New York, 11 Eylül Anma Programı çerçevesinde güvenlik önlemlerinden bir enstantane. (Foto: Tolga Adanalı / AA)

11 Eylül’ün Yıkıcı Mirası

ABD'nin ve Batı'nın stratejik üstünlüğünü kaybetmemek için küresel güç rekabetine odaklandığı bir dönemde yeni savaşlar dönemine kapı aralayabilir. Söz konusu yeni dönem, 11 Eylül sonrasında çok daha çetin ve kanlı geçebilir.

11 Eylül 2001 terör saldırıları Soğuk Savaş sonrası uluslararası siyasette bir dönüm noktasıdır. Saldırılar ve sonrasında yaşananlar sadece Amerikan siyasal iklimini ve gündelik yaşamını tahrip etmekle kalmadı aynı zamanda ABD’nin 11 Eylül sonrası hayata geçirdiği yeni ulusal güvenlik stratejilerinin neden olduğu sonuçlar bağlamında uluslararası sistemi “terörle savaş” parantezine alarak köklü bir biçimde dönüştürdü. Geçen yirmi yılın ardından şimdi soru, ABD başta olmak üzere uluslararası toplumun bu dönüşümü takdir edip etmediği noktasında yoğunlaşmaktadır. Filmi geriye sarıp tekrar izlediğimizde karşımızda ABD kamuoyu dahil uluslararası toplumun memnun olmadığı bir tabloyu buluyoruz. Ancak karşımızdaki tablo, memnun olup olmamaktan ziyade 11 Eylül’ün sonrası yaşananların ortaya çıkardığı çarpıcı resim açısından önemli.

Washington Post ve ABC News’in birlikte yaptığı bir ankete göre, 10 Amerikan vatandaşından 7’si bugün ABD’nin terörle savaşının ilk cephesi olan Afganistan’daki hedeflerine ulaşamadığını düşünürken, benzer sayıdaki kişi, daha küçük olsa da, Irak savaşı için aynı fikre sahip. Öte yandan Amerikalıların %33’ü saldırılarının ardından ABD’nin “daha iyi durumda” olduğunu düşünürken, %46’sı ise “daha kötü durumda” olduğunu düşünmektedir. 11 Eylül’ün hemen sonrası ile karşılaştırıldığında ise ABD’nin bugün daha “güvenli” bir yer olduğunu düşünenlerin oranı %41 iken, 2003’e göre daha “güvensiz” olduğunu düşünenlerin oranı ise %49’tur. Başka bir araştırmaya göre de bu oranın daha düşük olduğu görülmektedir. Buna göre ABD’nin 11 Eylül sonrasında hayata geçirilen terörle mücadele politikası sayesinde daha az güvende olduğunu düşünenlerin oranı %44 olarak görülmektedir. Araştırmaya katılanların sadece %30’u ABD’nin daha güvenli bir ülke olduğu yönünde görüş bildirmektedir. Yine birçok başka araştırma, ABD’nin terörle mücadele noktasında diğer ülkelere savaş ilan etmesini ya da asker göndermesini kesinlikle desteklememektedir.

11 Eylül’ün Amerikan toplumu üzerindeki etkisi sadece “güvensizlik” hissi ile de sınırlı değildir. Daha da önemli olan konu, 11 Eylül’ün ABD’yi bir güvenlik toplumu ve devletine dönüştürmüş olmasıdır. Bu haliyle 11 Eylül ABD tarihi açısından tam bir kırılmadır. 11 Eylül’ün hemen ardından hayata geçirilen terörizmle mücadele kanunları ile yeni ihdas edilen güvenlik ve istihbarat kurumları, toplumun ve siyasetin gündemi olan birçok konuyu güvenliğin ayrılmaz bir parçası haline getirmiş ve böylece terörle mücadele adına bütün siyasi ve toplumsal dinamikler yüksek derecede güvenlikleştirilmiştir. Toplumu denetleyen, gözetleyen ve büyük veri analizi içinde bireysel pratikleri tamamen kontrol altına alarak güvende olmaya çalışan ABD, bireysel özgürlükleri kısıtlayıp devleti daha fazla güçlendirerek özgürlük-güvenlik dengesinin bozulduğu bir iklimin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum sadece ABD ile de sınırlı kalmamıştır. El Kaide’nin Avrupa’ya yönelik saldırılarıyla beraber Avrupa ülkeleri de hızla özgürlükçü politikalardan uzaklaşırken her biri ayrı ayrı güvenlik devletine dönüşmüştür.

Güvenlik toplumunun yeniden üretimi ABD başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde ise aşırı sağcı terörün yükselişe geçmesine neden olmuştur. Geçtiğimiz yıl yayınlanan Küresel Terörizm Endeksi raporuna göre aşırı sağcı terörizm din temelli terör saldırılarının önüne geçerek tarihsel bir rekor kırmıştır. Rapora göre on beş yılda beyaz ırkın üstünlüğünü temel alarak gerçekleşen terör saldırılarında %250 gibi çarpıcı bir artış yaşanmıştır. Bu saldırıların hedefinde de ağırlıklı olarak Müslümanlar yer almıştır. Dolayısıyla 11 Eylül sonrasında oluşan güvenlik ikliminde Müslümanların yaşadığı bölgeler 11 Eylül jeopolitiğinin hedef tahtasına konulurken, Batı Müslümanları da terörle mücadele söylem ve pratiklerinin menziline sokulmuştur.

11 Eylül sonrası hayata geçirilen terörle mücadele stratejilerinin en çarpıcı yanı ise bu dönemden sonra terör saldırılarının, öncesiyle kıyaslandığında sayıca az ancak etki bakımından daha fazla artış göstermiş olmasıdır. Örneğin, terörün üçüncü dalgası olarak tanımlanan yeni-sol eksenli saldırıların başladığı 1968 ile 2001 yılları arasında küresel ölçekte toplam 12,177 saldırı gerçekleşirken, 2002-2021 yılları arasında 3000’e yakın saldırı gerçekleşmiştir. Ancak her yıl terör saldırılarından hayatını kaybedenlerin sayısı 1968-2001 arasında ortalama 957 iken 2002-2021 arasında yaklaşık 2000 kişiye çıkarak iki kat artış göstermiştir. ABD, 11 Eylül sonrası Irak El Kaidesi lideri Zerkavi’yi, El Kaide lideri Bin Ladin’i, DEAŞ lideri Bağdadi’yi ve daha birçok üst düzey teröristi etkisiz hale getirmiş ancak ne bu örgütler tamamen yok olmuş ne de saldırıları sona ermiştir.

11 Eylül’ün yıkıcı etkisi sadece terör saldırılarının artması ve bu saldırılar sonucu hayatını kaybeden siviller ile de sınırlı değildir. ABD’nin Afganistan, Irak, Suriye, Libya ve Yemen’de yürüttüğü terörle mücadele savaş stratejisi binlerce sivilin hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Çatışmalarda tahminlere göre 387.000 sivil hayatını kaybederken (ki bu rakamın milyona ulaşmış olması da muhtemeldir) ABD’nin bu bölgelerde gerçekleştirdiği 91.343 hava saldırısında 48.000 resmi olarak raporlanmış sivil hayatını kaybetmiştir. Sadece Afganistan’da gerçekleştirilen drone saldırılarında ise 22.000 sivil hayatını kaybetmiştir. Tamamen sahte istihbarat bilgilerine bağlı olarak gerçekleştirilen Irak işgalinin ilk yılında Amerikan hava saldırılarında ve kara operasyonlarında hayatını kaybeden sivil sayısı ise 5529 olmuştur. 2017 yılında DEAŞ ile mücadele kapsamında Irak ve Suriye’de gerçekleştirilen operasyonlarda ise 4931 sivil hayatını kaybetmiştir.

Kuşkusuz 11 Eylül, terörizmin tarihi ve ABD açısından korkunç derecede sansasyonel bir saldırı olarak tarihe geçmiştir. Saldırıların neden olduğu psikolojik yıkım ve çaresizlik ABD’nin çok geniş bir coğrafyayı etkisi alan bir çatışma döneminin başlamasını beraberinde getirmiş ve bu bölgelerdeki bütün siyasi düzenlerin karakterini kökünden değiştirmiştir. Bugün Arap Baharı’nın neden olduğu yıkımın ardında da büyük ölçüde Amerikan askeri müdahaleleri yatmaktadır. Daha da kötü olan ise 11 Eylül’den yirmi yıl sonra ABD, terör gruplarını yok edememiş, ancak onların düşünme şeklini dönüştürerek uluslararası terörizmin karakterini değiştirmiştir.

11 Eylül’den yirmi yıl sonra ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle birlikte bir dönem sona ermiş ve ABD kazanılması imkansız savaşları terk ederek bu bölgelerden çekilmiş olabilir. Ancak Biden yönetimi temel düzeyde terörle mücadele doktrinine sahip çıkmaya devam etmektedir. Kuşkusuz bu anlayış, Afganistan sonrası ABD’nin ve Batı’nın stratejik üstünlüğünü kaybetmemek için küresel güç rekabetine odaklandığı bir dönemde yeni savaşlar dönemine kapı aralayabilir. Söz konusu yeni dönem, 11 Eylül sonrasında çok daha çetin ve kanlı geçebilir.

[Sabah, 11 Eylül 2021]

Etiketler: