16 Nisan Sonrası Dış Politika

Gelinen noktada Avrupa medyasında bitmek bilmeyen "diktatörlük" suçlamaları AB'nin Türkiye üzerinde dönüştürücü bir gücü kalmadığını yeniden ve yeniden göreceği bir düzlemde gidiyor.

İç ve dış politikanın birbiriyle ne kadar güçlü irtibatı olduğunu 16 Nisan halkoylaması sırasında yeniden müşahede ettik.

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş sadece iç siyasetin kodlarını geri dönülemez şekilde değiştirmekte bir milat olmakla kalmayacak. Dış politikada yeni bir hareketlenme ve tercihlerin netleşmesi sürecini başlatacak. Nitekim Erdoğan’ın önümüzdeki bir aylık dış seyahat programında Hindistan, Rusya, Çin, ABD ve NATO liderleri ile görüşmeler bulunuyor.

Seçmeni yeni bir sistem değişikliğine ikna edebilecek güçte olduğunu gösteren Erdoğan söz konusu büyük güçlerin her birisi ile Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek konuları müzakere edecek. Hindistan ve Çin ile ekonomik ilişkiler öne çıkarken Rusya ile ekonomi ve Suriye iç savaşı, ABD ile FETÖ ve PKKYPG konularında mesafe alınmaya çalışılacak.

Erdoğan’ın Avrupa liderleriyle ise konuşacak çok şeyi var. Mültecilerden gümrük birliğine, FETÖ ve PKK’ya verilen destekten Türkiye’nin AB üyeliğinin kaderine kadar.

***

Halkoylamasının kampanyası sırasında “hayır” lehine tavır koyan Avrupa siyasetçileri ve medyası çıkan sonucu da eleştirmeyi tercih etti. ABD ve Rusya başkanlarının aksine Avrupalı liderler, Almanya Şansölyesi Merkel dahil, tebrik telefonları açmadılar. Bu tavır artık AB’nin Türkiye hakkında karar vermeye zorlanacağı bir döneme işaret ediyor.

Bu karşılıklı bir hissiyat. Avrupa medyası halen “Erdoğan karşıtlığını” gündelik iç siyasetlerinin ana temalarından biri haline getirdi. Türkiye’nin üyeliği kararı artık Avrupalı liderlerin elinden kaymakta olan bir husus.

Bu tarafta ise AB eleştirisi hayli yüksek. PKK ve FETÖ terör örgütlerine verilen Avrupalı desteği Türkiye’de milliyetçi tepkiyi derinleştirirken PKK’ya sempati duyan AGİT üyelerinin halkoylamasına yönelik eleştirilerinin Ankara’da karşılık bulması beklenemezdi.

Yine AB’ye üyelik macerası ve idam cezası hakkında yeni halkoylamalarının yapılabileceğini bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan seslendirdi. Hem 16 Nisan öncesinde hem de sonrasında.

Gelinen noktada Avrupa medyasında bitmek bilmeyen “diktatörlük” suçlamaları AB’nin Türkiye üzerinde dönüştürücü bir gücü kalmadığını yeniden ve yeniden göreceği bir düzlemde gidiyor. Ve bu tedip edici yaklaşım ne Avrupa kamuoyunu tatmin ediyor ne de Erdoğan’ı destekleyenler nezdinde bir karşılık buluyor. Hatta bu suçlamalar hayır oyu verenlerden organize bir hayır hareketi çıkarmak isteyen muhalefet için bile kullanışlı bir sermaye değil.

Yapılması gereken AB’deki makul seslerin öne çıkması. Ve Türkiye-AB ilişkilerini rasyonel-jeopolitik bir düzlemde değerlendirme tavrına geçmeleri.

***

Beyaz Saray’daki çatlak seslere rağmen Erdoğan’ı tebrik eden ABD Başkanı Trump ile görüşme Türkiye-ABD ilişkilerinin yeni hattını çizecek. El- Cezire’ye verdiği mülakatta Obama’nın kendisini aldattığını söyleyen Erdoğan, Trump ile ikili stratejik ilişkileri rayına sokma ve “önemli işler yapma” konusunda umutlu.

Suriye’de Rusya ve ABD arasında aktif bir denge kurma arayışında olan Türkiye’nin DEAŞ ile mücadelede inisiyatif alması mümkün. Ancak YPG konusunda Trump ve Putin’in pozisyonları bir süre daha müzakere, oldubitti operasyonlar ve al-ver süreci ile yürüyebilir.

Bu itibarla Türkiye’nin sert gücünü sergileyecek yeni operasyonları masada tutması gerekecek.

İçeride sistem değişikliği kararını alabilmiş olması söz konusu süreçte Erdoğan’ın elini güçlendiren bir gelişme oldu. Batı basınındaki referandum meşruiyeti tartışmasının “İslamcı-diktatör” suçlamasının devamı olduğu ve Erdoğan’ın elini kritik dış politika kararlarında zayıflatmak için süreceğini söylemeye bilmem gerek var mı?

[Sabah, 22 Nisan 2017]

Etiketler: