalıdır.

Tobias R.’nin kendisine ait olduğu düşünülen metinlerden ve video görüntüsünden yola çıkılarak kendisini ifade etme konusunda hiçbir sorun yaşamadığı anlaşılmaktadır. Komplo teorilerine ilgi göstermesi ve kendi ifadesiyle hayal ile rüya aleminde belirli istihbarat teşkilatlarıyla temasta olduğunu ifade etmesi dikkat çekicidir. Ayrıca kişisel tecrübeleri ve yabancılara karşı duyduğu derin nefretin psikolojik deformasyondan ziyade toplumsal gelişmelerden kaynaklı olduğu intibaı oluşmaktadır.

  1. Alman medyası saldırıya nasıl tepki gösterdi?

Saldırının gerçekleştiği ilk saatlerde medyada kullanılan dil ve oluşturulmaya çalışılan algı özellikle Türk toplumunda güvensizliğe ve öfkeye sebebiyet vermiştir. “Shisha-Morde” (nargile cinayetleri) olarak tanımlaman saldırı, kullanılan dil gereği aşırı sağcı bir motiften çok çetelerin bir iç hesaplaşması gibi lanse edilmiş ve kamuoyunda “yasadışı yabancı” algısı oluşturulmuştur. NSU cinayetlerinin “Döner-Morde” (döner cinayetleri) olarak kamuoyuyla paylaşıldığı bir zihniyetten hareketle, Hanau’da gerçekleşen saldırının da benzer şekilde ele alınması tartışmaları beraberinde getirerek tepki çekmiştir. Hanau’daki yoğun göçmen kökenli insanların sayısı göz önünde bulundurulduğunda aşırı sağcı bir saldırı ihtimali üzerinde durulması gerekirken yine ön yargılarla hareket edilmiş ve sorun adeta yabancılarda aranmıştır. Ortaya atılan mafya veya çete hesaplaşması yönündeki söylemlerin kısa süre sonra saldırganın evinde ölü bir şekilde ele geçirilmesiyle birlikte gerçeği yansıtmadığı anlaşılmıştır.

Aşırı sağcı ve ırkçı bir ideolojiye sahip olduğu tespit edilen Tobias R.’nin, ABD istihbaratına çağrıda bulunduğu bir videosunun ve bahsi geçen “manifesto”sunun ortaya çıkması ve de son olarak Almanya Federal Savcılığı’nın saldırıyla ilgili soruşturmaya el koymasıyla birlikte saldırının aşırı sağcı bir terör eylemi olduğu netleşmiştir.

Konuyu ilk başta farklı bir boyutta ele alan Alman gazetelerinin saldırının detaylarının ortaya çıkmasıyla beraber adeta geri adım atarak konuyu Almanya’da artan aşırı sağcı terörizme yönlendirmeleri ise bu bağlamda manidar bir detay olarak gözlenmiştir. Ayrıca saldırıyı gerçekleştirenin bir Alman olması, bir nevi bazı medya kuruluşlarının daha temkinli yaklaşmasına, savcılıktan gelecek açıklamaları beklemeye ve spekülatif açıklamalardan kaçınmalarına da sebebiyet vermiştir.

Genel anlamda Alman medyasının saldırıyla ilgili yaklaşımı ise evrensel gazetecilik ilkeleriyle uyuşmamış, yanlı ve manipülatif refleksler maalesef bir kez daha kendini göstermiştir.

  1. Alman siyasetinin tepkisi ne oldu?

Hanau saldırısına siyasi cenahtan çok ciddi tepkiler gelmiştir. Şansöyle Angela Merkel yaptığı basın açıklamasında ırkçılığı ve nefreti zehir olarak tanımlamıştır. Özellikle saldırıyı NSU, Walter Lübcke cinayeti ve Halle’deki sinagog saldırısıyla bağdaştıran Merkel, “Almanya’yı bölmek isteyenlere karşı mücadele edileceğini” vurgulamıştır. Ayrıca Merkel’in planladığı bir geziyi iptal ettiği kamuoyuna yansımıştır.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ise Hanau’da gerçekleşen anma etkinliğine katılarak burada bir konuşma yapmıştır. Toplumsal uzlaşı ve birlik mesajları veren Steinemer’e karşı protestoda bulunanlar da olmuş, bugüne kadar aşırı sağcılığa karşı alınmayan önlemler eleştirilmiştir.

Şansölye ve Cumhurbaşkanının yanı sıra federal hükûmetin diğer üyelerinden de açıklamalar gelmiştir. CDU genel başkanı ve savunma bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, Şansölye Merkel’in açıklamalarına atıfta bulunarak Almanya’nın parçası olan yabancı uyruklu vatandaşları dışlamanın ve ırkçılığın “zehir” olduğunu vurgulamıştır.

SPD’li Dışişleri Bakanı Heiko Maas ise devletin aşırı sağcılarla daha kararlı bir mücadele sürdürmesi gerektiğini vurgulamış, saldırıyı sağcı bir terör eylemi olarak nitelendirmiştir.

CSU’lu federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer, saldırıyı “geçtiğimiz aylarda gerçekleşen üçüncü aşırı sağcı terör saldırısı” olarak nitelendirirken güvenlik önlemlerini Almanya genelinde arttıracaklarını ve camileri de daha iyi koruyacaklarını ifade etmiştir. Nitekim geride bırakılan Cuma günü başta Berlin olmak üzere birçok cami, tren istasyonu ve önemli bulvarlarda polis güvenlik önlemlerini artırmıştır.

SPD Eş Genel Başkanı Saskia Esken ise –ki saldırının hemen ardından ilk açıklama yapan federal bazdaki siyasîlerden biri olarak da dikkat çekmiştir– saldırıyı “korkunç” bir olay olarak nitelendirerek “Almanya’da sağcı terör” terimini kullanmıştır. Muhalefet cephesinden ise Sol Parti, Yeşiller ve Hür Parti’nin saldırıyı sert bir şekilde kınarken saldırının temeli “toplumsal zehirlenmenin bir tezahürü” olarak eleştirilmiştir.

Saldırı sonrası gözler ayrıca federal mecliste ana muhalefet pozisyonundaki aşırı sağcı AfD partisine çevrilmiştir. Bu bağlamda SPD genel sekreteri Lars Klingbeil saldırıdan dolayı AfD’yi suçlarken, AfD’nin Alman iç istihbarat servisi tarafından takibe alınması gerektiği çağrısında bulunmuştur. AfD’lilerin saldırıyla ilgili tepkileri ise yeni tartışmaları beraberinde getirmiş ve genel olarak AfD’li yöneticiler saldırıyı açıktan ırkçı olarak tanımlamaktan kaçınmışlardır. Hatta örneğin AfD Eş Genel Başkanı Jörg Meuthen saldırının “ne sağ ne de sol terörü” olduğunu savunurken, saldırganı da “bariz bir meczup” olarak tanımlamıştır. AfD’nin özeleştirel bir tavırdan ziyade daha çok saldırganın psikolojik durumu üzerinden söylem geliştirmesi de esasen medyada yer alan bazı makalelerdeki yaklaşımlarla uyum içerisinde olmuştur.

  1. Hanau’daki saldırı son yıllarda artış gösteren aşırı sağcı ve ırkçı eğilimlerin ışığında nasıl değerlendirilmektedir?

Almanya’da artan aşırı sağcı eğilim ve partiler Hanau’da gerçekleşen ırkçı terör saldırısının temelini oluşturan ciddi bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Sosyal medyada artan nefret söylemleri ise bu radikalleşme sürecinin önemli bir göstergesidir. Anonim profillerle yabancılara ve azınlıklara karşı açıkça şiddet çağrısında bulunan ve tehditsel bir söylemde bulunan paylaşımlar bir sonraki adım olan eylemlerin de zeminini oluşturmaktadır.

Hanau saldırganı Tobias R. ise açık kimliğiyle çektiği videolar ve kendisine ait internet sitesinde yayınladığı makalelerde de açıkça ırkçı düşüncelerini paylaşmış ancak buna rağmen kuvvetle muhtemel Alman güvenlik makamlarının dikkatini çekmemiştir. Fikirlerinin yanı sıra internet üzerinden satın aldığı iki silah dahi kendisinin takibe alınması için yeterli bir sebep olarak görülmemiştir. Paylaştığı manifestosunda 24 saat istihbarat tarafından takip edildiğini ve hatta istihbaratın düşüncelerini okuyabildiği yönünde absürt açıklamalar yapan Tobias R.’nin gerçekte Alman istihbarat servisleri tarafından bilinmemesi de son derece düşündürücüdür.

Hanau saldırısıyla beraber yine güvenlik güçlerinin aşırı sağ gruplara yönelik müsamahakâr olduğu tartışmalarını gündeme gelmiştir. Bu tartışmalar bilhassa NSU cinayetleri davaları esnasında ve kamuoyunu tatmin etmeyen dava sonucuyla birlikte gündeme gelmişti. Özellikle son yıllardaki gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda Alman güvenlik bürokrasisindeki aşırı sağcı yapılanmaların gündeme gelmesiyle tehlikenin boyutu belirginleşmiştir. Örneğin, NSU davası müdahil avukatlarından Seda Başay-Yıldız’a Frankfurt emniyet teşkilatında görevli polisler tarafından geçtiğimiz yıl “NSU 2.0” başlığıyla yollanan tehdit mektupları bir yana, Alman ordusunun özel kuvvetleri olan “KSK”daki aşırı sağcıların açığa çıkması ve yine geçtiğimiz haftalarda camilere yönelik saldırı düzenlemeyi planlayan aşırı sağcı bir terör hücresinde bir polis memurunun da yer alması, Alman devletine olan güveni bir kez daha derinden sarsmıştır.

Siyasî konjonktürün de gittikçe olumsuz bir yöne evrildiği, son olarak Thüringen eyaletinde yaşanan gelişmelerde de görüldüğü üzere son derece karmaşıklaşması, bu kaygıları daha da artırmaktadır.

Haliyle Alman siyasetinin gün geçtikçe Almanya’daki Türklerin ve Müslümanların aleyhinde geliştiği ve aşırı sağcıların güçlendiği bir denklemde Hanau saldırısı Alman devleti için bir acil çağrı olarak ele alınmalıdır. Özellikle son yıllardaki gelişmeler, artan aşırı sağcı şiddet ve terör eylemleri ışığında –örneğin Haziran 2019 Kassel Valisi Walter Lübcke cinayeti, Ekim 2019 Halle’deki sinagog saldırısına ve son olarak geçtiğimiz haftalarda Almanya’da Müslümanlara ve siyasetçilere saldırı hazırlığında olan ırkçı bir grubun ve destekçilerine yapılan polis baskınlarıyla ortaya çıkan detaylara bakıldığında– Hanau saldırısının kökenlerinin uzun bir nefret ve ırkçı geçmişinin olduğu saptanmaktadır.

Aşırı sağcılarla mücadele söylemlerinin gerçek anlamda sözlerin ötesine geçemese de yakın zamanda internet yasasıyla ilgili çalışmalar kısmi bir olumlu gelişme olarak görülebilir. Ayrıca Federal İçişleri Bakanı Seehofer’in Hanau saldırısının ardından “camilerin daha iyi korunması gerekiyor” yönündeki açıklaması da geç de olsa önemli bir ikinci adım olacaktır. Ancak ibadethanelerin korunmasını gerektirmeyecek ve aşırı sağcılığı önlemeyecek uzun vadeli adımlar atılmadığı sürece bu gibi tedbirlerin de sonuç getirmeyeceği açıktır.

Etiketler: